HAL
‘Hal’ tasavvuf yolcusunun makamlarından birisidir. Tasavvufçulara göre hal, kulun isteği, celp etme girişimi ve kazanma isteği olmadan kalbine gelen neşe-hüzün, rahatlık-sıkıntı, şevk-dert, heybet-heyecan gibi durumlara denir.
Buna göre haller, Allah (c.c.) vergisidir, makamlar ise çalışarak kazanılır. Haller Allah (c.c.)’ın cömertlik ve lütfundan gelir. Makamlar ise cehd ve gayret ederek ulaşılır. Makamda istikrar vardır, hal ise sürekli değişmektedir.
Ebu Ali Dekkak (r.a.)’ın Resûlullah (s.a.v.)’in: “Kalbimi bir örtü bürür de onu kaldırmak için günde Allah Teala’dan yetmiş defa af dilerim.” [1] hadisini açıklarken şöyle dediğini işitmiştim. ‘resûlullah (s.a.v.) halleri itibariyle ebedi ve devamlı bir yükseliş durumunda idi. Bir halden daha yüksek bir hale ulaştığı zaman eski halini düşünür, yeni haline nazaran eski halini bir hicap ve örtü kabul ederdi. O’nun halleri ebedi ve devamlı artış göstermekte idi.’ [2]
Hal, tasavvuf yolcusu bir insanın kendi derinliklerinde ötelerden gelen esintileri yaşaması ve kalp ufkunda cereyân eden gece-gündüz, sabah- akşam, farklılığının duyulup hissedilmesidir. Onu insanın cehd ve gayreti olmadan, insan kalbini saran sevinç- hüzün, kabz- bast şeklinde anlayanlar, bu oluş ve sezişin devam ve istikrârına ‘makam’, onun zevâl bulup gitmesine de ‘nefsânîlik’ demişler.
Bu ittibarla, ‘hal’e, bir ilahi mevhibe ve gönül yamaçlarının ‘üns’ esintiler, ‘makam’a da insan irade ve azminin bu nefehâtı soluklayıp benliğine mal ederek ikinci bir fıtrata ulaşması diyebiliriz.
Hal; yaratılış, hayata mazhariyet, nur ve rahmet gibi, perdesiz her şeyin gerçek kaynağını gösterir ve hâlis tevhidi ihtar eder. Makam ise, sa’y u gayretin sisli- dumanlı prizması içinde dediğini der ve hakikati o kadar net aksettiremez. Onun içindir ki, kalbe gelen vâridatın duyulup sezilmesi ve her lâhza, kalplerde ‘kenzen’ bilinen doğru ayrı bir yol vurulması; içinde biraz da kendimizi anlatmanın bulunduğu o vâridatın kendi rengimize göre ifâde edilmesinden daha kadirşinâsca bir davranış sayılmıştır.
Allah Teala’nın kudreti dahilinde bulunan lütufların sonu yoktur. Mutlak ve ideal izzet Hakk’ın hakkı olunca, hakiki manadaki izzete ve yüksekliğe ulaşmak imkansız olur. O halde kul haaleri itibariyle devamlı olarak yükseliş vaziyetinde olacaktır. [3]
Bundan dolayıdır ki, Hz. Muahammed (s.a.v.), bir makam münasebetiyle: “Allah sizin cisim ve sûretlerinize değil, kalplerinize nazar eder (bakar)..” diyerek Allah (c.c.) katında önemsenen noktayı hatırlatıp, halkça yönelinecek mihrâbı iş’ar ile âyineyi, tecelliye tevcih buyurmak istemiştir. Derecesi daha düşük bir rivayette, kalpleri yanında ameller de zikredilerek; “Allah sizin kalplerinize ve amellerinize bakar...” beyanı ise, hâlin devamıyla ulaşılan ‘makam’a hal hatırına bir iltifâttır.
Hal; mutlak iradenin muradına uygun vakitlerde, ara ara gelen tecelliler.. bu tecellilerin yayılma sahası kalp ufku.. avlayıp bir kalıba ifrağ eden de his ve şuurdur. Bu itibarla makama, dalgaları inmiş, istikrara ulaşmış bir pâye nazarıyla bakılmasına karşılık; hal, yüksek takdîrlere bağlı gel- gitlerin ağında, her zuhur bir evvelkisinden ayrı ve farklı kareler içinde, sürekli belirip kaybolan ve tıpkı güneşten gelen değişik boy ve renklerdeki dalga paketlerine benzetilebilir.
Hassas ruh ve marifetle uyanmış şuurlar, suyun üzerindeki kabarcıklarda, güneşin akislerini gördükleri gibi, gönül yamaçlarında da, hâl dalgalanmalarını öyle görür, hisseder ve ayrı ayrı anlayarak ona karşılık verirler.. Kalp balansını iyi ayarlayamamış, dolayısıyla da bağlantısız kalmış kopuk ruhlar, bunları birer vehim ve hayal sanabilirler; varlığa Hakk’ın nûruyla bakanlar için bunlar çok açık gerçeklerdir.
En büyük Hal insanı olan Peygamber (s.a.v.), bir önceki mazhariyetlerini, bir sonraki durumu itibariyle derin gördüğünden o derin hâlin nuruyla Allah (c.c.) gönüllerimizi donatsın! “Ben günde yetmiş defa istiğfar ediyorum...” buyururlardı.
Allah (c.c.)’ın kulunu ulaştırdığı hiçbir mana ve hal yoktur ki, ondan daha üstün olanını yaratmak ve kulunu oraya ulaştırmak O’nun kudreti dahilinde olmasın. [4]
[1] Müslim, Zikir, s. 41.
[2] Kuşeyri Risalesi, S. Uludağ.
[3] A.g.e.
[4] Kuşeyri Risalesi, S. Uludağ.
http://www.islamahlaki.com/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder