Hekimoğlu İsmail
AİLE-SAĞLIK
Sırat-ı müstakim, Allah’a giden yoldur...
İki nokta arasındaki en kısa mesafe, doğrudur. Bu iki noktayı birleştiren diğer çizgiler doğrudan uzundur. Sırat-ı müstakim dediğimiz Peygamberimiz (sas)’in hayat tarzı da ebedi saadete giden yolların en kısası ve en doğrusudur.
Her sürücü trafik kaidelerine dikkat ederek, yoluna devam eder. Ama eğer trafik levhalarına bakmaz, anayolu bırakıp tali yollara saparsa, ya arabanın lastikleri patlar ya çamura saplanır hatta daha da kötüsü arabayla takla atar, uçuruma yuvarlanır. Peki ya sırat-ı müstakimden ayrılan insan?
Namazların bütün rekâtlarında Fatiha Sûresi okunur. Dua ederiz, yalvarırız, “Allah’ım bizi doğru yola ilet, sırat-ı müstakimde bulundur.” deriz. Sırat-ı müstakim, istikamet yoludur, ifrat ve tefritten uzak, dengeli bir ümmetin yoludur; Peygamberimiz (sas)’in, sahabenin izlediği yoldur, tevhid inancının yoludur. Yolcu hükmündeki insan, yoldan çıkıp, harama girerse felaketi olur.
Tevhid inancı insana kalpte, dilde ve halde istikamet kazandırır; “Her şeyi yaratan, yaşatan, yöneten Allah’tır.” manasındadır. Buna inanan, “Allah beni görüyor, melekler günahımı sevabımı yazıyor, haramlardan kaçayım.” der. Ve kurtulur.
Mesela bir yıllık iaşesini temin ettiği halde ‘ya iş bulamazsam!’ diye çok endişelenen kimseler tevekkülsüzlükle sırat-ı müstakimden ayrılır. Hasta olduğu halde tedavi olmayan kimse de cesarette ifrat yaparak yine sırat-ı müstakimden ayrılmıştır.
Nasıl ki aklın vazifesi iyi ile kötüyü ayırt etmektir, Müslüman’ın vazifesi de helale talip olmak, hayırlı olan yolda yürümektir. Koyun gibi başkasının tarlasında otlayıp, çobanın taşına, değneğine hedef olmaktansa, helâl dairesinde kazanmak ve harcamak hem sırat-ı müstakimde ilerlemektir hem de şahsî kemâlattır. Çünkü dünyaya gelmemizdeki gaye İslamiyet’i yaşamaktır.
İstikametin temini ve muhafazası konusunda Süfyan-ı Sevrî (ra)’nin izahı son derece yol göstericidir:
“Amel olmadan söz müstakim olmaz. Söz ve amel de niyetsiz istikamet bulmaz. Sünnete uygunluk olmadıkça da ne söz, ne amel, ne de niyet istikamete kavuşabilir.”
İnsan, imanı ve ilmiyle sırat-ı müstakimde yürür. Ehl-i keramet uçabilir, denizde yürüyebilir, bunlar önemli değildir. Çünkü uçan kuşların, denizdeki balıkların Allah indinde önemi yoktur. Mesela şimdi bana bir adam gelse, dese ki: “Ben yürüyerek Boğaz’ı geçiyorum.” O adama derim ki: “Yürüyerek Boğaz’ı geçmene ne gerek var, al bir bilet, gemiye binip geç!” Bana göre en büyük keramet, hak yolunda istikamettir.
Bir zamanlar şöyle bir beyit yazmıştım:
Yollar boşaldı artık, yolcular buldu vaha
Yolcular gitmese de, yollar gider Allah’a
Sırat-ı müstakim, Allah’a giden yoldur. Öyle ise ilmimizle, imanımızla, duamızla, meylimizle sırat-ı müstakime girelim. O zaman hem dünyamızın hem de ahiretimizin cennet olduğunu görüp kötü yollarda gidenlerin, ikinci bir kötülük edip kendi veballerini kadere yüklemelerine bakıp onlar için de dua edelim: “Allah’ım, bizi nimet verdiğin kimselerin yoluna ilet; gazap edilmiş olanların ve sapmışların yoluna değil.”
Her Müslüman İslâmiyet adına bir şeyler söyler, yapar amma sırat-ı müstakimde olmak başkadır. Ölçü, Kur’an’dır, sünnettir, İslâmiyet’tir.
Sünnet-i seniyyeye göre yaşanılan hayat, insanı sırat-ı müstakim çizgisinden cennete ve rıza-i ilahiye çıkarır.
Çevreyolundaki tabelada bir yazı okumuştum: “Durmak, geri dönmek yasaktır.”
“İşte İslâmiyet budur!” dedim. Zira Hak yolunda durmak ve geri dönmek olmaz. Daima sırat-ı müstakimde ilerlemek vardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder