Hayâ Ahlakının Sırrı
UZUN GİBİ AMA ÇOK AKICI YAZI... MUTLAKA OKUYUN
Birisi bize “Güzel ahlak nedir?” diye sorsa, aklımıza bir sürü cevap gelir, ama herhalde “Sır saklamak,” en son aklımıza gelir.
Hâlbuki Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki, “Her dinin bir ahlakı vardır, İslam dininin ahlakı hayâdır.” (Muvatta, Hüsnü'l-Hulk 9)
Hayâ nedir? Utanılması gereken bir şeyden utanmak, gizlemek, ifşa etmemek değil midir? Öyleyse sır saklamak da hayâ ahlakının mühim bir parçasıdır.
Gençlerimizi sır saklamak ve hayâ konusunda yeterince bilinçlendirmediğimizin farkında mıyız?
Bir genç kardeşimiz mail yazarak sormuştu: “Ben bazen namazlarımı geçiriyorum ama bunu kimseye söylemiyorum. Bundan dolayı da ‘Acaba ben riyakâr mıyım?’diye vicdan azabı çekiyorum. Ne yapmalıyım?”
Ona İmam Gazali’nin İhyau Ulum’id-Din eserinde okuduğum cevabı iletmiştim, ‘İnsanların senin kabahatlerini bilmesini istememen riya değil, hayâdır. Riya ise amellerini halk görsün ve beğensin niyetiyle yapmandır. Seninki hayâdır, riya değil. Hayâ fazilettir.
Zaman içinde kendini düzeltme niyeti taşıyan bir kişi, kendisi aleyhine başkalarını şahit tutmak istemez ki bu doğru bir şeydir.”
Gençlerimize faziletleri sırasıyla öğretmemişiz ki, akılları karışıyor. Hâlbuki riyadan sakınmak amel sahipleri için lüzumlu bir inceliktir, henüz amel işlemeyen gençlerin aklını bu konuyla fazla meşgul etmek onları “samimiyet” adı altında laubaliliğe itebiliyor. Bazen görüyoruz medyada veya sosyal medyada insanlar ibadetler hususundaki kusurlarını ve bir takım kabahatlerini gereksiz yere paylaşıyor, başkalarını şahit tutuyorlar.
İslam ahlakında ibadet de gizli olmalıdır, kabahat da. Ne ihlâsı zedeleyecek şekilde faziletleri, ne de izzet ve hayâ duygusunu zedeleyecek şekilde hataları ifşa etmemek gerekir.
Rabbimiz bizim kabahatlerimizi kat kat perdelerle gizliyor. Bazılarını gecenin karanlığıyla örtüyor, bazılarını duvarlarla, örtülerle perdeliyor. Bazılarını da göğüs kafesimizle gizliyor, gönlümüzün derinliklerinde, belki melek ve şeytanların bile haberdar olamayacağı kuytularda saklıyor. Böylece yalnız O, -celle celalühü- biliyor ve kul kendi kendini rezil etmedikçe kulunu hiç kimseye rezil etmiyor.
Çünkü Rabbimiz “Belki kulum tevbe eder, kendisini düzeltir” diye kabahatlerimizi örtüp, bize mühlet veriyor. Kulun işi arsızlığa vurup büsbütün çığırından çıkmasını istemiyor. Bu yüzden kullarının başkalarını kendi günahına şahit tutmasını da istemiyor, başkasının günahını araştırıp ifşa etmesini de istemiyor.
Bu esastan dolayıdır ki bizim dinimizde Hıristiyanlıktaki “günah çıkarma” gibi, başkalarının huzurunda yapılacak bir itiraf istenmiyor. Sanki Rabbimiz es- Settar isminin bir başka tecellisiyle, bizi bize örtü kılıyor.
Hâlbuki Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki, “Her dinin bir ahlakı vardır, İslam dininin ahlakı hayâdır.” (Muvatta, Hüsnü'l-Hulk 9)
Hayâ nedir? Utanılması gereken bir şeyden utanmak, gizlemek, ifşa etmemek değil midir? Öyleyse sır saklamak da hayâ ahlakının mühim bir parçasıdır.
Gençlerimizi sır saklamak ve hayâ konusunda yeterince bilinçlendirmediğimizin farkında mıyız?
Bir genç kardeşimiz mail yazarak sormuştu: “Ben bazen namazlarımı geçiriyorum ama bunu kimseye söylemiyorum. Bundan dolayı da ‘Acaba ben riyakâr mıyım?’diye vicdan azabı çekiyorum. Ne yapmalıyım?”
Ona İmam Gazali’nin İhyau Ulum’id-Din eserinde okuduğum cevabı iletmiştim, ‘İnsanların senin kabahatlerini bilmesini istememen riya değil, hayâdır. Riya ise amellerini halk görsün ve beğensin niyetiyle yapmandır. Seninki hayâdır, riya değil. Hayâ fazilettir.
Zaman içinde kendini düzeltme niyeti taşıyan bir kişi, kendisi aleyhine başkalarını şahit tutmak istemez ki bu doğru bir şeydir.”
Gençlerimize faziletleri sırasıyla öğretmemişiz ki, akılları karışıyor. Hâlbuki riyadan sakınmak amel sahipleri için lüzumlu bir inceliktir, henüz amel işlemeyen gençlerin aklını bu konuyla fazla meşgul etmek onları “samimiyet” adı altında laubaliliğe itebiliyor. Bazen görüyoruz medyada veya sosyal medyada insanlar ibadetler hususundaki kusurlarını ve bir takım kabahatlerini gereksiz yere paylaşıyor, başkalarını şahit tutuyorlar.
İslam ahlakında ibadet de gizli olmalıdır, kabahat da. Ne ihlâsı zedeleyecek şekilde faziletleri, ne de izzet ve hayâ duygusunu zedeleyecek şekilde hataları ifşa etmemek gerekir.
Rabbimiz bizim kabahatlerimizi kat kat perdelerle gizliyor. Bazılarını gecenin karanlığıyla örtüyor, bazılarını duvarlarla, örtülerle perdeliyor. Bazılarını da göğüs kafesimizle gizliyor, gönlümüzün derinliklerinde, belki melek ve şeytanların bile haberdar olamayacağı kuytularda saklıyor. Böylece yalnız O, -celle celalühü- biliyor ve kul kendi kendini rezil etmedikçe kulunu hiç kimseye rezil etmiyor.
Çünkü Rabbimiz “Belki kulum tevbe eder, kendisini düzeltir” diye kabahatlerimizi örtüp, bize mühlet veriyor. Kulun işi arsızlığa vurup büsbütün çığırından çıkmasını istemiyor. Bu yüzden kullarının başkalarını kendi günahına şahit tutmasını da istemiyor, başkasının günahını araştırıp ifşa etmesini de istemiyor.
Bu esastan dolayıdır ki bizim dinimizde Hıristiyanlıktaki “günah çıkarma” gibi, başkalarının huzurunda yapılacak bir itiraf istenmiyor. Sanki Rabbimiz es- Settar isminin bir başka tecellisiyle, bizi bize örtü kılıyor.
Sır Saklama Yeteneğiyle Doğduk
Yaratan, sinelerimizi, sahibinden başkasının ulaşması imkânsız bir hazine odası gibi gizli yaratmış. O odanın biricik anahtarı olan dilimizi de aklımıza emanet etmiş. Bu yüzden biz akılsızlık edip kendi sırrımızı yaymadıkça, kimse hazine odamıza giremiyor, gönlümüzden geçeni okuyamıyor.
Öyleyse bize düşen, yaratılışımıza yerleştirilen bu nimeti değerlendirmek, kendi kendimizi ele vermekten sakınmak olmalı, değil mi?
Eskiler demiş ki, “Allah boğazı kırk düğüm halinde yaratmış. Öyleyse sen de bundan ibret al da, sözünü söylemeden önce kırk düğüm çözecek kadar düşün, ondan sonra söyle.”
Madem Rabbimiz kendi sinemizi bir sır örtüsü, kendi dilimizi dudağımızı bir kilit kılmış, bunu kendi lehimize kullanalım.
Eskiler, “Sırrını dostuna da söyleme, belki bugün dostundur ama yarın kalbi değişir, düşmanın olur.” demişler.
Gerçi düşmanının bile sırrını saklamak bir mürüvvettir ama herkes öyle yüce gönüllü olmayabilir. Bazen bir öfke anında dudakların mührü çözülüverir. Hatta sadece mahremiyetler, kabahatler değil, basit bir bilgi bile aleyhinize oluverir.
Günümüzün en yaygın hastalıklarından biri de boşboğazlık. İnternet de bu kötü huyun hastalığa dönüşmesine imkan veriyor. Bazı insanlar internet üzerinden olur olmaz her şeyi anlatıyor. Bir bilgiyi paylaşmadan önce düşünelim; acaba saatlerdir alışverişte olduğumuzu herkesin bilmesi gerekiyor mu? Herkesin geç saatlere kadar internet başında oturduğumuzu bilmesi uygun mudur? Hepsi bir yana, tevbe etmeye ve kendini düzeltmeye niyetli bir kişi hatalarını başkalarına söyleyip aleyhine şahit tutar mı?
Bırak Rabbinle aranda kalsın, belki öyle bir afla affedecek ki, yere göğe, meleklere bile unutturacak… Rabbinden başkasını sırdaş edinmeye ne ihtiyacın var ki…
Yaratan, sinelerimizi, sahibinden başkasının ulaşması imkânsız bir hazine odası gibi gizli yaratmış. O odanın biricik anahtarı olan dilimizi de aklımıza emanet etmiş. Bu yüzden biz akılsızlık edip kendi sırrımızı yaymadıkça, kimse hazine odamıza giremiyor, gönlümüzden geçeni okuyamıyor.
Öyleyse bize düşen, yaratılışımıza yerleştirilen bu nimeti değerlendirmek, kendi kendimizi ele vermekten sakınmak olmalı, değil mi?
Eskiler demiş ki, “Allah boğazı kırk düğüm halinde yaratmış. Öyleyse sen de bundan ibret al da, sözünü söylemeden önce kırk düğüm çözecek kadar düşün, ondan sonra söyle.”
Madem Rabbimiz kendi sinemizi bir sır örtüsü, kendi dilimizi dudağımızı bir kilit kılmış, bunu kendi lehimize kullanalım.
Eskiler, “Sırrını dostuna da söyleme, belki bugün dostundur ama yarın kalbi değişir, düşmanın olur.” demişler.
Gerçi düşmanının bile sırrını saklamak bir mürüvvettir ama herkes öyle yüce gönüllü olmayabilir. Bazen bir öfke anında dudakların mührü çözülüverir. Hatta sadece mahremiyetler, kabahatler değil, basit bir bilgi bile aleyhinize oluverir.
Günümüzün en yaygın hastalıklarından biri de boşboğazlık. İnternet de bu kötü huyun hastalığa dönüşmesine imkan veriyor. Bazı insanlar internet üzerinden olur olmaz her şeyi anlatıyor. Bir bilgiyi paylaşmadan önce düşünelim; acaba saatlerdir alışverişte olduğumuzu herkesin bilmesi gerekiyor mu? Herkesin geç saatlere kadar internet başında oturduğumuzu bilmesi uygun mudur? Hepsi bir yana, tevbe etmeye ve kendini düzeltmeye niyetli bir kişi hatalarını başkalarına söyleyip aleyhine şahit tutar mı?
Bırak Rabbinle aranda kalsın, belki öyle bir afla affedecek ki, yere göğe, meleklere bile unutturacak… Rabbinden başkasını sırdaş edinmeye ne ihtiyacın var ki…
Sırları İfşa Gönle Yüktür
Sırrını saklamak, iletişim imkânlarının kısıtlı olduğu zamanlarda daha kolaydı. Günümüzde iletişimin kolaylaşması bazen sır saklamayı güçleştiriyor. Mesela arkadaşlarını ancak ayda birkaç kere gören bir kişi, onları görünceye kadar birçok şeyi unuturdu veya “Söylersem sonuçları ne olur?” diye düşünüp taşınacak kadar zamanı olurdu.
Ama şimdi cep telefonu, internet, WhatsApp mobil iletişim derken günde kırk kere mesaj iletişimi mümkün hale geldi. Bu ise kendini kontrol etme becerisi gelişmemiş kişiler için büyük bir risk haline gelmeye başladı.
Mesela otobüste, vapurda giderken arkadaşlarıyla sohbet edenlerin konuşmaları kulağıma çalınıyor. Yüksek sesle konuştukları için özellikle dinlemek gibi bir gayret göstermesek de otobüsteki herkes onu duyuyor zaten. Bunun başkalarını rahatsız etme yönü zaten ayrı bir bahis. Özel meselelerini kim olduğunu bile bilmedikleri kişilere ulu orta paylaşmaları bir başka sorumsuzluk göstergesi.
Hâlbuki hususi hayatına dair o konuları, bırakın otobüsteki tanımadıkları kişilere, telefonun öbür ucundaki arkadaşına bile söylememesi lazım... Büyük ihtimalle de bir müddet sonra bu kadar özel meseleleri paylaştığı için pişman olacak.
Gençlerimizin büyük bir kısmı, şahsi meselelerini, kiminle, hangi sınıra kadar paylaşabileceklerine dair bir ölçüye, edebe, hassasiyete sahip değiller. Bilhassa kadın ve kızlar, konuşmaya aşırı düşkünlük göstererek bu konuda ölçüyü aşıyorlar. Sonra da “Birisinin aleyhine söylediğim söz, onun kulağına gider mi?” “Verdiğim bilgi aleyhime kullanılır mı?” “Dost bilip paylaştım ama düşmanlık eder mi?” diye endişelenip duruyorlar. Muhtemeldir ki psikologların kapısını aşındıranların çoğu, bu gibi kendi kendine sırdaş olmayı beceremeyen kardeşlerimizdir.
Bu kadar çok konuşmamız gerekiyor mu gerçekten? Hâlbuki basit bir boşboğazlık bile, hiç ummadığımız bir şekilde aleyhimize sonuç doğurabilir.
İslam ahlakı sahasında büyük deha, İmam Gazali rahmetullahi aleyh, bize sır saklama konusunda öyle bir ölçü gösteriyor ki, eğer riayet etsek çok rahat ederiz. Diyor ki:
“Bir erkek kazancının ne kadar olduğunu hanımı ve çocuklarına söylememelidir. Eğer az görürlerse onu küçümserler, çok görürlerse istekleri bitmez.”
Şimdiki psikologlara sorarsanız, tam tersini söyler, “Aile içi iletişim için her şeyi konuşun, her şeyi paylaşın” derler. Batılılar bir şeyi keşfedince abartıyor, ölçüsünü kaçırıyorlar.
Hâlbuki her şeyi konuşmak iletişim değildir. Her şey gibi iletişimin de bir ölçüsü, bir dozu, adabı, üslubu olmalıdır.
İslam ahlakına göre kişinin kendini ilgilendirmeyen konuları merak bile etmemesi lazımdır. Müslümanlığımızı güzelleştirmenin ölçüsü, malayaniyi, yani seni ilgilendirmeyen, mesuliyet alanına girmeyen şeyi terk etmemizdir. Bu anlayışa sahip olduğumuz zamanlarda hem psikolojimiz hem de ilişkilerimiz çok daha sağlıklıydı. Kendi sırrımızı da başkalarının sırrını da gereği gibi korurduk.
Sırrını saklamak, iletişim imkânlarının kısıtlı olduğu zamanlarda daha kolaydı. Günümüzde iletişimin kolaylaşması bazen sır saklamayı güçleştiriyor. Mesela arkadaşlarını ancak ayda birkaç kere gören bir kişi, onları görünceye kadar birçok şeyi unuturdu veya “Söylersem sonuçları ne olur?” diye düşünüp taşınacak kadar zamanı olurdu.
Ama şimdi cep telefonu, internet, WhatsApp mobil iletişim derken günde kırk kere mesaj iletişimi mümkün hale geldi. Bu ise kendini kontrol etme becerisi gelişmemiş kişiler için büyük bir risk haline gelmeye başladı.
Mesela otobüste, vapurda giderken arkadaşlarıyla sohbet edenlerin konuşmaları kulağıma çalınıyor. Yüksek sesle konuştukları için özellikle dinlemek gibi bir gayret göstermesek de otobüsteki herkes onu duyuyor zaten. Bunun başkalarını rahatsız etme yönü zaten ayrı bir bahis. Özel meselelerini kim olduğunu bile bilmedikleri kişilere ulu orta paylaşmaları bir başka sorumsuzluk göstergesi.
Hâlbuki hususi hayatına dair o konuları, bırakın otobüsteki tanımadıkları kişilere, telefonun öbür ucundaki arkadaşına bile söylememesi lazım... Büyük ihtimalle de bir müddet sonra bu kadar özel meseleleri paylaştığı için pişman olacak.
Gençlerimizin büyük bir kısmı, şahsi meselelerini, kiminle, hangi sınıra kadar paylaşabileceklerine dair bir ölçüye, edebe, hassasiyete sahip değiller. Bilhassa kadın ve kızlar, konuşmaya aşırı düşkünlük göstererek bu konuda ölçüyü aşıyorlar. Sonra da “Birisinin aleyhine söylediğim söz, onun kulağına gider mi?” “Verdiğim bilgi aleyhime kullanılır mı?” “Dost bilip paylaştım ama düşmanlık eder mi?” diye endişelenip duruyorlar. Muhtemeldir ki psikologların kapısını aşındıranların çoğu, bu gibi kendi kendine sırdaş olmayı beceremeyen kardeşlerimizdir.
Bu kadar çok konuşmamız gerekiyor mu gerçekten? Hâlbuki basit bir boşboğazlık bile, hiç ummadığımız bir şekilde aleyhimize sonuç doğurabilir.
İslam ahlakı sahasında büyük deha, İmam Gazali rahmetullahi aleyh, bize sır saklama konusunda öyle bir ölçü gösteriyor ki, eğer riayet etsek çok rahat ederiz. Diyor ki:
“Bir erkek kazancının ne kadar olduğunu hanımı ve çocuklarına söylememelidir. Eğer az görürlerse onu küçümserler, çok görürlerse istekleri bitmez.”
Şimdiki psikologlara sorarsanız, tam tersini söyler, “Aile içi iletişim için her şeyi konuşun, her şeyi paylaşın” derler. Batılılar bir şeyi keşfedince abartıyor, ölçüsünü kaçırıyorlar.
Hâlbuki her şeyi konuşmak iletişim değildir. Her şey gibi iletişimin de bir ölçüsü, bir dozu, adabı, üslubu olmalıdır.
İslam ahlakına göre kişinin kendini ilgilendirmeyen konuları merak bile etmemesi lazımdır. Müslümanlığımızı güzelleştirmenin ölçüsü, malayaniyi, yani seni ilgilendirmeyen, mesuliyet alanına girmeyen şeyi terk etmemizdir. Bu anlayışa sahip olduğumuz zamanlarda hem psikolojimiz hem de ilişkilerimiz çok daha sağlıklıydı. Kendi sırrımızı da başkalarının sırrını da gereği gibi korurduk.
İnternette İz Bırakıyorsunuz
İnsanın bazı sırlarını en yakın dostundan bile saklaması gerekir, en çok da mahremiyetini... Peygamber sallallahu aleyhi vesellem karı koca arasında kalması gereken şeyleri anlatmayı en çirkin ihanet olarak tavsif ediyor. Eskiler hanımının ismini, nüfus sayımı yapan memurlara söylemeye ar ederdi, şimdi herkes nişanlısıyla fotoğrafını internete koyar hale geldi. Nereden nereye…
Gerçekten İslami ahlak ve adab bilgilerimizi tazelemeye ve genç nesle aktarmaya çok ihtiyacımız var. Çünkü onlar çok daha büyük risklerle karşı karşıya.
Sır saklamak eskiden de büyük bir faziletti, günümüzde ise adeta hayati bir mesele oldu. Mesela facebook ve twiter sayfalarında çoğu zaman dikkatsizce paylaşımlar yapılıyor. Birçok gencimiz gelecek ne getirecek bilmeden fotoğraflar ve hatıralar paylaşıyor. Mesela nişanlılar birlikte gezip tozuyor, bunları anlatıyor ve fotoğraf çektirip koyuyor. Meselenin tesettürle ilgili kısmı bir mahzur, aranızda geçenlerin helaliyet durumu diğer bir mahzur, başkalarına kötü örnek olmak ve insanları bunlara şahit tutmak başka bir mahzur.
Hepsinin üstüne bir başka mahzur da şu; bazen anlaşmazlık oluyor veya evlenmek kısmet olmuyor nişandan ayrılıyorlar. Bir sünger çekilip unutulması gereken bütün o mahremiyete bir sürü kişi şahit tutulmuş oluyor.
Tatilde işlediğimiz bir hatayı paylaştığımız zaman, biz tevbe etsek ve ilgili fotoğraf ve yazıları zaman tünelimizden silsek bile unutmayacak kişiler olabilir. Belki de kendi elimizle kendimizi gammazlamamız neticesinde ahirette aleyhimize şahitlik etmeleri için kendimizi ele vermiş olabiliriz.
Kısacası, zamanın imkânları adeta iki tarafı keskin bir kılıç gibi. Bu imkânları kendimizi yaralamadan kullanamıyorsak bırakalım kullanmayalım. Ne kaybederiz ki?
Zaten çağımızda kişisel bilgilerin gizliliği konusu büyük bir problem… Sanki Allah azze ve celle, ahiret âleminin bir misalini bu dünyada gözümüzün önüne koymuş. Artık öyle bir zamandayız ki, bazı şeyleri gizlemek istesek de gizleyemeyebiliriz. Bu sebeple gizleme ihtiyacı duyabileceğimiz şeyleri hiç yapmamamız lazım.
Çünkü zamanımızda her yerde trafik ve güvenlik kameraları var. Kamu binalarından tutun mağazalara kadar hatta apartman girişlerinde bile izleniyoruz. Bunun yanında telefon dinlemeleri yapılıyor, her şey kayıt altına alınıyor. Nereden alış veriş yaptığınız kredi kartı harcamalarınız sayesinde izlenebiliyor. İnternette siteleri tıklarken bıraktığınız iz takip edilebiliyor, mesela bir ürünle ilgili fiyat araştırması yapsanız anında e postanıza o ürünle alakalı reklamlar gelmeye başlayabiliyor. Demek ki şirketler tarafından izlenebiliyorsunuz.
Aynı şekilde, sırf meraktan tıkladığınız sitelerin bile kaydı tutuluyor ve hakkınızda dosyalar oluşturuluyor olabilir. Mesela ilerde, siyasi- idari mühim bir göreve geldiğinizde, birilerinin elinde sizinle alakalı sırların bulunması pekâlâ mümkün… Eğer kimsenin bilmesini istemediğiniz bir şeyler yaptıysanız, bu sırların nasıl iğrenç bir silaha dönüşebileceğini belki şu an tahmin bile edemezsiniz.
Bir internet servis sağlayıcısı firma yetkilisi, “Kimsenin bilmesini istemeyeceği şeyi yapma, saklaman mümkün olmayabilir.” Diyor. Bir başka deyişle, ahirette de, dünyada da selamette olmak istiyorsak, “Günahın gizlisinden de açığından da kaçınmalıyız.”
Rabbimiz hepimizi yüz kızartan hallere düşmekten iki dünyada da muhafaza etsin. Âmin.
İnsanın bazı sırlarını en yakın dostundan bile saklaması gerekir, en çok da mahremiyetini... Peygamber sallallahu aleyhi vesellem karı koca arasında kalması gereken şeyleri anlatmayı en çirkin ihanet olarak tavsif ediyor. Eskiler hanımının ismini, nüfus sayımı yapan memurlara söylemeye ar ederdi, şimdi herkes nişanlısıyla fotoğrafını internete koyar hale geldi. Nereden nereye…
Gerçekten İslami ahlak ve adab bilgilerimizi tazelemeye ve genç nesle aktarmaya çok ihtiyacımız var. Çünkü onlar çok daha büyük risklerle karşı karşıya.
Sır saklamak eskiden de büyük bir faziletti, günümüzde ise adeta hayati bir mesele oldu. Mesela facebook ve twiter sayfalarında çoğu zaman dikkatsizce paylaşımlar yapılıyor. Birçok gencimiz gelecek ne getirecek bilmeden fotoğraflar ve hatıralar paylaşıyor. Mesela nişanlılar birlikte gezip tozuyor, bunları anlatıyor ve fotoğraf çektirip koyuyor. Meselenin tesettürle ilgili kısmı bir mahzur, aranızda geçenlerin helaliyet durumu diğer bir mahzur, başkalarına kötü örnek olmak ve insanları bunlara şahit tutmak başka bir mahzur.
Hepsinin üstüne bir başka mahzur da şu; bazen anlaşmazlık oluyor veya evlenmek kısmet olmuyor nişandan ayrılıyorlar. Bir sünger çekilip unutulması gereken bütün o mahremiyete bir sürü kişi şahit tutulmuş oluyor.
Tatilde işlediğimiz bir hatayı paylaştığımız zaman, biz tevbe etsek ve ilgili fotoğraf ve yazıları zaman tünelimizden silsek bile unutmayacak kişiler olabilir. Belki de kendi elimizle kendimizi gammazlamamız neticesinde ahirette aleyhimize şahitlik etmeleri için kendimizi ele vermiş olabiliriz.
Kısacası, zamanın imkânları adeta iki tarafı keskin bir kılıç gibi. Bu imkânları kendimizi yaralamadan kullanamıyorsak bırakalım kullanmayalım. Ne kaybederiz ki?
Zaten çağımızda kişisel bilgilerin gizliliği konusu büyük bir problem… Sanki Allah azze ve celle, ahiret âleminin bir misalini bu dünyada gözümüzün önüne koymuş. Artık öyle bir zamandayız ki, bazı şeyleri gizlemek istesek de gizleyemeyebiliriz. Bu sebeple gizleme ihtiyacı duyabileceğimiz şeyleri hiç yapmamamız lazım.
Çünkü zamanımızda her yerde trafik ve güvenlik kameraları var. Kamu binalarından tutun mağazalara kadar hatta apartman girişlerinde bile izleniyoruz. Bunun yanında telefon dinlemeleri yapılıyor, her şey kayıt altına alınıyor. Nereden alış veriş yaptığınız kredi kartı harcamalarınız sayesinde izlenebiliyor. İnternette siteleri tıklarken bıraktığınız iz takip edilebiliyor, mesela bir ürünle ilgili fiyat araştırması yapsanız anında e postanıza o ürünle alakalı reklamlar gelmeye başlayabiliyor. Demek ki şirketler tarafından izlenebiliyorsunuz.
Aynı şekilde, sırf meraktan tıkladığınız sitelerin bile kaydı tutuluyor ve hakkınızda dosyalar oluşturuluyor olabilir. Mesela ilerde, siyasi- idari mühim bir göreve geldiğinizde, birilerinin elinde sizinle alakalı sırların bulunması pekâlâ mümkün… Eğer kimsenin bilmesini istemediğiniz bir şeyler yaptıysanız, bu sırların nasıl iğrenç bir silaha dönüşebileceğini belki şu an tahmin bile edemezsiniz.
Bir internet servis sağlayıcısı firma yetkilisi, “Kimsenin bilmesini istemeyeceği şeyi yapma, saklaman mümkün olmayabilir.” Diyor. Bir başka deyişle, ahirette de, dünyada da selamette olmak istiyorsak, “Günahın gizlisinden de açığından da kaçınmalıyız.”
Rabbimiz hepimizi yüz kızartan hallere düşmekten iki dünyada da muhafaza etsin. Âmin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder