KUR’ÂN TEFEKKÜRE DAVET EDER
Yıllar önceydi... İlâhiyat Fakültesindeyiz, genciz, heyecanlıyız. Her gün ülkeyi yeniden kuruyor, “Ülke nasıl kurtulur”, “İslâm nasıl yayılır”ın bin bir çeşit formüllerini konuşuyoruz.
Bahar mevsimi. Yer, okulun bahçesi. Her taraf yemyeşil.
Yine bir gün bir arkadaşla toplumun ıslah edilip güzel ahlakın nasıl hâkim olabileceğini tartışırken ben, önce imanın güçlendirilmesi, fertlerin eğitilip kaliteli hâle getirilmesi gerektiği ve ancak aşamalı bir yenilenmeyle bu hedefe varılabileceğini savundum.
Muhatabım ise çok heyecanlı ve sabırsız bir şekilde ”Allah’ım, sabır ver ama hemen şimdi ver” diyen adam misali, siyasi yolla her şey bir anda olsun bitsin istiyordu. Sözünün bir yerinde ise alaycı bir ifadeyle, “Siz zaten böylesiniz. ‘Aaa.. Ağaca bak! Aman Allah’ım, şu kuş ne biçim yaratılmış’ diye insanları oyalıyorsunuz” demesin mi?
Kur’an niçin sivrisinekten bahseder?
Birden aklıma Asr-ı Saadet’te yaşanan bir olay geldi. Kur’ân âyetleri indikçe itiraz eden müşrikler, Allah’ın sinekten, arıdan, karıncadan, örümcekten bahsetmesi üzerine, “Allah böyle küçük şeylerden bahsetmeye tenezzül eder mi?” diyorlardı.
Cenab-ı Hak ise bu itiraza şöyle cevap veriyordu:
“Şüphesiz ki Allah sivrisinekle veya ondan daha küçüğüyle misal vermekten çekinmez. İman edenler onun Rablerinden gelen hak olduğunu bilirler. İnkâr edenler ise ‘Allah bu misalle
ne demek istedi?’ derler.” (Bakara Sûresi: 26)
Ona dedim: “Senin imanını tenzih ederim ama imanî tefekkürü küçümsemen bana bu âyeti hatırlattı.”
Bir müddet daha konuştuk, sonra ayrıldık.
İmanî tefekküre küçümseyici tavırlarla yaklaşan veya önemsemeyen dindarlarla başka zamanlarda da karşılaştım.
Oysa kâinat kitabını tefsir eden Kur’ân tevhid ve tefekküre o kadar ehemmiyet veriyor ki, neredeyse beş yüz yerde imânî tefekkürü işliyor, hatırlatıyor, teşvik ediyor.
Bunun için derin araştırmalar yapmaya da gerek yok.
Kur’ân’ın meâlini okuyan herkes bunu görebilir. Rûm, Hadîd, Gâşiye sûreleri yoğun bir şekilde tevhid ve tefekkürden bahseder.
Her an Allah’ın huzurunda olma şuuru
Osmanlı’nın son zamanlarında bir paşa, fizik ve kimyaya merak salmış ve mütevazı bir laboratuvar kurmuş. Bir gün hizmetçisi cam çubuklar, kavanozlar, fanuslar ve garip maddelerle dolu bu yeri temizlerken şaşırmış.
“Paşam” demiş, “Nedir bunlar?”
“Sen bilir misin” demiş paşa, “Ateş nasıl yanar, su nasıl akar?”
Hizmetçi cevap vermiş:
“Bunu bilmeyecek ne var paşam. Su akar, ateş yakar.”
Donup kalan paşa, böyle bir mantığa bir şey anlatamayacağını düşünmüş ve üstelememiş.
İşte etrafımızı çepeçevre kuşatan hikmet delillerine böylesine bir bilgiçlik edasıyla yaklaşmak, aslında hiçbir şey bilmediğimizi gösterir.
Asıl hüner, ülfet ve âdiyat perdesini yırtıp, her gün gördüğümüz varlıkların ve olayların kudret-i İlâhiyenin birer mucizesi olduğunu bilmektir.
İşte Kur’ân bunu yapmaktadır.
Yüce kitabımızın mükemmel bir tefsiri olan Risâle-i Nur’un yaptığı da, büyük bir ‘tefekkür programı’ sunmaktır.
Bu eserlerde, insanı her an ve her zaman iman şuuruyla dolduracak tefekkürün nasıl yapılacağı, bir varlığın hangi yönleriyle Allah’ı, sıfatlarını ve isimlerini gösterdiği anlatılarak, insana hazır bir program takdim edilir.
Bu programı okuyup uygulayan bir kimse ‘huzur-u dâimî’ ye mazhar olur. Bu öyle bir nîmettir ki, kişi her an Allah’ın huzurunda olduğunu bilerek, hissederek hareket eder. Böylece imanın aksiyona, yani fiile, amel ve ibadete yön vermesi sağlanır.
Her Müslümanın, slogandan öte, “Acaba huzur-u dâimî şuurunu kazanabildim mi? Her yerde, her zaman Rabbimle birlikte olduğumu hissedebiliyor muyum?” diye durup düşünmesi gerekir.
Gerisi ise ancak boş laftan ibarettir.
Sure isimleri bile mesaj yüklü
İsterseniz Kur’ân’daki sûre isimlerine bir göz atalım
Bakara, Ra’d, Nahl, Neml, Ankebut, Necm, Kamer, Hadîd, Buruc, Şems, Leyl, Tîn... İlk bakışta gözümüze çarpan bu isimler, “inek, gök gürültüsü, arı, karınca, örümcek, yıldız, ay, demir, burçlar, güneş, gece, incir” mânâlarını taşıyor.
Her birinde derin hikmetler, geniş tefekkürî dersler anlatılıyor.
Âlemlerin Rabbi, yarattığı mahlûkata o kadar ehemmiyet veriyor ki! Meselâ incir meyvesinin üzerine dahi yemin ediyor, “And olsun incire” diyor.
Elbette incirin maddî değerine, mânâ-yı ismî olan “kendisine bakan yönüne” değil, onda tecellî eden isim ve sıfatların üzerine yemin ediyor.
İncir o kadar büyük hikmetleri ve tefekkür derslerini taşıyor ki, onun Yaratıcısını anlatan mânâ-yı harfî yönü, üzerine yemin edilecek kadar büyük bir kutsiyet ve mübareklik kazanıyor.
Zaman zaman küçük ve önemsiz sorunlar için, “incir çekirdeğini bile doldurmayan şeyler” deriz. Tabiî ki bu bakış, hacmi itibariyledir.
Oysa o çekirdek, Allah’a ettiği bin bir şehâdetle o kadar büyüktür ki, onu doldurmak mümkün olmaz.
Gâşiye Sûresi de bu bakımdan çok mühimdir. Burada bizi tefekküre davet eden Rabbimiz, mealen şöyle buyurur: “Deveye bakmazlar mı, nasıl yaratılmış? Göğe bakmazlar mı, nasıl yükseltilmiş? Dağlara bakmazlar mı, nasıl dikilmiş? Yeryüzüne bakmazlar mı, nasıl yayılmış?” (Gâşiye Suresi: 17-20)
Bunun gibi yüzlerce âyete karşı ilgisiz kalmak ve tefekkürü gereksiz görmek, olsa olsa büyük bir cehaletin neticesidir.
http://www.meydangazetesi.com.tr/kurn-tefekkure-davet-eder-makale,1127.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder