Hekimoğlu İsmail
AİLE-SAĞLIK
Bâkî nîmetlere kavuşabilmenin yolu, fâni sevgileri kalpten çıkarabilmektir...
Ahlak, insanı Yaratan’ın koyduğu sistemdir; insanın davranışlarına yön veren manevi bir değerdir.
Dolayısıyla her milletin, her dinin hatta her topluluğun kendine has bir ahlak ve maneviyat anlayışı vardır. Fakat Müslüman’ın ahlak anlayışının temeli şahsi değil, İslâm dininin esaslarına dayanmaktadır. İslâmiyet’e göre ahlâk: Haram ve mekruhlardan kaçınmak, farzdan sünnete kadar bütün emirleri yapmak, başkalarına zarar vermemektir, dinin bir şubesidir. Kısacası ahlak denilince, aklımıza İslamiyet gelir.
Nasıl ki her binanın bir temeli vardır, İslam’ın temeli de güzel ahlaktır; ilim, teknik, İslam ahlakı İslam medeniyetinin esaslarıdır. Çünkü İslam ahlakının olmadığı yerde medeniyet de yoktur. Mesela kitaplığımın rafında beş parmak kalınlığında “Anonim Şirket” isimli kitap duruyor. Bu kitapta o kadar çok kanun, yönetmelik, açıklama ve tavsiye var ki… Evvela düşünelim, neden bir anonim şirket için beş parmak kalınlığında kitap yazılmıştır? Çünkü bir milletin ahlakı ne kadar bozulursa, kanunların sayısı o kadar artar. İslam ahlakından ayrılanlar milletlerini de kendilerini de kötü duruma düşürürler; hem başkalarına zarar verirler hem de maddeten ve manen zarar görürler.
Hâlbuki maddi ve manevi organlarımız, bizlere verilmiş birer nimettir. Bunun için ‘Müslümanım’ demek yeterli değildir. İslam da yalnızca camide yapılan ibadetlerle sınırlı değildir; hayat dinidir, hayatın her alanı ile ilgili kuralları vardır.
İnsanların, namaz, oruç gibi ibadetlerini yerine getirip de, İslam ahlakından uzaklaşması düşünülemez. Bunun için maddi ve manevi organlarımızı tek tek İslam ahlakına uyduracağız. Gözümüzü, haram şeylere bakmakta değil, kitap okumak, ilim öğrenmek, kâinattaki harika sanatlara bakıp tefekkür etmek gibi işlerde kullanırsak İslam’ın ahlakına uydurmuş oluruz. Kulağımızı, çirkin ses ve sözlere değil, güzel sözlere, hayırlı nasihatlere, Kur’an dinlemeye açarsak yaratılış gayesine uygun kullanmış oluruz. Bunu yaparken hem elimizi, gözümüzü, kulağımızı, kalbimizi her türlü haramdan uzaklaştırmış oluruz hem de ibadet etmiş gibi sevap kazanırız.
İnsan, helal olanı isteyen ruh ve haram olanı isteyen nefsle donatılmıştır. Çarşıda, pazarda, evde her an insanla birlikte dolaşan nefsin terbiyesi ve eğitimi için de Allah, kitaplar ve peygamberler göndermiştir. Çünkü bâkî nîmetlere kavuşabilmenin yolu fânî sevgileri kalpten çıkarabilmektir.
Müslümanız diyoruz, ahlakımız bozuk. Peygamberimiz (sas), “Ben güzel ahlakı tamamlamak için geldim.” diyerek, en güzel ahlaka örnek olmadı mı? Mesela bir arkadaş Amerikalıya: “Size İslamiyet’i anlatayım mı?” deyince, Amerikalı şu cevabı verdi: “Ben senin hayatını beğenmiyorum ki seni dinleyeyim…” Hâlbuki asr-ı saadette müşrikler, Peygamberimiz (sas)’in yaşayışını, ahlakını beğenip Müslüman oldular.
Din ahlaktır, ahlak da sünnete ittibadır. Din gönderen Allah, dinini yaşayan ve onu ümmete anlatan peygamberler de göndermiş.
Peygamberi sevmek, gücü yettiği kadar ona tabi olmak anlamına gelir. İnsan sormalıdır; “Acaba sevdiğimi söylediğim Peygamber (sas)’i hayatıma ne kadar alabildim, sünnetini ne kadar yaşayabiliyorum?” Sünnete tabi olmayanların sevgisi laftır.
O zaman her Müslüman için gerekli olan Peygamberimiz (sas)’in hayatını öğrenmek, asgari düzeyde de olsa yaşayabilmektir. Çünkü Peygamberimiz’in hayatının her safhası Müslümanların örnek alması için bir numunedir.
Ümmeti için, defalarca kovulduğu kapıya gidip kurtuluş yoluna davet eden bir Peygamber’in ümmetiyiz…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder