31 Mart 2016 Perşembe

İSLÂM BARIŞ VE SEVGİ DİNİDİR

İSLÂM BARIŞ VE SEVGİ DİNİDİR

AYET : BAKARA SURESİ – 208.AYET

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ ادْخُلُواْفِي السِّلْمِ كَآفَّةً وَلاَ تَتَّبِعُواْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ:

MEALİ :

     “Ey iman edenler, hep birden barışa girin. Şeytanın adımlarına tabi olmayın. Çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır.” (BAKARA SURESİ – 208. AYET)

      İslâm Arapça bir kelime olup sözlükte: Barış, anlaşma, boyun eğme, itaat etme, ihlâs, samimiyet gibi anlamlara gelmektedir. Aynı kelime barışa kavuşmak, barışa girmek, selam vermek anlamlarını da ihtiva eder.

İslâm, Allah’a boyun eğmek demektir. Özel anlamı itibariyle ise; Hz. Peygamber (SAV)’in getirdiği dinî hükümlerin ilâhî mesaj ve öğretilerin tümüdür.

Tevhit esasına dayalı İslâm dini “mahlûkata merhamet ve yaratıcıya itaat” olarak özetlenebilecek yapısıyla hem hak ve adalet ölçüleri içerisinde huzurlu bir hayat tesis etmiş, hem de kişinin yaratıcısının rızasını kazanarak ebedî saadeti elde etmesini sağlamayı amaçlamıştır. Bu dinin örnek ve önderi Hz. Muhammed (SAV)’dir. Onun en bariz özelliği rahmet peygamberi oluşudur. Taif yolculuğunda kendisine yapılan bunca işkence ve hakaretlere rağmen rahmet, sevgi ve barışta zirve olduğunu göstermiş, ellerini kaldırarak şöyle yalvarmıştır: “Allah'ım! Taif halkını helak etme, ben kuvvetimin zafiyetinden sana şekvada bulunuyorum.”

Etrafındaki insanlara hiçbir zaman sevgisizlik göstermemiştir. Çocukları sevmiş, yaşlılara, hayvanlara merhamet göstermiş, susuzluktan ölmek üzere olan hayvana su verenin cenneti kazandığını, bir kediye haksızlık edenin de cehennemsi bir hayata gittiğini ashabına haber vermiştir. “Yaratılanı yaratandan ötürü seven” O yüce insan, kız çocuklarını diri diri kumlara gömecek kadar gaddar bir güruhtan her şeyini din kardeşine feda edebilen bir sevgi toplumu meydana getirmiştir.

O, savaşta bile hadde tecavüz etmemeyi, kimseye zulmetmemeyi; çocuklara, yaşlılara ve kadınlara asla dokunmamayı, düşmana ait dahi olsa hayvanları telef etmemeyi, meyveli ağaçları kesmemeyi emreden rahmet peygamberi idi. Onun savaşı imha değil, ihya gayelerini taşırdı. O, savaşı bile rahmete dönüştüren bir Allah elçisiydi.

O, hep güler yüzlü idi. Karşısındakine daima güven telkin ederdi. Meşhur Yahudi âlimi Abdullah b. Selam, onun mübarek yüzünü gördüğünde; “Bu yüz yalancı yüzü olamaz.” diyerek Müslüman olmuştu. Bir müminin din kardeşini güler yüzle karşılamasını dahi ibadet ve hayır telakki etmiştir.

Bir adam Hz. Peygamber (SAV)’in yanına gelerek sordu:“Ya Rasûlallah, bana öyle bir tavsiyede bulunun ki, onu yaptığımda Allah da insanlar da beni sevsin!”

Peygamberimiz (SAV) buyurdular ki: “Kalbini Allah'a yönelt. Her işinde Allah'ın emirlerini ölçü al, Allah seni sevsin, halkın elindekine göz dikme halk da seni sevsin.”



Peygamberimiz (SAV), kâmil imanın kaynağını yine sevgiye bağlamakta ve şöyle buyurmaktadır:

“Sizden biriniz nefsi için sevdiğini mümin kardeşi için de sevmedikçe gerçek mümin olamaz.” 
     Başka bir hadisi şerifte ise şöyle buyurur:

“Allah'a yemin ederim ki; sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de gerçek iman etmiş olamazsınız. Yaptığınızda birbirinizi seveceğiniz bir şey öğreteyim mi? Aranızda selamı yayınız.”

Rahmet Peygamberi (SAV),insanlara önce kendisi selam verir; büyük-küçük herkesle konuşur biriyle el sıkıştığı zaman elini ondan evvel çekmezdi.

Şüphesiz selam, insanın karşı taraftakini tanıması ve ona değer vermesinin bir tezahürüdür. Selam veren insan bu haliyle selam verdiği kimseyi bir karartı ya da çalı gölgesi saymamakta, en azından onu kendisi gibi görmekte, bu duygu ve düşüncesini karşı tarafa verdiği selam yoluyla açmaktadır. Ve kendisine selam verilen kimse de benzer bir şekilde mukabelede bulunmakla, kendisine selam veren kimseye değer verdiğini onu kendisi gibi bir insan olarak tanıdığını belirtmiş ve ona teşekkür etmiş olmaktadır. Birbirini tanıyan ve değer veren bu iki insanın anlaşması artık çok kolaydır. Birbirini anlayan insanların karşılıklı sevgi ve saygı duymamaları için de hiçbir sebep yoktur.

Sevgi sevdirir, kolaylaştırır. Nice çekilmez işler, durumlar vardır ki, sevgi sayesinde zevke dönüşür. Mesela; bir insanın başka birisine hizmet etmesi, bir ücret karşılığı olmaksızın işlerini görmesi bir nevi köleliktir ve tahammülü çok zordur. Hele bu ömür boyu sürecek bir şey ise. Ama birbirine sevgi ve muhabbetle bağlı olan aile efradı arasında bu tür hizmetler ömür boyu yapılır ve bu fertler tahammülsüzlük göstermezler. Kadın kocasına hizmet eder; koca da aynı şekilde onun ihtiyaçlarını karşılamak için bin bir zorluğa katlanır ve hiçbir zaman bunu bir angarya kabul etmez. Hele anne, yavrusuna olan sevgisi ve annelik şefkati sayesinde hiçbir kimsenin yapamayacağı fedakârlıkları yapar. Anne yavrusunun altını temizlerken burnunu çevirip yüzünü buruşturmaz.



Peygamberimiz (SAV)’in on sene gibi kısa bir müddet içerisinde hükmettiği alan 1,5 milyon km. kare’yi geçmişti. Buna rağmen her iki ordudan, yaklaşık 250 insan hayatını kaybetmişti. Bu, Hz. Peygamber (SAV)’in yaptığı savaşların gerçekten bir rahmet ve hidayet savaşı olduğunu gösterir.

İslâm, istila, sömürü ve tecavüz için yapılan savaşları tanımamıştır. Savaşa ancak Müslümanların can ve mal güvenliğini temin etmek, hak ve hürriyetlerini sağlamak, İslâm’a ve İslâm ülkelerine yönelik saldırıları önlemek amacıyla başvurulabileceğini hükme bağlayan İslâm Peygamberi (SAV)’in şu emirlerini hatırdan çıkarmamak gerekir: “Ey insanlar! Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin. Allah'tan afiyet (esenlik ve barış) dileyin. Fakat düşmanla karşılaşınca da sabredin ve bilin ki, cennet kılıçların gölgesi altındadır.”

Peygamberimiz (SAV), barışa büyük önem vermiştir. Hudeybiye Barış Antlaşması, görünüşte maddeleri itibariyle Müslümanların aleyhine olmasına, Ashab-ı Kiram’ın karşı gelmesine rağmen Peygamber Efendimiz (SAV), Müslümanların Kâbe’yi ziyaretini engelleyen müşriklerle sulh antlaşmasının altına imza atmıştır.

Tarihî bir hakikattir ki, İslâm’ın yayıldığı en önemli devre, Kureyşlilerle Müslümanlar arasında yapılan Hudeybiye antlaşmasını takip eden barış yıllarıdır. Bu barış devresi, iki yıl sürmüştü.

Tarihçiler bu iki yıl içerisinde İslâm’ı kabul edenlerin sayısının, İslâm’ın başlangıcından itibaren yirmi yıla yaklaşan müddet içerisinde Müslüman olanların sayısından daha çok olduğunu kaydederler. Bu ilgi çekici tespit İslâm düşüncesinin savaşı değil barışı aradığını ortaya koymaktadır.

Hz. Peygamber (SAV) her savaş öncesi şu duayı yapardı: “Ya Rabbi! Biz senden bu ülkenin, bu ülke halkının ve bu ülkedeki her şeyin iyiliğini isteriz. Bu ülkenin ahalisi ve içindeki her şeyin kötülüğünden sana sığınırız.”

Haksız yere bir insan öldürmenin bütün insanları öldürmek kadar günah, buna mukabil bir insanı sevgiye barışa kazandırmanın da bir o kadar sevap olduğunu Müslümanlara öğreten Hz. Muhammed (SAV), Mekke'yi fethettiğinde yıllarca kendisine işkence ve eziyet eden Mekke halkını affetmiş, barış ilan etmiştir. Peygamber efendimiz (SAV),bu davranışı ile “zulmedene zulmedilir.” mantığının doğru olmadığını öğretmiş, büyüklüğün affetmekle kazanılabileceğini göstermiştir.

Medine-i Münevvere’de asırlardır kavgalı olan Evs ve Hazreç kabilelerini birbirlerine kardeş yapan, aralarında barış ve sevgi tohumu yeşerten, temel dayanağı barış ve sevgi olan İslâm dini olmuştur.

Peygamber efendimiz (SAV), sevgi sonucunda elde edilecek manevî mükâfatı şöyle müjdelemiştir: “Allah'ın öyle kulları vardır ki; Peygamber ve şehit olmadıkları halde, Allah katındaki mekânları sebebiyle, Peygamberler ve şehitler onlara gıpta ederler.” Ashab-ı Kiram sordular: “Onların kim olduğunu bize bildirir misin?” Peygamberimiz (SAV) buyurdu: “Onlar, aralarında bir kan bağı ve mal alış verişi olmadığı halde yalnız Allah rızası için birbirlerini seven müminlerdir. Allah’a yemin ederim ki, onların yüzleri nurlarından ötürü pırıl pırıldır ve nurdan tahtlar üzerindedirler. (Kıyamet gününün dehşet verici korkuları ve elemleri içerisinde) insanlar korkarken onlar korkmayacak, insanlar üzülürken onlar kederlenmeyecektir. İyi biliniz ki Allah dostlarına ne korku vardır ve ne de mahzun olacaklardır.”

Şüphesiz barış ve sevgi, asr-ı saadet ruhunu yakalamakla mümkündür. Rahmet Peygamberi Hz. Muhammed (SAV)’in mesajları, yıldız insan sahabelerin ruhu iyi kavranılıp hayata yansıtıldığı her dönemde sevgi, saygı, barış ve mutluluk elde edilmiştir. Peygamberi mesaj ve sahabe ruh geriye itildiği dönemlerde kavga ve nefret ön plana çıkmıştır. Öncelikle bu konudaki eksikliğimizi telafi etmeliyiz.


KAYNAK : DİYANET AYLIK DERGİ
 
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder