HOCAMIN YAZILARI BİRAZ UZUN OLDUĞUNDAN BUNDAN SONRA ÜÇE BÖLÜP PAYLAŞACAĞIZ...

Tasavvuf Allah'ı murad etmektir
Tasavvufun gayesi, mümini Rabbinin rızasına yaklaştırmak, Yüce Rabbi muradının merkezi yapmaktır. Eşyanın gerçek yüzünü göstermektir. Kul ile Rabbi arasındaki araçları kaldırmaktır. Ahirette 'ru'yetullah'ı, Allah'ı görmeyi sağlayacak yolu göstermektir.
Dünyanın anaforuna kapılmış savurgan nefsi, bir öğreticinin disiplini altında sahibine ulaştırmaktır. Burada öğretici mürşittir. Savurgan nefsin sahibi ise mürittir. Bizim bildiğimiz, bizim övdüğümüz, bizim kabul edebildiğimiz tasavvuf budur.
Yoksa mürşide; Yüce Rabbin sıfatlarını yakıştıran veya Hz. Peygamber'in (s.a.v.) 'ismet' yani günahsızlık sıfatını uygun gören bid'at ve hurafe ehli ile bizim işimiz olmaz. Tasavvufun onlarla işi olmaz. Onların da tasavvufla işi olmaz.
Tasavvufun terbiyesine giren mürit, zaman zaman şu kavramlarla kendini sorgulamalıdır.
Her müridin, yani Allah'ı murad edenin aşağıdaki halleri nefsinde tartması lazım...
***

Eğer mürit, ben bütün bunları yaparken mürşidimin rızasını istiyorum veya mürşidim benim her halimi görüyor diyorsa tehlikeli bir uçurumun kenarındadır. Bu anlayış İslam akaidine aykırıdır.



Rızkının, önüne gelen her lokmanın O'ndan (Rabbinden) geldiğini bilmen lazım. Bazen rızıkla imtihan edildiğini, bazen imtihanın da imtihana tabi tutulduğunu düşüneceksin. Şüpheden, bulaşıcı bir hastalıktan sakınır gibi sakınacaksın.



İyi de bu hali nasıl aşacaksın! Mürşidin rızasıyla mı, Rabbin rızasıyla mı?
Elbette mürşidin de senin gibi bu hali yaşamadıkça mürşit olamaz. Gerçek mürşit, bu halleri aşan insandır.
Hz. Ömer bunu şöyle izah ediyor: "Deseler ki herkes cehenneme girecek ama bir kişi cennete girecek o bir kişi ben olabilir miyim diye ümitlenirim. Deseler ki herkes cennete girecek ama bir kişi ateşe girecek o bir kişi ben olabilir miyim diye korkarım."
Büyükler havfı (korkuyu) daim kılmışlardır.. Ama recayı (cennete girme veya bağışlanma ümidi) hep arka planda tutmuşlar. Çünkü onların derdi cehennem veya cennet değil, onların derdi ve korkusu Yüce Allah'tan uzak düşmektir.
Tasavvuf özetle budur aslında. O'nun rızasının dışındaki rızaları şirkle bir görmektir. Onun için mürşitte fani olmak, Hz. Peygamber'de (s.a.v.) fani olmak, Yüce Allah'ta fani olmak demişler. Fena olmayı (yok olmayı) sübuttan (var olmaktan) önde tutmuşlardır. Yüce Rabden dünyevi bir şey murad etmeyi, mahreme dokunmak kadar yaman saymışlar. Dualarını bile edep süzgecinden geçirmişler.
İçten veya dıştan yakarmayı bile bir kısmı utanarak ertelemişler. O biliyor ya demişler. Ya O' nun her şeyi bildiğini bilmeyenler?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder