Ahmed Şahin
a.sahin@zaman.com.tr
Ramazan2013 Yazarlar Ahmed Şahin
Evet, yüce İslam, mensubu olan Müslüman’ı bencillikten korumuş, egoistlikten muhafaza etmiştir.
Nitekim İslam’ın emirlerine ilgi duymayanlar, sadece kendi menfaatlerini düşünebilirler, kendilerini kurtardıktan sonra başkalarının sıkıntısına ilgi duymayabilirler. Ama Müslüman böyle düşünemez, çevresine ilgisiz ve duyarsız kalamaz.
İman ettiği İslam ona mükellefiyetler yükler ve buyurur ki:
-Senin mali durumun iyidir. Dinen nisaba malik zengin sayılmaktasın. Öyle ise servetinin kırkta biri olan zekâtını ayıracaksın, çevrende gördüğün ihtiyaç sahiplerine Allah’ın emri olarak vereceksin. Hem öylesine bir ihlasla vereceksin ki, alıp da seni borçtan kurtardıkları için teşekkür etme ihtiyacı bile duyacaksın.
İslam, Müslüman’ı işte böylesine çevresine ilgi gösterip yardım eden örnek bir sosyal insan haline getirir.
İslam’ın Müslü-man’a yüklediği bu yardım yükümlülüğü, Ramazan ayında daha çok gündeme gelir. Zenginler bu ayda servetlerini hesap ederler, zenginlik sınırına ulaşmışlarsa kırkta birini ayırıp ihtiyaç sahibi din kardeşlerine zekât olarak verme mutluluğu yaşarlar. Ayrıca aile bireylerinin fitresini de hesap ederler Ramazan günlerinde. Ailenin her ferdi adına birer fitre vermeyi de ödenmesi vacip bir borç bilirler.
Ancak bu yardımları yaparken dikkat edecekleri kesin ölçüleri de unutmazlar. Çevresindeki ihtiyaç sahiplerinden kimileri yakın akraba, kimileri de uzak akraba, konu komşu durumunda olabilirler. Bunları ayırmaya ise ihtiyaç vardır. Çünkü yakın akrabaya zekât, fitre verilmez. Verirse zekât, fitresini sanki bir cebinden çıkarıp öbür cebine koymuş gibi olur. Vermemiş durumuna düşer.
Bundan dolayı fıkıh kitaplarında zekât ve fitrenin sayacağımız şu yakınlara verilmeyeceği açıkça anlatılır. O yakınlar zekâtla, fitreyle değil de servetin kendisiyle desteklenmeli, kendisinden bir parça olarak kabul ederek gerektiğinde nafaka bile ödenmelidir, denir.
Kendilerine zekât verilemeyecek bu yakınları şöyle sıralayabiliriz:
-Anneye, babaya, nine ve dedeye, oğluna, kızına, bunların çocukları olan torunlara zekât ve fitre verilmez!. Çünkü bunlar yabancı değil servetin sanki ortağıdırlar. Böylesine yakın olanlara zekâtla, fitreyle değil servetin kendisiyle bakılıp, hakları olan nafakalarıyla destek olunmalıdır..
Bunların dışındaki zekât ve fitre verilecekleri de sıralayacak olursak şöyle bir sıralama söz konusu olabilir:
- Önce başka aileye karışmış kız kardeşlere, ayrılmış oğlan kardeşlere, bunların çocuklarına, yani yeğenlere, amcalara, dayılara, bunların çocuklarına, hala ve teyzelere, kayınvalideye, kayınpedere, damada ve akraba olmayan diğer ihtiyaç sahibi konu komşuya, öğrencilere bakan vekillerine zekât ve fitre verilir.
Zekât ve fitrede servetin kazanıldığı yerin muhtaçları da beklenti içine girerler.
Bu itibarla, bulunulan yerdeki yoksullar beklerken başka şehirlere göndermek (caiz olsa da) bekleyenleri mahrum bırakmak kırılmalara sebep olur. Öyle ise bilip de bekleyenlerin ihtiyaçları karşılanma konusuna önem verilmelidir. Sonra çok münasip görülen uzaklara da gönderilebilir. Yeter ki gönderilen bu kimseler tam ihtiyaç sahibi olsunlar. Bayramdan önce ellerine geçerek bayramın mutluluğunu birlikte yaşama imkânına kavuşsunlar.
Daha doğrusu, bayram sevincinde hep beraber olalım. İçimizde üzgünler, dargınlar, kırgınlar acil ihtiyaçlarını karşılayamamış kimseler kalmasın. Ramazan yardımlarının bir hikmeti de budur zaten. Bayramda hep birlikte sevinmek, hep birlikte bayram yapmak..
Bir taraf ihtiyaçlarını karşılamış, sevinç içinde bayram yapıyor, diğer taraf ise sıkıntılar içinde kıvranıyor, sonra bir arada bayram yapıyoruz.. Bu İslam’ın mesajına, Müslüman’ın merhamet ve şefkatine de uygun düşmüyor.. Ağlayanlarla gülenler bir arada bayram yapamaz, duyarlı insanlar böyle bayramlardan mutluluk duyamaz. Bayramı tek başımıza değil hep birlikte yapmalıyız. Bunun için de ilgilenmediğimiz ihtiyaç sahibi bırakmamalıyız çevremizde.
Zekât ve fitre kimlere verilir, kimlere verilmez?
Evet, yüce İslam, mensubu olan Müslüman’ı bencillikten korumuş, egoistlikten muhafaza etmiştir.
Nitekim İslam’ın emirlerine ilgi duymayanlar, sadece kendi menfaatlerini düşünebilirler, kendilerini kurtardıktan sonra başkalarının sıkıntısına ilgi duymayabilirler. Ama Müslüman böyle düşünemez, çevresine ilgisiz ve duyarsız kalamaz.
İman ettiği İslam ona mükellefiyetler yükler ve buyurur ki:
-Senin mali durumun iyidir. Dinen nisaba malik zengin sayılmaktasın. Öyle ise servetinin kırkta biri olan zekâtını ayıracaksın, çevrende gördüğün ihtiyaç sahiplerine Allah’ın emri olarak vereceksin. Hem öylesine bir ihlasla vereceksin ki, alıp da seni borçtan kurtardıkları için teşekkür etme ihtiyacı bile duyacaksın.
İslam, Müslüman’ı işte böylesine çevresine ilgi gösterip yardım eden örnek bir sosyal insan haline getirir.
İslam’ın Müslü-man’a yüklediği bu yardım yükümlülüğü, Ramazan ayında daha çok gündeme gelir. Zenginler bu ayda servetlerini hesap ederler, zenginlik sınırına ulaşmışlarsa kırkta birini ayırıp ihtiyaç sahibi din kardeşlerine zekât olarak verme mutluluğu yaşarlar. Ayrıca aile bireylerinin fitresini de hesap ederler Ramazan günlerinde. Ailenin her ferdi adına birer fitre vermeyi de ödenmesi vacip bir borç bilirler.
Ancak bu yardımları yaparken dikkat edecekleri kesin ölçüleri de unutmazlar. Çevresindeki ihtiyaç sahiplerinden kimileri yakın akraba, kimileri de uzak akraba, konu komşu durumunda olabilirler. Bunları ayırmaya ise ihtiyaç vardır. Çünkü yakın akrabaya zekât, fitre verilmez. Verirse zekât, fitresini sanki bir cebinden çıkarıp öbür cebine koymuş gibi olur. Vermemiş durumuna düşer.
Bundan dolayı fıkıh kitaplarında zekât ve fitrenin sayacağımız şu yakınlara verilmeyeceği açıkça anlatılır. O yakınlar zekâtla, fitreyle değil de servetin kendisiyle desteklenmeli, kendisinden bir parça olarak kabul ederek gerektiğinde nafaka bile ödenmelidir, denir.
Kendilerine zekât verilemeyecek bu yakınları şöyle sıralayabiliriz:
-Anneye, babaya, nine ve dedeye, oğluna, kızına, bunların çocukları olan torunlara zekât ve fitre verilmez!. Çünkü bunlar yabancı değil servetin sanki ortağıdırlar. Böylesine yakın olanlara zekâtla, fitreyle değil servetin kendisiyle bakılıp, hakları olan nafakalarıyla destek olunmalıdır..
Bunların dışındaki zekât ve fitre verilecekleri de sıralayacak olursak şöyle bir sıralama söz konusu olabilir:
- Önce başka aileye karışmış kız kardeşlere, ayrılmış oğlan kardeşlere, bunların çocuklarına, yani yeğenlere, amcalara, dayılara, bunların çocuklarına, hala ve teyzelere, kayınvalideye, kayınpedere, damada ve akraba olmayan diğer ihtiyaç sahibi konu komşuya, öğrencilere bakan vekillerine zekât ve fitre verilir.
Zekât ve fitrede servetin kazanıldığı yerin muhtaçları da beklenti içine girerler.
Bu itibarla, bulunulan yerdeki yoksullar beklerken başka şehirlere göndermek (caiz olsa da) bekleyenleri mahrum bırakmak kırılmalara sebep olur. Öyle ise bilip de bekleyenlerin ihtiyaçları karşılanma konusuna önem verilmelidir. Sonra çok münasip görülen uzaklara da gönderilebilir. Yeter ki gönderilen bu kimseler tam ihtiyaç sahibi olsunlar. Bayramdan önce ellerine geçerek bayramın mutluluğunu birlikte yaşama imkânına kavuşsunlar.
Daha doğrusu, bayram sevincinde hep beraber olalım. İçimizde üzgünler, dargınlar, kırgınlar acil ihtiyaçlarını karşılayamamış kimseler kalmasın. Ramazan yardımlarının bir hikmeti de budur zaten. Bayramda hep birlikte sevinmek, hep birlikte bayram yapmak..
Bir taraf ihtiyaçlarını karşılamış, sevinç içinde bayram yapıyor, diğer taraf ise sıkıntılar içinde kıvranıyor, sonra bir arada bayram yapıyoruz.. Bu İslam’ın mesajına, Müslüman’ın merhamet ve şefkatine de uygun düşmüyor.. Ağlayanlarla gülenler bir arada bayram yapamaz, duyarlı insanlar böyle bayramlardan mutluluk duyamaz. Bayramı tek başımıza değil hep birlikte yapmalıyız. Bunun için de ilgilenmediğimiz ihtiyaç sahibi bırakmamalıyız çevremizde.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder