13 Kasım 2015 Cuma

İmanımız Kur’an’a uygun mu?

İmanımız Kur’an’a uygun mu?

 
Cemil Tokpınar

c.tokpinar@meydangazetesi.com.tr
06 Kasım 2015, 02:23


Rabbimiz Kur’an’da, “Siz nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir” buyurur. (Hadid:4)

İnsanın, her an Allah ile beraber olduğunu, O’nun her şeyi hakkıyla gördüğünü ve bildiğini, dolayısıyla her söz ve eylemin bu şuurla yapılması gerektiğini anlatan bu ayet, çok kapsamlı manalar taşıyor.

Bu sure, Medine’de nazil olmuştur. Baştan sona iman hakikatlerinden, tevhid delillerinden bahseden bu surenin Medine’de nazil olması, imanın sürekli takviye ve yenilenmeyi gerektirdiğini ortaya koyması bakımından dikkat çekicidir.

Aynı surenin 7. ayetinde, müminlere hitaben, “Allah’a ve Resulüne iman edin” diye buyrulması da, imanın bu özelliği bakımından mühimdir. Aynı şekilde, Nisa Suresi’nin 136. ayetinde mealen, “Ey iman edenler, Allah’a, Resulüne, Resulü üzerine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaplara hakkıyla iman edin” buyrulmaktadır.

Burada muhatap, müminlerdir. Mümin ise, zaten iman esaslarına inanan kimse demektir.

O halde “iman edenlere iman etmelerinin emredilmesi” ne demektir? Müfessirlere göre, bu emirden maksat, “imanda devam ve sebat veya icmalen (toptan) iman edenlerin tafsilî (ayrıntılı) delillerle iman etmeleri” ve taklitten tahkike çıkmalarıdır.

‘Nerede olursan ol Allah’ın seninle olduğunu bil’


“İmanın en efdali, nerede olursan ol, Allah’ın seninle beraber olduğunu bilmendir” mealindeki hadis, bu ayetlerin hedefini açıklayarak, en üstün imanın en büyük özelliğini belirtmektedir.

Görüldüğü gibi, ayetler bir gerçeği tespit etmekte, hadis ise bu gerçeğin bilinmesini, “en efdal iman”ın şartı olarak görmektedir.

Hadiste geçen “bilme” fiili, bir kere yapılıp geçilen bir işten öte, “sürekli şuurda tutulması gereken bir hâl”i ifade etmektedir. Yani kişi, “her an ve her zaman,” “nerede olursa olsun” Allah ile beraber olduğunu bilmelidir.

Böyle bir “bilme,” insana her türlü fiilini yapmadan önce, yaparken ve yaptıktan sonra “planlama, şuurla gerçekleştirme ve sorgulama” melekesini kazandırır. Böyle bir meleke, insanı hatadan koruyan, her an kendini muhasebeye çeken, tövbe ve istiğfara yönelten bir fonksiyon icra eder.

Çünkü her an Allah’ın kendisiyle beraber olduğuna, bütün yaptıklarının O’nun tarafından görüldüğüne ve bilindiğine inanan bir insan, yaptığı işlerde Allah’ın emirlerini ve yasaklarını dikkate alır ve O’nun rızasına uygun olanı seçer. Bu da bütün fiillerinin, dünyada ve ahirette huzur ve saadete vesile olmasını sağlar.

Kur’an’da müminin tarifi


İşte “gerçek mümin”in Kur’an’daki tarifi:

“Müminler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer, kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğunda imanları artar ve yalnız Rablerine dayanıp güvenirler. Onlar namazlarını dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden (Allah yolunda) harcayan kimselerdir. İşte onlar gerçek müminlerdir. Onlar için Rableri katında nice dereceler, bağışlanma ve tükenmez bir rızık vardır.” (Enfal: 2-4)

Bu iman nasıl kazanılır?


Her yerde her zaman Allah’la birlikte olduğumuz bilincine ulaştıran bir iman nasıl kazanılır?

Böyle bir iman bütün varlıklara Kur’an’daki tefekkür yöntemiyle bakmakla elde edilir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’deki ayetlere baktığımızda, kâinattaki pek çok varlıktan bahsettiğini, ancak onlardan Allah’ın varlığına ve birliğine delil olarak söz ettiğini görürüz.

  “Felsefe kâinattan, kâinat hesabına, Kur’an ise Allah hesabına bahseder” diyen Bediüzzaman, iman mertebelerini şöyle sıralar:

“İman yalnız icmalî ve taklidî bir tasdike münhasır değildir. Bir çekirdekten ta büyük hurma ağacına kadar ve eldeki aynada görünen misalî güneşten ta deniz yüzündeki aksine, ta güneşe kadar mertebeleri ve inkişafları olduğu gibi, imanın o derece kesretli hakikatleri var ki, bin bir esma-i İlâhiyeye dair erkân-ı imaniyenin kâinat hakikatiyle alâkadar çok hakikatleri var.

“Hem iman-ı tahkikinin bir mertebesi de aynelyakîn derecesidir ki, pek çok mertebeleri var; belki, esma-i İlâhiye adedince tezahür dereceleri var. Bütün kâinatı bir Kur’an gibi okuyabilecek derecesine gelir. Bir mertebesi de hakkalyakindir; onun da çok mertebeleri var. Böyle imanlı zatlara şübehat orduları hücum da etse bir halt edemez.” (Asa-yı Musa)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder