Ahmed Şahin
a.sahin@zaman.com.tr
Ramazan2013
İçinde yaşama şerefine eriştiğimiz şu mübarek Ramazan ayı ise tartışılmayan bu sabrın zirveleştiği bir saadet ayıdır. Nitekim cenneti kazandıran bir ameli öğrenmek isteyen bir adam şöyle sorar:
– Ya Resulallah bana öyle bir amel haber ver ki onu yapınca hemen cenneti kazanayım?
Efendimiz (sas) Hazretleri’nin cenneti kazanmayı isteyen adama cevabı kısaca şöyle olur.
-Allah’ın senin hakkındaki takdirine razı ol, sabret; istediğin cennete kavuştun gitti!..
Evet, bir insan, Allah’ın kendisi hakkındaki takdirlerine nefsini razı eder de ne gelirse itaat edip sabrederse, gerçekten de bu sabrı sayesinde cenneti kazandı gitti demektir.
-Neden böyle? Çünkü insanın hayatında hep iyi şeyler gelmez başına. Bazen yokluk, hastalık, çeşitli sıkıntı ve musibetler hayatı sıkar, zorlaştırır. Dayanma gücünü azaltabilir...
İşte böyle zor zamanlarda Allah’ın takdirine razı olup sabreden kimse, cennetlik amelin sahibi olan kimse demektir. Bu vasfın sahibi, benimsediği sabırla hayatın her hadisesini hakkında hayra çevirebilir, her olayda kazanabilir. Efendimiz (sas) imanlı insanın hep kazandıran bu sabırlı durumunu da şöyle tarif buyurur:
– Hayret edilir müminin Allah’ın takdiri karşısındaki sabırlı haline. Ona üzücü bir musibet gelse sabreder kazanır. Sevindirici bir nimet gelse şükreder yine kazanır! Velhasıl kadere razı olan sabırlı mümin, hep kazanır, kaybetme hali hiç söz konusu olmaz.
Zaten insan, sıkıntılara ne kadar sabır ve teslimiyetle mukabele ederse o nispette de olgunlaşır, Allah yanında makamı o ölçüde yükselir. Bundan dolayı büyükler diyorlar ki:
-İnsanlar ibadetleriyle kazanamayacağı yüce makamları sarsılmayan azim ve sabırlarıyla kazanabilirler.
Bu konuda şöyle bir musibet örneği anlatılır. Sahabeden bir zat, cahiliye devrinde tanıdığı bir kadınla karşılaşır yolda. Ayaküstü sohbetten sonra ayrılıp da giderken başını geriye çevirip kadına arkasından bakarak yürüdüğünden çukura düşen ayağı sakatlanır. Sonra Resulüllah’ın huzuruna gelip maruz kaldığı musibeti anlatınca Efendimiz (sas) şöyle açıklamada bulunur:
– Allah, bir kulunu severse onun işlemiş olduğu hatasının cezasını burada hemen takdir eder, ahirete tehir etmez! Böylece kul, burada cezasını çektiğinden ahirette kurtulur. Anlaşılan ayağının sakatlanması, kadına arkasından ısrarla bakmanın dünyevi bir cezası olarak gelmiştir.
Evet, başa gelen sıkıntı ve üzücü olaylar ister makamın yükselmesi için gelsin, isterse günahın cezası olarak musallat olsun sonuçta sabreden kazanır. Hatta kaybediyor gibi görünürken dahi kazanır. Bu inanç sıkıntılara dayanma gücü verir, imanlı insanlar kolay kolay yıkılmaz, hep tedbir alır, ayakta kalır. Sabırsızların boğulduğu yerlerde sabırlıların ayakları bile ıslanmaz.
Aslında korkulacak musibet böyle dünyaya değil, dine gelen musibettir. Dinin emrini yaşama azim ve aşkından mahrum kalma musibetidir. Bu musibetin insana kazandıracak hiçbir yanı yoktur. Bundan dolayıdır ki, maneviyat büyüğü Sehl Hazretlerine şikâyette bulunan bir adam:
– Sabah namazına camiye geldiğimde evime giren hırsız altınlarımı çalıp götürmüş, ne yapacağımı bilemez haldeyim! der. Maneviyat büyüğü ise şöyle cevap verir altınlarını çaldıran adama:
– Üzülme bunlar dinî değil dünyevî musibetler. Ya kafana şeytan girse de kalbine şüpheler vererek imanını çaldırsaydın da camiye gitmez halde kalsaydın ne yapardın? Ahirete altınsız gitmenin hiçbir zararı yoktur ama Allah korusun imanını çaldırmış olarak gitmenin zararı düşünülemeyecek kadar çoktur... Bundan dolayı denir ki: Orucun en çok sevaplısı en çok acıkılan, en çok susanan oruçtur. Çünkü onlarda sabır daha fazladır. Bu inançta olan insan, sabırda fazla gergin olmaz. Çünkü her sabırda yine ben kazanıyorum diye düşünür, sabır gerginliği mutluluğa dönüşür.
Ramazan’daki sevap hazinesi sabır üzerinedir
Şurası tartışılmayan bir gerçektir ki, hayatta sabredenler hep kazanır, hiç kaybetmezler. Sabretmeyenler ise hiç kazanmaz hep kaybederler. Evet, bu tartışılmayan bir gerçektir.
İçinde yaşama şerefine eriştiğimiz şu mübarek Ramazan ayı ise tartışılmayan bu sabrın zirveleştiği bir saadet ayıdır. Nitekim cenneti kazandıran bir ameli öğrenmek isteyen bir adam şöyle sorar:
– Ya Resulallah bana öyle bir amel haber ver ki onu yapınca hemen cenneti kazanayım?
Efendimiz (sas) Hazretleri’nin cenneti kazanmayı isteyen adama cevabı kısaca şöyle olur.
-Allah’ın senin hakkındaki takdirine razı ol, sabret; istediğin cennete kavuştun gitti!..
Evet, bir insan, Allah’ın kendisi hakkındaki takdirlerine nefsini razı eder de ne gelirse itaat edip sabrederse, gerçekten de bu sabrı sayesinde cenneti kazandı gitti demektir.
-Neden böyle? Çünkü insanın hayatında hep iyi şeyler gelmez başına. Bazen yokluk, hastalık, çeşitli sıkıntı ve musibetler hayatı sıkar, zorlaştırır. Dayanma gücünü azaltabilir...
İşte böyle zor zamanlarda Allah’ın takdirine razı olup sabreden kimse, cennetlik amelin sahibi olan kimse demektir. Bu vasfın sahibi, benimsediği sabırla hayatın her hadisesini hakkında hayra çevirebilir, her olayda kazanabilir. Efendimiz (sas) imanlı insanın hep kazandıran bu sabırlı durumunu da şöyle tarif buyurur:
– Hayret edilir müminin Allah’ın takdiri karşısındaki sabırlı haline. Ona üzücü bir musibet gelse sabreder kazanır. Sevindirici bir nimet gelse şükreder yine kazanır! Velhasıl kadere razı olan sabırlı mümin, hep kazanır, kaybetme hali hiç söz konusu olmaz.
Zaten insan, sıkıntılara ne kadar sabır ve teslimiyetle mukabele ederse o nispette de olgunlaşır, Allah yanında makamı o ölçüde yükselir. Bundan dolayı büyükler diyorlar ki:
-İnsanlar ibadetleriyle kazanamayacağı yüce makamları sarsılmayan azim ve sabırlarıyla kazanabilirler.
Bu konuda şöyle bir musibet örneği anlatılır. Sahabeden bir zat, cahiliye devrinde tanıdığı bir kadınla karşılaşır yolda. Ayaküstü sohbetten sonra ayrılıp da giderken başını geriye çevirip kadına arkasından bakarak yürüdüğünden çukura düşen ayağı sakatlanır. Sonra Resulüllah’ın huzuruna gelip maruz kaldığı musibeti anlatınca Efendimiz (sas) şöyle açıklamada bulunur:
– Allah, bir kulunu severse onun işlemiş olduğu hatasının cezasını burada hemen takdir eder, ahirete tehir etmez! Böylece kul, burada cezasını çektiğinden ahirette kurtulur. Anlaşılan ayağının sakatlanması, kadına arkasından ısrarla bakmanın dünyevi bir cezası olarak gelmiştir.
Evet, başa gelen sıkıntı ve üzücü olaylar ister makamın yükselmesi için gelsin, isterse günahın cezası olarak musallat olsun sonuçta sabreden kazanır. Hatta kaybediyor gibi görünürken dahi kazanır. Bu inanç sıkıntılara dayanma gücü verir, imanlı insanlar kolay kolay yıkılmaz, hep tedbir alır, ayakta kalır. Sabırsızların boğulduğu yerlerde sabırlıların ayakları bile ıslanmaz.
Aslında korkulacak musibet böyle dünyaya değil, dine gelen musibettir. Dinin emrini yaşama azim ve aşkından mahrum kalma musibetidir. Bu musibetin insana kazandıracak hiçbir yanı yoktur. Bundan dolayıdır ki, maneviyat büyüğü Sehl Hazretlerine şikâyette bulunan bir adam:
– Sabah namazına camiye geldiğimde evime giren hırsız altınlarımı çalıp götürmüş, ne yapacağımı bilemez haldeyim! der. Maneviyat büyüğü ise şöyle cevap verir altınlarını çaldıran adama:
– Üzülme bunlar dinî değil dünyevî musibetler. Ya kafana şeytan girse de kalbine şüpheler vererek imanını çaldırsaydın da camiye gitmez halde kalsaydın ne yapardın? Ahirete altınsız gitmenin hiçbir zararı yoktur ama Allah korusun imanını çaldırmış olarak gitmenin zararı düşünülemeyecek kadar çoktur... Bundan dolayı denir ki: Orucun en çok sevaplısı en çok acıkılan, en çok susanan oruçtur. Çünkü onlarda sabır daha fazladır. Bu inançta olan insan, sabırda fazla gergin olmaz. Çünkü her sabırda yine ben kazanıyorum diye düşünür, sabır gerginliği mutluluğa dönüşür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder