2 Nisan 2015 Perşembe

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN - Veren El Alan Elden Hayırlıdır

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN - Veren El Alan Elden Hayırlıdır

Prof Dr. Mahmud Esad Coşan (1938-2001)

HAYIRLI CUMALAR

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

Cumanız mübarek olsun, aziz ve sevgili Akra dinleyicileri! Allah bu mübarek sevaplı, nurlu günün hayrından, bereketinden en güzel tarzda hissemend olmayı cümlenize nasîb eylesin...

(EMEKLİ OLMADAN İŞYERİNDE KULAKLIKLA; ŞİMDİ İSE YATAĞIMDA KÜÇÜK RADYOMDAN HERGÜN SABAH 9:30'DA VE ÖĞLEDEN SONRA 15'DE M. ESAD HOCAEFENDİNİN AKRA FM'DE SOHBETLERİNİ DİNLİYORUM. Ankara Akra FM: 107.4 )

Bismillâhir-rahmânir-rahîm

Veren El Alan Elden Hayırlıdır

Şimdi bu kur'a ile çekilmiş sayfadan birinci hadis-i şerif. Abdullah ibn-i Ömer RA'dan Hanbelî mezhebinin kurucusu, mübarek alim, mübarek mezheb imamı Ahmed ibn-i Hanbel rivayet etmiş. Konu hayır vermek, sadaka vermek, nafaka vermek, birilerine bakmak ile ilgili... Peygamber Efendimiz aynen şöyle buyuruyor:

RE. 110/1 (İnnel-yedel-ulyâ) "Hiç şüphe yok ki daha yüksek olan el, (hayrun minel-yedis-süflâ) daha aşağıda olan elden daha hayırlıdır. (Vebde' bimen tel) Geçimi, nafakası üzerine olan, bakımıyla sorumlu olduğun insanlardan başla!" diyor Peygamber Efendimiz.

Şimdi tabii burada o zamanın insanlarıın bildiği, bizim bilmediğimiz, açıklama ihtiyacını duyduğumuz kelimeler var. Daha yukarıdaki el ne demek, daha aşağıdaki el ne demek?..

Daha yukarıdaki el, el-yedül-ulyâ; yâni hayır yapan, kesesini açıp da, parayı çıkartıp da, muhtaca veren eldir. El-yedis-süflâ, daha aşağıda olan elden, daha yukarıda olan el daha hayırlıdır. Yâni cömertliği yapan kimsenin eli, cömertliğe muhatap olan fakirin elinden, yâni el açıp da alan kimsenin elinden daha hayırlıdır. Yâni hayır yapmanın, bağış yapmanın, sadaka vermenin, zekât vermenin, cömertliğin kıymetli olduğunu anlatıyor bu ifade... Vermek iyidir, veren el alan elden daha üstündür demek oluyor.

Allah-u Teàlâ Hazretleri cümlemize helâl para kazanmayı nasib etsin... Helâl paramızla güzel hayırlar, makbul hayırlar yapmayı nasib etsin... Bütün kardeşlerimiz mutlu olsun, bahtiyar olsun, muhtaç kimse kalmasın diye temenni ederiz ama, hem memleketimizde hem de çevre ülkelerde, Balkanlar'da, Kafkasya'da, Rusya'da, Orta Asya'da, Afrika'da, Güneydoğu Asya'da çok fakir var...

Kazananlar, tahsilli olanlar, dünyayı anlamış olanlar, geçimini düzene sokmuş olanlar, zengin olanlar fakir kardeşlerini aramalı, bulmalı, onlara yardım elini uzatalı, onların gönlünü hoş etmeli, işlerini görmeli!.. İslâm'ın emri bu...

İslâm bir dindir, inançtır, ibadet çok önemlidir. Ama ibadetlerin bir tanesi bakıyoruz, zekât diye karşımıza mâlî bir ibadet olarak çıkıyor. Yâni mâlî bakımdan çıkartıp birisine bir şey vermek de ibadet oluyor ve Allah'ın çok sevdiği ibadetlerden biri oluyor. Çünkü her şey bu zenginlikle, parayla çözümleniyor. Parayı veren istediğini alıyor, istediğini yapıyor. Parası olmayan da kenarda boynu bükük, mahzun bakıyor.

Tabii o kardeşimiz neden öyle fakir düşmüş, ötekisi nasıl kazanmış?.. Bazan fakir olan, tahsilsiz olduğu için, yoksul olduğu için, babası okutamadığı için, çoban olduğundan, sürüye bakmak zorunda olduğundan, rençber olduğundan, tarlayı sürmek zorunda olduğundan, okula parası olmadığından, tahsil yapmağa, taksit vermeğe imkânı olmadığından böyle oluyor. Bazan başka arızalar oluyor, hastalıklar oluyor, zayıflıklar, çelimsizlikler oluyor; çalışamıyor, kazanamıyor.

Bazan bazı insanlar saf oluyor, elinde parası olsa da onu idare edemiyor. Bazı insanlar da açıkgöz oluyor, çalışıyor çabalıyor, zengin oluyor. İşte sonuç itibarıyla bazı insanlar zengin oluyor, bazı insanlar fakir kalıyor. İktisatta da kuralmış zaten; bir yerde bütün insanlara eşit miktarda para versen, "Hadi bakalım, buyurun çalışın!" desen, bir zaman sonra paraların belli ellerde toplandığı, bazılarında paraların daha çok olduğu, bazılarında azaldığı bir kural imiş. Bazıları bu işi, parasını arttırmak işini beceriyorlar, bazıları beceremiyor.

Tabii, hepsi Allah'ın takdiri... Fakirlik de bir imtihan, zenginli de bir imtihan... Fakirlik daha kolay bir imtihan, zenginlik daha zor bir imtihan... Çünkü fakir olan ihtiyaç sahibi olduğundan el açar, yalvarır, dua eder, namaz kılar. "Aman yâ Rabbi, çoluk çocuğumun ihtiyacı var... Aman yâ Rabbi, kirayı veremedim... Aman yâ Rabbi, kış geliyor, yakıtımı alamadım..." diye yalvarır yakarır.

Ama zengin parasıyla her şeyi yaptığından duaya ihtiyaç duymaz. Her şeyi paranın yaptığını sanır. Allah'ı düşünmesi daha az olur. Allah aklına gelmez. parasıyla keyif yapmak aklına daha çok gelir. Şeytan onu daha çok kandırır, nefsi onu daha çok meşgul eder. Bastırır parayı, işler günahı...

Zengin olduğu zaman, parası pulu çok olduğu zaman, hiç de Allah'ı düşünmez. Ancak fakir düştüğü zaman, hasta olduğu zaman, amansız, çaresiz bir derde düştüğü zaman aklı başına gelir, Allah'ı anmaya başlar. Veyahut etrafında bir felâket olur, bir yakını vefat eder, çocuğu kazaya uğrar... O zaman onun için artık hayır yapacağım filân diye tevbekâr olur, doğru yola girer.

Orhan Veli de mizahî bir şekilde şiirinde ne diyor:

Ayakkabısı vurmasaydı,
Anmazdı Allah'ın adını.
Yazık oldu Süleyman Efendi'ye...


Yâni ayakkabısı vurduğu için, "Of, aman, Allah'ım!" diyor ama, ağrısı için diyor, ayağı acıdığından diyor. Yoksa Allah'ı bildiğinden, sevdiğinden, aşık-ı sàdık olduğundan değil. O tabii latîfe yollu söylemiş.

(İnnel-insâne leyetgà) "İnsan kendisinin paralı, pullu, ihtiyaçsız olduğunu görünce, tuğyan eder, sapıtabilir." Onun için zenginlik daha zor bir imtihandır. Çünkü zenginlikte Allah'ı bulmak daha zorlaşıyor. Mevki makam sahipleri, zengin insanlar dünyaya dalıyorlar. "Para benim değil mi, ne istersem onu yaparım!" diyorlar.

Fukara Allah'ı daha çok anıyor. Dindarlar onların arasından daha çok çıkıyor, zenginlerin arasından daha az çıkıyor. Tabii bunlar herhalde bir nisbet dairesinde oluyor. Daha çok, daha az diye bunu ifade ediyoruz. Tabii zenginlerin içinde de çok ibret alınacak, çok mübarek, çok cömert, çok hayırsever insanlar olabiliyor. Fakirlerin içinde de fakirliğinden dolayı kötü yollara sapanlar, hırsızlık, arsızlık, yüzsüzlük yapanlar da çıkabiliyor. Bunlar da istisnası oluyor işin...

Fakat biz insan olarak, beşer olarak, müslüman olarak, bizim gibi benî Adem olan, hemcinsimiz olan fakir kardeşlerimizi aramalıyız. Onları gözetip kollamalıyız. Çeşitli sebeplerden o duruma düşmüş olabilirler. Zarif bir şekilde, kırmadan, üzmeden hayrımızı yapmalıyız.

Şimdi bana geçen gün Türkiye'den telefon etti bir kardeşimiz; birtakım şikâyetlerde bulundu. Ben de dedim ki: "Bu kardeşimiz hayır yapıyor. Hayır yapıldığı zaman, hayrın başa kakmadan, minnet etmeden, ezâ vermeden, zarif bir şekilde yapılması lâzım! Fakirin gönlünü alarak, fakiri üzmeden yapılması lâzım! Hayrı o tarzda yapsın, sen onu söyleyiver!" dedim.

Hayırseverlik iyidir. Yarım elma bile insanın karşısındakinin gönlünü almasına faydalı olabilir. Bir bardak su bile makbule geçer. Onun için elimizden geldiği kadar hayır yapmağa, iyilik yapmağa, cömertlik yapmağa, bir şeyler vermeğe çalışmalıyız.

Vermek almaktan daha hayırlıdır. Başkalarına faydalı olmak, başkalarına asalak olmaktan, sırtına binmekten, başkasını sömürmekten, başkasından istifade etmekten, tenbellik yapmaktan daha iyidir.

Derece derece, yâni duruma göre sömürmek, tenbellik yapmak, aldatmak yoluyla olursa, tabii günah olur. Dinini satarak olursa, tabii çok büyük günah olur, ahiretini mahveder. Onun için bu hususta çok hadis-i şerifler var. Dinin ihlâslı olması lâzım! İnsanların dini geçim vasıtası yapmaması lâzım!

Bunları böyle söylüyor Efendimiz. Bu sözden anladığımız: "Elinizden geldiğince cömertlik yapın, bağışlarda bulunun! İlgili yerleri arayıp bulun, hayır yapın!" demek oluyor.

İkinci cümlede de buyuruyor ki: (Vebde' bimen tel) Hayır yapacaksın, kime hayır yapacaksın?.. "İlkönce senin yakının olan, çevrende olan, bakımıyla yükümlü olduğun kimselere; aile fertlerine, yakın akrabana, yakın komşularına hayır yap!" buyruluyor.

Burda telü-àle-yelü; birisinin geçimini üzerine almak, nafakası üzerine borç olmak, ona bakmak mânâsına geliyor. Bakmakla yükümlü olduğu insana yapılan hayırlar da, ilk önceliği alıyor. Hani evinde çoluk çocuğun aç iken, götürüp de başkasına vermeyeceksin! Veya akraban muhtaçken çok uzak bir yere vermeyeceksin! Mümkün olan en yakınındaki insandan başlayacaksın.

Hattâ hadis-i şeriflerde geçiyor ki: "Bir insanın kendi ailesine, kendi çoluk çocuğuna bile yaptığı masraflar çok sevaplıdır. Hadis-i şerifler okumuştum bu hususta, beni devamlı dinleyen kardeşlerim hatırlayacaklar; insanın evine yaptığı güzel yardımlar, getirdiği yiyecekler, içecekler, giyecekler, cihada verilen para kadar kıymetlidir. Çoluk çocuğunun yüzü gülmesi, başkalarına muhtaç olmaması, gözünün dışarıda kalmaması, gözünün, karnının midesinin evde doyması önemli...

Onun için ilkönce aile efradından, geçimiyle yükümlü olduğu kimselere iyilik yapmaktan başlamak lâzım! Halka halka, derece derece başkalarını da gözetmek lâzım!..

Allah-u Teàlâ Hazretleri hepimizi merhametli müslüman eylesin... Çünkü merhamet eden, merhamet bulur, Allah'ın rahmetine, merhametine mazhar olur. Merhamet etmeyene de merhamet olunmaz. O da ahirette cimriliğinin cezasını çeker.

Bugün dünyada pek çok muhtaç insan var... En yakın çevremizden halka halka kimler kimler muhtaç diye düşünerek, onlara doğru hayrımızı hasenatımızı tevcih etmeye, cömertlik yapmağa, hayır yapmağa gayret edelim!

DEVAMI:

http://esadcosankulliyati.com/arsiv/cuma/c981009.html
 
HAYIRLI CUMALAR

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder