17 Kasım 2016 Perşembe

FÜTÜVVET

FÜTÜVVET
 
‘Fütüvvet’, lügatte cömert ve asalet sahibi olmak, yiğitlik, delikanlılık, mertlik anlamlarına gelmektedir.
 
Genç insana da aynı kelime kökünden ‘Feta’ denilmektedir.
 
Fetâ’nın Arapça’da çoğulu, fityân ve fitye’dir. Eski Araplar fetâ terimiyle, zihninde yaşattığı asaletli ve tam anlamıyla ideal insanı tanımlarlardı. Fetâ’nın konukseverliği ve eli açıklığı, sonuna yani kendisinin hiçbir şeyi kalmayıncaya ve tamamen fakir düşünceye kadar sürer. Mücâdelede de fetâ, arkadaşları uğruna canını feda eder. İşte konuk severliğin ve yiğitliğin, fedakarlığın en yüksek mertebesine fütüvvet denmiştir. Eski Arapça’da bu anlamı veren fütüvvet kelimesi, tasavvufun da özel bir terimi olmuştur. Fütüvveti kendilerine ahlâk edinen bir topluluğun, daha hicretin ikinci yüzyılında varlığını biliyoruz. Halife Nâsır Lidînillah, bu topluluğu kendine bağlamış ve buna ait şalvarı giyerek ‘seyyidü’l-fityân’ (Gençlerin efendisi) olmuştur.
 
Kur’an-ı Kerim’de Ashab-ı Kehf’in anlatıldığı kıssada, Allah (c.c.) mağaraya sığınan insanların genç, yiğitler olduğunu belirtmektedir: “Gerçekten bunlar, Rablerine iman eden genç yiğitlerdi.” (287)
 
‘Ashab-ı Kehf’ mağarasına sığınan insanların en önemli özelliklerinin ‘İmanlı Gençler’ olması gençlere verilen öneme işarettir. Kıssanın bütününden, bu gençlerin yaşadıkları müşrik toplumda Tevhid mücadelesi verdiklerini, ölümle burun buruna gelmelerine rağmen imanlarının gereğini yapıp son bir gayretle yaşadıkları toplumdan hicret ettiklerini anlıyoruz. Tarih boyunca görülen bütün hicretler gibi bu hicret de meyvesini vermiş, Allah (c.c.) onların şehadetlerini yeni bir doğuşa çekirdek yapmıştır.
 
İslâm’da, fütüvvet, ‘mekârim-i ahlâk’ deyimiyle anlatılmıştır. Hz. Peygamber (s.a.v.) mekârimi ahlâkı tamamlamak için gönderildiği gibi, Allah’ın birliğini yerleştirme uğrunda canını ortaya koymaktan çekinmeyen Hz. İbrâhim (a.s.) de fetâ olarak nitelendirilmiştir. “Onları (putlarımızı) diline dolayan bir fetâ (genç) işittik, kendisine İbrâhim deniliyormuş.” (288)
 
Hz. Mûsâ’nın beraberinde giden, yardımcısı Yuşâ da fetâ olarak anılmıştır: “Fetâsına, yiyeceğimizi getir, gerçekten biz bu yolculuğumuzdan epey yorgunluk çektik, dedi.” (289)
 
Dînleri uğruna müşrik toplumlarından ayrılıp mağaraya sığınan Ashâb-ı Kehf de fetâ’nın çoğulu “fitye” olarak anılmıştır:“Onlar Rablerine inanmış fetâlardı. Biz de onların hidâyetlerini artırmıştık.” (290)
 
Aynı şekilde Hz. Yûsuf (a.s.)’un zindan arkadaşları fetâ’nın ikillik bildiren  “feteyân” kelimesiyle anılmışlardır: “Kendisiyle beraber zindana iki fetâ girdi.” (291)
 
Hz.Yusuf (a.s.) başbakan olduktan sonra kendisinin özel hizmetçileri de  fetâ çoğulu olarak “fityân” ile anılmışlardır: “Fetâlarına: onların paralarını yüklerinin içine koy!” dedi. (292)
 
Peygamberimiz (s.a.v.)’in çocukluğu ve gençliği temiz ve iffetli bir şekilde geçmişti. Peygamberlikten sonra nasıl bir ahlâka sahip ise, kırk yaşından önceki hayatı da öyle temiz ve nezih idi. Halbuki gençlik yıllarını geçirdiği Mekke şehri, o zamanlar o kadar karışıktı ki, Mekkeliler arasında yaşayıp da cahiliye çirkinliklerine bulaşmamak adeta mümkün değildi.
 
Peygamberimiz (s.a.v.) bu dikenli ve tehlikeli yollardan hiç yara almadan alnı açık, yüzü ak olarak kurtuldu. Başkalarına bulaşan kötü hallerden bütünüyle uzak kaldı. Çünkü Cenâbı Hak, O’nu Cahiliye devrinin her türlü çirkinliğinden nefret duyacak bir yetenekte yaratmıştı.
      
Fütüvvetin fedâkarlık ve îsar (başkalarını kendi nefsine tercih etme) gibi düşünceleri, geniş ölçüde ‘Neysâbur Tasavvuf Okulu’na sirayet etmiş ve orada tasavvufi bir nitelik kazanmış, bu suretle fütüvvet, önceleri sosyal hayatta bir ideal iken sonradan tasavvufi ahlâk bakımından da bir ideal olmuştur.
 
Tasavvufçulara göre fütüvvet, peygamberlerin (a.s.) ahlâkıdır. Fütüvvet konusunda ilk eseri yazan Ebû Abdi’r-Rahmân es-Sülemî’ye göre Hz. Âdem (a.s.)’den, son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.v)’e kadar tüm peygamberler, fütüvvet ahlâkının örnekleridir. Şöyle ki:
Fütüvvet davetine ilk koşanların, mürüvvet ahlâk ve şerefini koruyanların ilki, (yeryüzü anlamındaki) edîm’den gelen Adem (a.s.)’dir ki, ismi irade mahallinde sabit, cismi haşmet evinde sakin, nurlarla ve masumlukla desteklenmiş, keramet tâciyle taçlanmış, selâmet evine girmiştir. Fütüvveti Kabil kovunca Habil onu kabul etti, Şît (a.s.) onun hakkını yerine getirdi, onu her türlü çirkin şeylerden korudu, İdris (a.s.) de onunla yüksek mekâna çıkartıldı, İblis’in tuzağından kurtarıldı. Fütüvvet sevgisinden Nuh (a.s.), üzerinde fütüvvetin nuru parladı.
 
Âd onunla isimlendirildi, kibre dönmedi. Fütüvvet ile Hûd (a.s.), ahidlere güzel vefa gösterdi, fütüvvetle Salih (a.s.), kötülüklerden kurtuldu, İbrahim Halîl (a.s.) fütüvvetle nam alıp putların ve heykellerin başlarını kırdı, fütüvvetle İsmail (a.s.) yüce Padişah’ın emrine kurban oldu, fütüvvetle Lût (a.s.), inişi olmayan yüce makama çıktı, fütüvvetle İshak (a.s.) da buluşma gününe kadar (ibadetle) kaim oldu, Ya’kub (a.s.) fütüvvet sebeplerine yapıştı, fütüvvetle Eyyûb (a.s.)’un hastalığı açıldı. Fütüvvetle doğru Yusuf (a.s.), yoların en güzeline yürüdü, onunla her zaman başarıya ulaştı. Zülkifl (a.s.), fütüvvetin yüce rütbesine uyup güzel, hoşnut edici işlerini yaptı. Şu’ayb (a.s.) onun (yarış alanındaki)  kamışlarını kaparak (erlikte birincilik) aldı, her şüpheden ve kusurdan uzak kaldı. Musa (a.s.) fütüvvet kaftanını giyip çalımlandı, Harun (a.s.) ona uyup güzel söz söyledi. Ashâb-ı Kehf ve Rakîm onunla şereflendi, kurtuldu ve nimet evine erdi; Davud (a.s.)’un kalbi onunla hayat buldu; fütüvvet yüzünden kendisine rükû ve sücud tatlı geldi. Fütüvveti Davud’dan Süleyman (a.s.) aldı, insanlar ve cinler fütüvvet yüzünden Süleyman’ın emrine verildi. Fütüvvet şartları kendisine sahih yapılan Yûnus (a.s.), fütüvvetin gereklerine uydu. Zekeriyya (a.s.) fütüvvetle safâ yurduna girdi. Yahya (a.s.) fütüvvete sadık olup tasadan kurtuldu, zor şartlarda fütüvvete sarıldı da üzüntüye ve ızdıraba düşmedi. İsa (a.s.) onunla açık bir nur alıp parladı, Ruh ve Mesih onunla ünvan aldı. Fütüvvetle Muhammed (s.a.v)’e açık fetih verildi, iki kardeş (Ebubekir-Ömer)’i ve amcası oğlu Ali’yi fütüvvet emini yaptı. (293)
 
Fütüvvet terimi Selçuklular döneminde kurulan Anadolu Esnaf Teşkilatı için kullanılmıştır.
 
İslâm ahlâkında fütüvvet, başkalarına oranla kendisinde olan üstünlük ve gücü görmemek, kimsenin hata ve kusurlarını başkalarına söylememek, her şeyi Allah (c.c.)’tan bilmek, kötülüğe karşı iyilikle karşılık vermek gibi faziletli davranışları içine alan kapsamlı bir erdemdir. Fütüvvet, insani derecelerin en yükseğidir. Çünkü diğer derecelerin sahipleri, yaptıkları ibadet ve hizmetleri, ya Allah (c.c.)’ın fazl ve keremine ulaşmak veya azaptan, ceza görmekten kurtulmak üzerine yerleştirip ona göre hareket ederler. Halbuki fütüvvet sahipleri, yaptıklarını yalnız Allah (c.c.) için ve Allah sevgisi için yaparlar.
 
Allah (c.c.) kullarına bu vücudu hastalıklardan arınmış ve tertemiz olarak ihsan buyurdu. Kullara ve fütüvvete uygun olan da o vücudu hastalıklardan arınmış olarak iade etmektir.
 
Fütüvvetin esası, insanın ebedi olarak başkaları için ve başkalarının işinde çalışmasıdır. (294)
 
Hz. İbrahim (a.s.)’e bir mecusî (ateşe tapan) konuk geldi. İbrahim (a.s.),  ona ‘müslüman olursan seni konuk ederim’ dedi. Konuk bu söze gücenerek gitti. Allah (c.c.)’tan İbrahim (a.s.)’e şöyle vahiy geldi: “Elli yıldır kafir olduğu halde biz onun rızkını veriyorduk. Ne olurdu sen de ona dinini değiştirme isteğinde bulunmadan bir lokma yedirseydin!” Hz. İbrahim (a.s.) koşarak adama yetişti ve kendisinden özür diledi. Mecusi, İbrahim (a.s.)’in özür dilemesinin sebebini anlayınca müslüman oldu. (295)
 
İmam-ı Azam Ebu Hanife (r.a.) bir gün sokakta giderken birisine kolu dokundu. O insan da Ebu Hanife’yi tanımadığından ona bir tokat vurdu. Ebu Hanife ona: ‘Ben senden intikam almaya ve sana dersini vermeye gücüm yeter. Fakat müsterih ol! Dünyada sana bir kötülük yapmayacağım gibi, ahirette de Cenâb-ı Hak beni Cenetine koyarsa sensiz girmeyeyim.’ buyurdu. Adam Ebu Hanife’nin kim olduğunu anlayınca özür diledi ve bağışlanmasını istedi.
 
Fütüvvet, gerçekleştirdiğin, fakat kendi nefsine bir pay çıkarmadığın bir fazilettir. Fütüvvet, ortaya koyduğun bir fazilettir, fakat bu fazilet benden değildir, Rabbimin tevfiki ve ihsanı iledir, diye inanmak şarttır. (296)
 
Cüneyd-i Bağdadi, fütüvvet, kimseyi incitmemek ve elde olanı insanlar için harcamaktır, demiştir.
 
Sehl b. Abdullah, fütüvvet sünnete tabi olmaktır, demiştir. (297)
 
Fütüvvet, nimetleri açıklamak, fakat mihneti gizli tutmaktır. Çünkü nimeti açıklamak şükür, mihneti yani sıkıntıları gizli tutmak ise sabır ve tahammül sayılır.
 
İslâm toplumlarında tarih boyunca hep yaşanmış olan Fütüvvet ahlâkı, aynı zamanda bu toplumların farklılık, sosyallik ve hareketlilik özelliklerine bir delil teşkil eder. Topluma yansımalarından anlaşıldığı kadarıyla, bu topluluklar günümüzün bazı sivil toplum örgütleri ve gençlik yönü ağrılıklı olan cemaatleri ile ilişkilendirilebilir. Bu nedenle bugün de fütüvvete benzeyen oluşumların var olduğu söylenebilir.
 
 
(287) Kuşeyri Risalesi, s.307.
(288) A.g.e. s.307.
(289) A.g.e. s.307.
(290) Kehf sûresi, 18/62.
(291) Enbiyâ sûresi, 21/60.
(292) Kehf sûresi, 18/13.
(293) Kehf sûresi, 18/13.
(294) Yûsuf sûresi, 12/16.
(295) Yûsuf sûresi, 12/62.
(296) Sülemî, Kitabü’l-Fütüvve.
 
(297) Kuşeyri Risalesi, s.305.
BU YAZI AŞAĞIDAKİ WEB SİTESİNDEN ALINMIŞTIR.
http://www.islamahlaki.com/default.asp?kat_no=576

--

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder