17 Aralık 2017 Pazar

Hz. Mevlana - Şeb-i Arus


Bugün 17 Aralık 2017 Pazar.

Hz. Mevlana’nın Allah’a kavuştuğu, vuslatı, Şebi Arus yani düğün gecesi..

Efendim 2 yıl önce yayınladığımız yazıyı tekrar istifadenize sunuyoruz.

Hayırlı Pazarlar

Celal

Sevgili hocamızın bu sabah attığı tweetteki duaya gönülden AMİN ! diyorum.


  Retweetledin
Sevgili dostlarımız,çok aziz Hakk âşıkları,gönülden gönüle yol bulan muhabbet yolcuları !
Şeb-i Arus'umuz mübârek ola ! Bizlerin de gidişi düğün,bayram aşk, muhabbet ola !
Tabutumuzun başında sâf,sâf melekler dura !
Toprağımız rahmet,huzûr selâmet ola..


**********************
*************

Hz. Mevlana - Şeb-i Arus
 


Bugün 17 Aralık 2015. Hz. Mevlana’nın Allah’a kavuştuğu, vuslatı, Şebi Arus yani düğün gecesi..
 
“Bence bu dünyadan göçüp gitmek yolculukların en hayırlısı en güzelidir !

O nedenle bizim ölümümüz ebedi düğün bayram günüdür ! ”

Hz.Mevlânâ

 

“Ecel günü gelipte ben bu dünyadan göçünce, sakın beni mezarda aramayız !

Bizim mezarımız sadece Hak âşıklarının gönüldür ! ”

Hz.Mevlana

 
Son Mesnevihan Hayat Nur Artıran Hanımefendi bugün Twitter’dan şöyle yazmış:

 
“Sevgili dostlarımız Hz.Pir Efendimizin 742'inci vuslat yıldönümünü kutluyor bizlerinde  gidişinin AŞK düğün bayram olmasını niyaz ediyoruz.

 
Bu fâni dünyada iken "Ölmezden evvel ölme" lutfuna erenlerin gidişide düğün bayram olur ! Çünkü onların kıyameti daha yaşarken kopmuştur. ”

 
 
 

Size bu yazıda kısaca Hz. Mevlana’yı hatırlatacağız. Sonra Fakirin yaşadığı o karşı cinse olan beşeri aşkın ilahi aşka ulaşmaya vesile olması ile ilgili bir kıssa paylaşacağız.


En son ise sevgiyi artırmanın bir yolundan bahsedeceğiz.


Hz. Mevlânâ’nın Hayatı 



Hz. Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan Ülkesi'nin Belh şehrinde doğmuştur. Mevlâna'nın babası Belh Şehrinin ileri gelenlerinden olup, sağlığında "Bilginlerin Sultânı" ünvanını almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahâeddin Veled'tir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur.


 


Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh'den ayrılmak zorunda kalmıştır. Sultânü'I-Ulemâ 1212 veya 1213 yılllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'den ayrıldı.


 


Sultânü'I-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur olmuştur. Nişâbur şehrinde tanınmış mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaştılar. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır.


 


Sultânü'I Ulemâ Nişabur'dan Bağdat'a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâ'be'ye hareket etti. Hac farîzasını yerine getirdikten sonra, dönüşte Şam'a uğradı. Şam'dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende'ye (Karaman) geldiler. Karaman'da Subaşı Emir Mûsâ'nın yaptırdıkları medreseye yerleştiler.


 


1222 yılında Karaman'a gelen Sultânü'/-Ulemâ ve ailesi burada 7 yıl kaldılar. Mevlâna 1225 yılında Şerefeddin Lala'nın kızı Gevher Hatun ile Karaman'da evlendi. Bu evlilikten Mevlâna'nın Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adlı iki oğlu oldu. Yıllar sonra Gevher Hatun'u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerrâ Hatun ile ikinci evliliğini yaptı. Mevlâna'nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Âlim Çelebi adlı iki oğlu ile Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi.

 

Bu yıllarda Anadolunun büyük bir kısmı Selçuklu Devleti'nin egemenliği altında idi. Konya'da bu devletin baş şehri idi. Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkarlarla dolup taşmıştı. Kısaca Selçuklu Devleti en parlak devrini yaşıyordu ve Devletin hükümdarı Alâeddin Keykubâd idi. Alâeddin Keykubâd Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled'i Karaman'dan Konya'ya davet etti ve Konya'ya yerleşmesini istedi.

 

Bahaeddin Veled Sultanın davetini kabul etti ve Konya'ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile geldiler. Sultan Alâeddin kendilerini muhteşem bir törenle karşıladı ve Altunapa (İplikçi) Medresesi'ni ikametlerine tahsis ettiler.

     

Sultânü'l-Ulemâ 12 Ocak 1231 yılında Konya'da vefat etti. Mezar yeri olarak, Selçuklu Sarayının Gül Bahçesi seçildi. Halen müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı'ndaki bugünkü yerine defnolundu.

 

Sultânü'I-Ulemâ ölünce, talebeleri ve müridleri bu defa Mevlâna'nın çevresinde toplandılar. Mevlâna'yı babasının tek varisi olarak gördüler. Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, İplikçi Medresesi'nde vaazlar veriyordu. Vaazları kendisini dinlemeye gelenlerle dolup taşıyordu.

 

Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaştı. Mevlâna Şems'de "mutlak kemâlin varlığını" cemalinde de "Tanrı nurlarını"görmüştü. Ancak beraberlikleri uzun sürmedi. Şems aniden öldü.

 

Mevlâna Şems'in ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekildi. Daha sonraki yıllarda Selâhaddin Zerkûbî ve Hüsameddin Çelebi, Şems-i Tebrizî'nin yerini doldurmaya çalıştılar.

 

Yaşamını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 Pazar günü Hakk' ın rahmetine kavuştu. Mevlâna'nın cenaze namazını Mevlâna'nın vasiyeti üzerine Sadreddin Konevî kıldıracaktı. Ancak Sadreddin Konevî çok sevdiği Mevlâna'yı kaybetmeye dayanamayıp cenazede bayıldı. Bunun üzerine, Mevlâna'nın cenaze namazını Kadı Sıraceddin kıldırdı.

 


Hz. Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine yani Allah'ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu.

 

***

 

Yazdığım kitapta anlattım. Benim karşı cinse olan aşkım şimdi ilahi aşka döndü. Beşeri aşkın ilahi aşka ulaşmaya vesile olması ile Hz. Mevlana’ya atfedilen bir menkıbe:

 

Bir gün bir genç, Hz. Mevlana’nın kapısına gelip; “Beni müridliğe kabul buyurun efendim” diyerek niyazda bulunur. Hz. Mevlana gence bakar ve “Hiç aşık oldunuz mu evladım?” diye sual eyler. Genç şaşkın bir halde ne diyeceğini bilemez.

 

Hz. Mevlana, müridliğe kabul edilmesi için önce bir kulu sevmiş olması gerektiği söyler ve genci geri gönderir. Genç ne yapacağını bilemez bir hal içinde ertesi gün tekrar tekkenin kapısını çalar ve isteğini yeniler. Hz. Mevlana sualinde ısrarlıdır ve genci tekrar geri gönderir.

 

Üçüncü gün genç dayanamaz ve Hz. Mevlana’ya bu isteğinin hikmetini sorar.

Hz. Mevlana mütebessim bir çehreyle müride döner ve:

 

“Bir kulu dahi sevmekten aciz olan,

  Nasıl Yüceler Yücesi ALLAH’a aşık olmaya yol bulur?

 

  Bir kulun ateşine yanmamış gönül,

  Yüceler Yücesi’nin Aşkını nasıl bilsin de yansın?

 

  SEV de GEL Evladım, SEV de GEL …

 

 

Hz. Mevlana’nın vuslat yıldönümünde toplum olarak kaybettiğimiz SEVGİ‘yi geri kazanmanın bir yolundan bahsedeceğiz. Bu, kitabımda olan bir bölümdür.

 

Rahmetli Kayahan’ın dediği gibi deriz ki; Yolu sevgiden geçen herkesle birgün biryerlerde buluşuruz…   Aşk ola…

 


 

Zaten hepimizin bildiği şu hadis üzerinde düşünelim mi?

 

Ebu Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resülullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

 

"Canım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız!"

 

(Müslim, îman 93-94. Ayrıca bk.Tirmizî, Et'ime 45, Kıyamet 56; İbni Mace, Mukaddime 9, Edeb 11)

 

Sevgili Peygamberimiz, İslam'a göre her işin başı ve ahiretin yegane geçer akçesi olan iman ile sevgi arasındaki bağı en çarpıcı biçimde bu hadisinde dile getirmiş bulunmaktadır.

 

Konunun ehemmiyetine binaen yemin ederek söze başlamış ve önce kesin bir gerçeği, imansız cennete girilemeyeceğini haber vermiştir.

 

Sonra da cennete girebilmenin vazgeçilmez şartı olan imanı elde edebilmek için mü'minlerin birbirlerini sevmeleri gerektiğini, aynı kesinlikle ve aynı açıklıkla bildirmiştir:

 

"Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız!"

 

Bundan şu sonuç çıkmaktadır: İman, nasıl cennete girebilmenin, vazgeçilmez şartı ise, mü'minleri sevmek de tam ve kamil bir imana sahip olabilmenin biricik şartıdır.

 

Mü'min, kendisiyle aynı imanı paylaşan herkesi, ırkına, rengine, yurduna ve diline bakmaksızın sevecek, onlara karşı muhabbet ve sorumluluk duyacaktır.

 

Müslümanları, tasa ve kıvançlarını paylaşma, dertlerini dert edinme seviyesinde sevgi ve ilgiye layık bulmanın tabiî sonucu onlarla selamlaşamaz hale gelmemektir.

 

Selam, müslümanlar arasında oluşacak sıcak ilgi ve alakanın mukaddimesidir.

 

Müslümanlar selam ile tanışır, bilişir ve sevişirler. Onları aynı inanç çizgisinde birleştiren, bir anda kalbî duygularla birbirlerine bağlı olduklarını hissettiren sihirli kelime selamdır.

 

Sevgili Peygamberimiz SAV, sadece tesbit ve teşhis ile kalmaz, mutlaka tedavî yollarını da müslümanlara gösterir. Bu hadîs-i şerîfte de onun böyle bir uygulamasını görmekteyiz.

 

Müslümanlar arası ilişkilerin sevgi düzeyine çıkarılabilmesi için nereden başlanması gerektiğini, "Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi, aranızda selamı yayınız!" sözleriyle ortaya koymuş bulunmaktadır.

 

Artık sonuç belli, vasıta belli, o vasıtayı elde edebilmek için gereken sermaye (sevgi) belli, o sermayeye ulaşmak için atılacak ilk adım da bellidir. Ötesi müslümanlara kalmıştır.

 

Cennet-iman-sevgi-selam irtibatı, konumuz olan sevginin önem ve yerini göstermesi bakımından başkaca hiçbir söze ihtiyaç bırakmayacak kadar açıktır.

 

Yazıyı Yunus Emre hazretlerinin dörtlükleriyle bitiriyoruz:

 

Ben gelmedim dava için,

Benim işim sevgi için

Dost'un evi gönüllerdir,

Gönüller yapmağa geldim

 

***

 

Gelin tanış olalım,

İşi kolay kılalım,

Sevelim sevilelim,

Dünya kimseye kalmaz

 

Allah bizleri sevgisiz bırakmasın...
 

Celalin Penceresinden

 
 
 

 
 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder