Prof Dr. Mahmud Esad Coşan (1938-2001) |
HAYIRLI CUMALAR
İSLÂM'IN HER ŞEYİ GÜZEL!
Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..
Aziz ve sevgili izleyiciler ve dinleyiciler! Cumanız mübarek olsun... Cenâb-ı Hak bütün mübarekliklere, hayırlara, rahmetlere, bereketlere dünyada ahirette sizleri nâil eylesin... Rahmetine mazhar eylesin, iki cihanda aziz ve bahtiyar eylesin, sevindirsin, mükafatlara erdirsin...
a. Amellere Sûret Verilmesi
Peygamber SAS Efendimiz'den bir hadîs-i şerifle başlıyorum:
RE. 106/12 (İnnel-mü'mine izâ harace min kabrihî suvvira lehû amelühû fi sûretün haseneten ve şâretin haseneh, feyekùlü lehû: Mâ ente, fevallàhi innî leerâke imrees-sıdk? Fe yekùl: Ene amelük. Feyekûnü lehû nûran ev kàiden ilel-cenneh. Ve innel-kâfire izâ harace min kabrihî suvvira lehû amelühû suretün seyyietün ve şâretin seyyieh, feyekul: Mâ ente, fevallàhi innî leerâke imrees-sûi? Feyekùl: Ene amelük. Feyentaliku bihî hattâ yudhilehün-nâr.) Sadaka rasûlüllàh, fi mâ kàl, ev kemâ kàl.
Sevgili izleyiciler ve dinleyiciler, mü'min kardeşlerim! Bu birinci hadîs-i şerif, mü'minin ve münâfığın ba'sü bağdel-mevt'te, yâni öldükten sonra kabrinden kalktığı zamanki durumunu anlatan bir hadîs-i şerif. Buyuruyor ki Peygamber Efendimiz:
(İnnel-mü'mine) "Mü'min hiç şüphe yok ki, muhakkak ki, mü'min olan, imanlı olan, müslüman olan kul, (izâ harece min kabrihi) kabrinden kalktığı zaman..." Tabii ne zaman kalkacak?..
İsrâfil AS Sûr'a üfürecek. Birinci defa sûr'a üfürünce kıyâmet kopacak; yıldızlar sapır sapır dökülecek, ay güneş birbirine karışacak, denizler yarılacak, dağlar hallaç pamuğu gibi atılacak... Korkunç kıyâmet halleri.
Sûr'a ikinci defa üfürülünce de, insanlar kabirden kalkacak.
(Sümme nüfihâ fîhi uhrâ feizâ hüm kıyâmün yenzurûn.) [Sonra Sûr'a bir daha üflenince, hemen ayağa kalkıp bakışıp dururlar.] (Zümer: 68)
İşte bu ikinci defa Sûr'a üfürüldükten sonra, insanlar ahiret aleminde kabirden kalktıkları zaman, (Suvvire lehû ameluhû fî sûretin hasenetin) "Mü'min kulun dünyada işlediği amelleri, iyilikler, güzel bir şekil ile, güzel bir görünüm ile, güzel bir sûrette, güzel bir insan sûretinde karşısına çıkartılır." Halbuki amelleri, bütün ömrü boyunca yaptığı ibadetler, namazlar, oruçlar, zikirler, tesbihler, hayırlar, hasenat, hayrat, sadaka-yı cariyeler vs. Ama Cenâb-ı Hak bütün bu manevî sonuca, amellerinin hepsine, topuna böyle bir güzel insan sûreti verir.
(Ve şâretin hasenetin) "Güzel bir kıyafet içinde, güzel bir elbise giymiş, tertemiz, alımlı, gösterişli, sevimli, güzel bir sûrette insan şeklinde karşısına çıkartır amelini, Allah-u Teàlâ Hazretleri.
(Feyekùl) Bu kul der ki: (Mâ ente) "Sen neyin nesisin, nesin sen? (Fevallàhi) Allah'a yemin olsun ki, (innî leerâke imrees-sıdkı) ben seni sıdk u sadâkat sahibi, şöyle iyi, güzel bir insan olarak görüyorum. Bende öyle bir intiba uyandırıyorsun, ben seni öyle görüyorum. Sen hoş, iyi bir insan gibi, doğru dürüst bir insan gibi görünüyorsun." der.
(Feyekùl)" O da der ki: (Ene amelüke) "Ben senin dünyadaki işlediğin amelinim, amellerinim!" Yâni amel iş, dünyadaki bütün işlerinin sonucu . İnsan bir ömür boyu yaşıyor. Seyyiâtıyla, hasenâtıyla ameli. Dünyadaki ameli, toplam ameli, böyle güzel bir sûrette karşısına çıkıyor.
(Feyekûnu lehû nûran) "Kendisine nur olur bu, aydınlatır." Çünkü anlaşılıyor ki, ahirette bazı insanlar, meselâ zalimler karanlıklarda kalacak:
(Ez-zulmü zulümâtün yevmel-kıyâmeh) Kıyamet gününde zulüm karanlıklar şeklinde olacak, zâlimler karanlıkta kalacak. Sonra mü'minler sıratı geçerken, amelleri nur olacak da, "Aman yarı yolda sönüvermesin, bu tehlikeli yolda cehenneme düşmeyelim! (Rabbenâ etmimlenâ nûrenâ) Rabbimiz, nurumuzu tamamla!" diye yalvarıp yakaracaklar mü'minler.
Demek ki ameli nur olacak, etrafı aydınlatacak ışıl ışıl. (Ev kàiden ilel-cenneti) "Yâhut bir başka deyişle, cennete götüren bir kılavuz olacak, sevk edici olacak, sürücü olacak. İinsan sûretinde ona görünecek:
"--Düş peşime, bak ben sana yolu aydınlatıveriyorum, haydi gidelim!" diye, onu cennete götürecek.
Çünkü insanoğlu, bizler, etrafımızdaki olayları kendi alıştığımız, bildiğimiz varlıklar şeklinde algılıyoruz da, Cenâb-ı Hak da bize o şekilde sûretlendiriyor, mücessem şekil olarak karşımıza öyle getiriyor.
Başka bir hadis-i şerifi de hatırlayacaksınız: Kabre giren bir insan, kabirde yalnızlıktan bayağı korkmuşken, "Eyvah, tenha bir yer, ürperiyorum burada, korkuyorum!" derken, o yalnızlıkta bakacak ki, yanında güzel yüzlü, güleç yüzlü, hoş bir insan... Diyecek ki:
"--Bu tenha yerde ben ürkmüşken, çekinmişken, seni görünce sevindim. Sen iyi bir kimseye benziyorsun, sen kimsin?" diyecek.
O zaman o da diyecek ki:
"--Ben senin dünyada okuduğun Tebâreke Sûresi'yim!"
Bakın, demek ki Cenâb-ı Hak okunan sûreye de insan şekli verip öyle gönderebiliyor. Yâni ona öyle gösteriyor, öyle temsil olunuyor.
Cenâb-ı Hak buna kàdir. Meselâ meleklerini mü'minin karşısına çıkartır, bir insan şeklinde... Hatta ashàb-ı kiram Peygamber Efendimiz'le otururken, Cebrâil AS böyle tertemiz elbiseli, ama hiç üzerinde toz, toprak yok, yoldan gelmiş bir kimse gibi değil. Oralı bir kimse de değil, kimse tanımıyor. Hem yabancı, hem de yoldan gelmiş hâli yok... Öyle bir şekilde kalabalığı yara yara, kalabalığın arasından geldi, geldi, Rasûlüllah'ın önüne oturdu, dizini dizine dayadı ve dedi ki:
"--Bana imandan bilgi ver, haber ver! bana İslâm'dan bilgi ver?.." dedi.
Böyle çeşitli sorular sordu. Önce İslâm'ı sordu, sonra imanı sordu, sonra ihsânı sordu, sonra kıyamet alâmetlerini sordu... Peygamber Efendimiz hepsini cevaplandırdı ve o şahıs gitti. Ama Peygamber Efendimiz cevapları verdikçe, o da her seferinde:
"--Doğru söyledin, tamam." dedi.
Sahabe-i kiram diyorlar ki:
"--Allah Allah! Bu yabancı zât, çok güzel giyimli, tatlı bir kimse ama, nasıl bir şahıs ki hem soruyu soruyor, hem de Peygamberimiz gibi bir insana, yâni Allah'ın rasûlüne, Rasûlüllah'a 'İyi, doğru bildin, tamam!' diyor."
"Allah Allah!" diye şaşırdılar hepsi. Bütün sahabe gördüler. Bu tek kişinin gördüğü olay değil, hepsinin gördüğü bir şey. Gidince, dedi ki Peygamber Efendimiz:
"--Bu kimdir, tanıdınız mı, bildiniz mi?"
"--Allah'ın Rasûlü bilir, biz bilemedik." dediler.
Dedi ki:
"--Bu Cebrâil AS'dı. Size dininizi öğretmek için geldi. Soruları sordu, gitti."
Demek ki, Allah Cebrâil AS'a herkesin göreceği bir şekilde insan sûretinde, giyimli bir insan gibi bir sûret verdi, karşısına çıkarttı ve konuşturttu.
Bu, olayların Peygamber Efendimiz'in ruh dünyasından, kendi hayallerinden ibaret olmadığının da önemli bir misâli bu. Çünkü öteki bütün insanlar da gördüler bu sefer. Tanınmayan bir kimse olarak birden geldi. Hem de uzak yoldan gelmiş gibi toz toprak, ter, pas, kir izi de yok. Ondan sonra kalktı gitti, bir daha görünmedi.
Demek ki, Efendimiz'in dışında bir takım olaylar cereyan ediyor. Sadece Peygamber Efendimiz'in ruh dünyasından, hayalinden, --hani öyle düşünebilir imana gelmemiş insanlar-- öyle değil. Demek ki Cebrâil AS var, Cebrâil AS Peygamber Efendimiz'e geliyor. Bazen kimsenin görmediği şekilde geliyor ama, o da Peygamber Efendimiz'in ruh dünyası değil.
Dışardan bir varlık olarak, Cebrâil AS olarak geliyor. Bazen de görünecek şekilde geliyor.
Başka melekler de böyle Kur'an-ı Kerim'de var. İbrahim AS'ın evine geldiler, böyle birkaç kişi halinde. Böyle misaller çok, hadis-i şeriflerde geçiyor.
Allah-u Teàlâ Hazretleri melekleri, insanların anlayacağı bir şekil vererek karşılarına getirebiliyor. Amelleri, Kur'an-ı Kerim sûrelerini böyle şekil vererek karşılarına getirebiliyor. Her şeye kàdir olan Mevlâm.
Mü'min böylece cennete sevk olunur. Amelleri tarafından. Amelleri kılavuz olur, nur olur. İnsanı cennete sevkeder. Allah cümlemize sevdiği amelleri işlemeyi nasib eylesin... Sevdiği kul olmayı nasib eylesin... (Ba'sü ba'del-mevti hakkun) Öldükten sonra dirilmek haktır. Bu ikinci dirilmeden, ikinci hayatın başladığı zaman, amellerimizi karşımıza güzel sûrette, güzel kıyafetli bir şekilde getirsin... Bize nur ve kılavuz eylesin... Bizim cennete götürsün lütf u keremiyle... Ne kadar güzel!
(Ve innel-kâfire izâ harace min kabrihî) "Kâfir de artık kıyamet kopmuş, kabrinden kalktığı zaman. (Suvvire lehû amelehû fî sûretin şeyyietin ve şâretin seyyietin) Onun ameli de onun karşısına çirkin suratlı bir insan olarak çıkartılır; pis elbiselerle, çirkin kıyafetli olarak. O zaman o da, (Feyekùlü: Mâ ente) "Sen kimsin yâ, neyin nesisin? (Fevallàhi innî leerâkemrees-sûi) Ben senin kötü bir adam olduğunu anlıyorum, hissediyorum, fena bir adamsın, tehlikeli, korkunç bir insansın sen. Sen kimsin yahu, neyin nesisin?" diye sorar.
Mâ diye soruyor, men diye sormuyor, "Neyin nesisin?" demek yâni. Kişi sorusu değil de, eşyayla ilgili soru. Men olsaydı "Kim?" olurdu; mâ "Ne?" demek. (Mâ ente) "Sen neyin nesisin?" demek yâni. O da der ki: (Feyekùlû ene amelüke) "Sen şimdi beni çirkin çirkin görebiliyorsun, ben senin amelinim, dünyada işlediğin kötülükler işte bu şekilde karşına geliyor. (Feyentaliku bihî) O kâfiri götürür, (hattâ yüdhilehun-nâr) cehenneme tıkıncaya kadar götürür. Kâfir de cehenneme girer .
Tabii kâfir cehenneme girecek, mü'min cennete girecek. Arada başka bir şart, durum var mı. Var! Mü'minlerin günahkârları da, günahları ve hatalarının cezasını çekmek üzere cehenneme atılacaklar. Allah sizi hiç cehenneme atılmadan, azaba giriftar olmadan, ateşlere yanmadan, milyonlarca yıl cehennemde beklemeden, yanıp kara kömür gibi olmadan, doğrudan doğruya cennetine girenlerden eylesin...
Aziz ve muhterem kardeşlerim! Mü'minler var dünyada, kâfirler var. Etrafımıza bakıyoruz, siz de bakıyorsunuz, görüyorsunuz. Yâni mü'minlerin hepsi ille dünyada böyle çok kötü durumda mı?.. Hayır! Mü'minlerin de sağlıklısı var, mü'minlerin de zengini var, mü'minlerin de arabası, evi, barkı olanları var...
Mü'minlerin de çoluk çocuğu, işi gücü, sağlığı afiyeti yerinde olanları var; kâfirlerin de... Mü'minlerin de hastalıklı, dertli olanları var; kâfirlerin de hastalıklısı, dertlisi, sıkıntıda olanı, maddî azap çekeni, harp darp göreni var... İşte Vietnam, işte Güneydoğu Asya, Afrika ülkeleri, işte Güney Amerika... Biliyorsunuz. Yâni mü'minle kâfir arasında dünyada esas itibariyle, "Mü'min olursan çok sıkıntı çekeceksin, kâfir olursan çok tatlı gün geçireceksin!" diye de bir şey yok.
İmtihan dünyasında her insanı Cenâb-ı Hak, zenginlikle, fakirlikle, varlıkla, yoklukla, sağlıkla, hastalıkla imtihan ediyor. Herkesin başına gelebiliyor bu gibi olaylar. Onlara takındığı tavır, onların karşısındaki tepkisi ile, Allah mükâfatlandırıyor veya mükâfatı alamıyor. Yahut da cezaya müstehak duruma düşebiliyor.
Şunu anlatmak, şunu söylemek istiyorum: Cenâb-ı Hakk'ın muamelesi karşısında, mü'minle kâfir arasında insan olarak çok büyük bir fark yok... İkisi de dünyada aynı şeylerle karşılaşıyorlar. O zaman ahiretini mahvetmeye ne lüzum var! Yâni kâfirin ahiretini mahvetmesine ne lüzum var. Mü'min ol, Cenâb-ı Hak dünyada da, ahirette de iyilik versin.
(Rabbenâ âtinâ fid-dünyâ haseneten ve fil-âhireti haseneten, vekınâ azâben-nâr) "Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver, bizi ateşin azabından koru!" Böyle dua edin diye, Cenâb-ı Hak Kur'an-ı Kerim'de kendisi bu duayı bize öğretiyor. "Dünyada da iyilik verilmesini isteyin!" diye tavsiye buyuruyor.
İslâm nedir?.. İslâm hem dünyada, hem ahirette insana saadeti veren bir ilâhî nizamdır. O kadar güzeldir ki; hem dünyada mutlu ediyor, hem ahirette mutlu ediyor. Hem bedenen mutlu ediyor, hem rûhen mutlu ediyor. Her yönden... Hem sıhhî bakımdan mutlu ediyor, hem aklî bakımdan mutlu ediyor. Her yönden İslâm güzel, İslâm'ın ahkâmı güzel...
Ama insanlar nedense küfre sapıyor, helâl nimetler, helâl lezzetler de dünyada pek âlâ, bol bol, yeter miktarda olduğu halde, haram lezzetlere, keyiflere, zevklere kayıp ahiretlerini mahvediyorlar.
Kâfirlik akıllıca bir şey değil mü'min kardeşlerim, sevgili dinleyiciler; veya beni dinleyen herkes olabilir, belki "İslâm hak mı değil mi?" diye düşünen mütereddit insanlar olabilir. Veyahut müslüman anneden babadan doğmuş amma işte aldığı eğitim, görgü, radyo, televizyon, duyduğu sözler, okuduğu yazılar, makaleler dolayısıyla da kafası karışmış insanlar olabilir.
Aziz ve muhterem kardeşlerim, İslâm'ın her şeyi güzel!.. İçki içirtmediği güzel, tesettürü güzel, hırsızlık yaptırtmadığı güzel, rüşveti yasakladığı güzel.
--Hocam sen güzel şeyleri sayıyorsun. Bir de öteki şeyleri say bakalım!..
Cihad da güzel. Oruç da güzel, aç kalmak da güzel... Malından vermek de güzel. Çünkü bunların da öbür tarafından baktığın zaman, çok büyük faydaları var. Her şeyi güzel İslâm'ın...
"--Ver!" dediği zaman vereceksin, verdirtmesi güzel.
"--Verme!" dediği zaman vermeyeceksin, elinde tutması güzel!
Her şeyi güzel ama, insanlar bunu anlayamıyorlar. Anlayanlar var... Yâni ilâhî kitabın okutulduğu, öğretildiği yörelerde, Allah'ın Rasûlünün tebliğâtının anlatıldığı yörelerde, bunları öğrenip ona göre hayatını düzenleyenler var.
Geçen gün, yurtdışında doktora yapan bir talebemle görüştüm, dünyada küreselleşme, globalleşme akımı diye büyük bir akım var. Bu akım radyo ve televizyonlarla bütün dünyaya yayılıyor ve bütün dünyadaki insanları kendi evvelki örf ve adetlerinden koparıp, potada eritip yeni bir global insan tipi ortaya çıkartıyor. Benim talebenin dediğine göre, bunu vahim bir gelişme olarak kiliselerde inceliyorlarmış:
"--Eyvah, bu globalleşme, bu küreselleşme yüzünden bizim de dindaşlarımız gidiyor elden, bize de inananlar azalıyor, bize bağlılar vazgeçiyor, ne yapmamız lâzım?.." diye inceliyorlarmış.
Fakat bu akımın, bu erimenin içinde, herkesin birbirine benzeşmesi, vur patlasın, çal oyansın, zevk, sefa eğlence, maddî, inanca dayalı olmayan bir yaşam tarzının yanısıra; bu hal vicdanları harekete geçirdiğinden, bazı insanlarda da aklı, mantığı, vicdanı dine yönelme ve dine yapışma noktasına getiriyor insanları ve çok güzel dindar oluyorlar. Arkadaş diyor ki:
"Bu yurtdışındaki üniversitelerde bakıyorum birçok genç, etrafındaki çirkef dünyadan iğrendikleri için temiz dünyaya, yâni İslâm'ın güzel dünyasına geliyorlar ve çok kuvvetli İslâmlaşma akımı var.
Onun için, aziz ve sevgili kardeşlerim, İslâm'ın güzelliğini bilin!.. Çirkefleşmeye doğru, yâni insanoğlunun alçalma, hayvânîleşme, şehvetperest olma, inançsız olma, kapkara olma, zift gibi olma durumuna gittiği şu dönemde, İslâm insanı a'lâ-yı illiyyîne çıkartıyor. Kurtarıyor bu uçurumdan, bu çukurdan; yükseklere çıkartıyor, tertemiz yerlere çıkartıyor.
Aman İslâm'a sımsıkı sarılın! Aman çoluk çocuğunuza İslâm'ı güzel öğretin, korkmayın! Kur'an-ı öğretin, korkmayın. Peygamber Efendimiz'in sünnetini öğretin öğretin, Allah'a sığının, korkmayın!..
Çünkü Kur'an'a sarılan gayr-i müslimler müslüman oluyor. Askerlerden, senatörlerden, yazarlardan, siyâsîlerden, elçilerden, konsoloslardan çok kimseler müslüman oluyor...
Komünist olarak yetişmiş, müslüman oluyor; hıristiyan olarak yetişmiş, müslüman oluyor veya yahudi olarak yetişmiş müslüman oluyor. Ben bunların isimlerini zaman zaman konuşmalarımda veriyorum.
Kur'an-ı Kerim kendisi, Rabbimizin kelâmı, imanı öğretiyor ve ıslâh ediyor insanı. Bize düşen Kur'an-ı Kerim'i çoluk çocuğumuza, kendimize, hanımımıza, çevremize öğretmek... Onun için Ku'an'a ne kadar hizmet edersek, Kur'an'ın öğrenilmesini, öğretilmesini ne kadar çoğaltır, yaygınlaştırırsak ve güzel öğretirsek; yâni baskılı, yalan, yanlış, eğerek, büğerek, te'vil ederek değil... "Kur'an ne diyor? İlk önce bunu bir anlayım." diyerek öğrenirsek çok kâr ederiz.
Peygamber Efendimiz'in sünnet-i seniyyesini öğrenirsek çok kâr ederiz. Sapasağlam hadis kitapları var. Yâni çok titiz şekilde hazırlanmış, çok büyük alimlerin hazırladığı, cümle cihanın güzelliğini kabul ettiği hadis kitapları var. Diyanet İşleri neşretti. İmam Buhârî'nin Sahîh-i Buhàrî dediğimiz eseri, altı sahih hadis kitabı vs... Bu sahih kitapları lütfen çoluk çocuğunuzla beraber okuyun! Kendiniz, hanımınız, çoluğunuz çocuğunuz okusun!..
Hadis dünyasına, hadisler havasına, alemine girin; girdiğiniz zaman kurtulursunuz.
Peygamber Efendimiz'in hadis-i şerifleri Kur'an-ı Kerim'in de en güzel tefsiridir. Kur'an-ı Kerim'in en büyük tefsiri Peygamber Efendimiz'in hadis-i şerifleri külliyatıdır. Başka tefsir aramaya lüzum kalmaz.
Onun için, hem Kur'an'ı okuyun, hem de hadis-i şerifleri okuyun! Çünkü asrımızın bütün küfür cereyanlarına, bütün nefsânî maddî cereyanlarına, şeytànî akımlarına deva Kur'an-ı Kerim'de, Peygamber Efendimiz'in sünnetinde... Yâni İslâm dininde var, aman bunu iyi öğrenin!.. Sapanlar, ayağı kayanlar, uçuruma düşenler, mahvolanlar, imanını kaybedenler, dünya ve ahiretini mahvedenler niçin mahvediyor?.. Kur'an'dan koptuğu için, sünnetten koptuğu için, kendisine yabancılaştığı için, İslâm'dan uzaklaştığı için...
Küfür cereyanlarına kapılıyor, onları çok güzel okuyor. Ta Yunanlıların efsanelerinden, eski filozoflarından hepsini okuyor. Okuduğu zaman bir tad da almıyor, anlamıyor da, ama onları okuyor. Dünya klasikleri, Latin klasikleri, Avrupa klasikleri... bilmem ne, kafası doluyor, tereddütler içinde bunalıp kalıyor.
O Avrupalı insanların çoğu, bakıyoruz hayatının sonunda intihar ediyor. Çünkü sorunları çözemiyor. Bazısı da çözüyor, imana geliyor, koyu bir dindarane hayat yaşıyor... O da mücadeleyi bırakıp mağlub olmak ve teslim olmak tarzında oluyor. Çünkü yanlış bir inanca giriyor, haça puta tapıyor.
O bakımdan İslâm'a sımsıkı sarılın, kurutuluş İslâm'da, aziz ve sevgili izleyiciler ve dinleyiciler!..
Hàsılı sonuç olarak hüsnü hàtimeler ile ahirete göçüp, şu can emanetimizi Allah'ın sevdiği vech ile teslim edip, ahirete Allah'ın sevdiği kul olarak varmayı, cennetiyle cemâliyle müşerref olmayı, Allah cümlemize nasib eylesin...
Allah hepinizden razı olsun... Yardımcı olsun hepinize, tevfikını refîk eylesin...
Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû, aziz ve sevgili Ak-Radyo dinleyicileri ve Ak-Televizyon izleyicileri ve seyircileri!..
HAYIRLI CUMALAR
26.01.2001 - AVUSTRALYA'DAN Telefonla AKRA Fm CUMA SOHBETİ
Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN
************************
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder