12 Aralık 2017 Salı

TEVÂZU-2

TEVÂZU-2

Kibir zehirdir, tevâzu ise şifâdır. Mevlânâ Hazretleri şöyle buyurur:
 
“Şunu iyi bil ki; bu kibir ve ucub, yani kendini üstün görme hâli kahredici bir zehirdir. Ahmaklar, bu zehirli şarabın sarhoşu oldukları için kendilerinde varlık hissederler.”
 
Bu bakımdan kibri gönülden uzak tutup tevâzuu yerleştirmek zarurîdir. Mü’min mütevâzi olmak durumundadır. Zira tevâzu, dînin yerine getirilmesi gereken bir vecibesidir. Ebû’l-Hasan Harakānî Hazretleri şöyle buyurmaktadır:
 
“Nasıl ki namaz ve oruç farzdır, îfâsı mecburîdir; aynı şekilde gönülden, kibri, hasedi ve hırsı bertaraf etmek de zarurîdir.”
 
Zira kibir çirkin bir ahlâktır, tevâzu ise güzel bir ahlâktır. En güzel ahlâkın sahibi olan Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, tevâzu ahlâkının da zirvesindeydi. Mekke fethedildiğinde en güçlü olduğu zamanda bile kendisine onca zulmü yapan insanları affetmiş, karşısında titreyen insanlara şu hikmetli sözü söylemiştir:
فَإنِّى لَسْتُ بِمَلِكٍ. إنَّمَا أنَا ابْنُ امْرَأةٍ تَأكُلُ الْقَدِيدَ
 
“Sakin ol! Ben bir kral değilim. (Güneşte) kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum.” [8] Yine o, âdemoğlunun ve Rasûllerin efendisi olduğunu söylerken hemen sözünün arkasından;
 
“Lâ fahre! / Övünmek yok!”[9] diyerek büyük bir tevâzu örneği göstermiştir.
 
Kibir hastalıktır, zillet de hastalıktır. İşte bu hastalıkların ilâcı tevâzudur.
 
Kibirli olan sevilmez, mütevâzı olan ise sevilir. Yüce Rabbimiz şöyle buyurur:
اِنَّ اللهَ لاَ يُحِبُّ مَنْ كَانَ مُخْتَالاً فَخُورًا
 
“Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez.” (en-Nisâ, 4/36)
 
Kibir alçalma ve aşağılara düşmektir; tevâzu ise yücelik ve yükseliştir. Dışarıdan bakıldığında kibirlenenin büyükleniyor gibi bir hâli vardır. Tevâzu gösteren de küçülüyor gibi bir hâldedir. Ama işin özüne bakıldığında, Allah katındaki duruma bakıldığında; kibirlenen kibri yüzünden alçaldıkça alçalır, mütevâzı olan da tevâzuu sebebiyle yüceldikçe yücelir.
 
Kibirlinin sonunun ne olacağını Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bize şöyle haber vermektedir:
يُحْشَرُ الْمُتَكَبِّرُونَ أمْثَالَ الذَّرِّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ، يُغْشَاهُمُ الذُّلُّ منْ كُلِّ مَكَانٍ،
 
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Kıyamet günü, mütekebbirler küçük karıncalar gibi haşrolunurlar. Onları her yönden zillet bürümüştür.[10] Görüldüğü gibi dünyada iken «dağları ben yarattım» edasıyla dolaşan kibirli insanlar, mahşer günü geldiğinde küçüldükçe küçülecekler.
 
Alçak gönüllü olanlar ise yüceldikçe yücelecekler. Zira Fahr-i Kâinât Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, şöyle buyurmaktadır:
 
Allah için tevâzu gösteren kişiyi Allah ancak yüceltir.”[11]
 
Onun için mü’minler olarak, eğer Rabbimizin katında bir değerimizin olmasını istiyorsak mütevâzı olmalıyız. Rabbimiz’in;
وَلاَ تَمْشِ فِى اْلاَرْضِ مَرَحًا
 
Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma!”[12] ikazına kulak verip;
وَعِبَادُ الرَّحْمَنِ الَّذِينَ يَمْشُونَ عَلَى اْلاَرْضِ هَوْنًا وَاِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلاَمًا
 
“Rahmân’ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevâzu ile yürüyen kimselerdir. Cahiller onlara lâf attıkları zaman; «Selâm!» der (geçer)ler.”[13]  tavsiyesine uymalıyız.
 
Ve alçak gönüllü olmanın neticesi:
وَبَشِّرِ الْمُخْبِتِينَ
اَلَّذِينَ اِذَا ذُكِرَ اللهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَالصَّابِرِينَ عَلَى مَا اَصَابَهُمْ وَالْمُقِيمِى الصَّلَوةِ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ
 
“…Alçak gönüllü kimseleri müjdele! Onlar; Allah anıldığı zaman kalpleri ürperen, başlarına gelen (musibet)lere sabreden, namazı dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayan kimselerdir.”[14]
 
Demek ki mü’min; mütevâzı olunca yani acziyetini itiraf edip kendini ve haddini bilince, Cenâb-ı Hak ona lütuflarda bulunuyor: Mütevâzı olan mü’minin kalbi, hassasiyet kesbediyor, musibetler karşısında sabırlı oluyor. Mütevâzı olan mü’min, sınırda kalıp haddini bildiği için, hakkı teslim ettiği için namazı yasak savma kabîlinde değil dosdoğru, hakkını vererek kılıyor. Yine; «Asıl sahibi Rabbim’dir.» diyerek; «Ben kazandım, benim!» demeden, O’nun rızık olarak verdiklerinden gönül hoşnutluğuyla infak ediyor.
 
Ve böylece mü’min; kul olduğunu, âciz olduğunu; dolayısıyla insanlara karşı üstünlük taslamanın hiçbir anlam ve yerinin olmadığını, eğer bir üstünlük söz konusu olacaksa bunun da ancak Rabbimiz’in belirttiği gibi takvâ ile olacağını idrak eder.[15]
 
Onun için kibir, gurur, enâniyet gibi hastalıkları kalbimizden söküp atmalı, yerine mahfiyet, hiçlik, tevâzu ve takvâ gibi kalbe şifâ olan hususları yerleştirmeliyiz.
 
Rabbimiz; bizleri kibir ve gururdan, enâniyetten muhafaza eylesin.
 
Rabbimiz, bizleri hiçliğini ve acziyetini idrak edip gerçek anlamda kulluk şuurunda olanlardan eylesin.
 
Rabbimiz; bizlere tevâzu, yokluk, hiçlik, vakar ve kemâliyet ahlâkı içerisinde bir hayat sürmeyi nasip ve müyesser eylesin.
Âmîn…
 
Not: Bu vaaz Yard. Doç. Dr. Mustafa CANLI Yüzaki Dergisi Kasım2015 Sayısındaki Makalesinden hazırlanmıştır.

BU YAZI AŞAĞIDAKİ SİTEDEN ALINMIŞTIR:
http://www.islamdahayat.com/news.php?readmore=496
 
  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder