AİLE-SAĞLIK
Anlaşma ve anlaştırma ahlakımız ne durumda?
Evet, kâmil mümin, anlaşmazlığa düştüğü kardeşleriyle gerginliği, dargınlığı, kırgınlığı tercih edip anlaşmazlığı tırmandırmayı arzulamaz. Aksine farklı düşünenlerle de anlaşmayı esas alır, hürmet ve saygıyla muhatap olmayı tercih eder. Çünkü müminin özel vasfıdır ‘anlaşmak ve anlaştırmak’.
Mümin içinde bulunduğu olayda anlaşmayı, dışında bulunduğu olaylarda da anlaştırmayı vazgeçilmez vasfı bilir.
Hatta geçici dünyevî olaylarda farklı düşünenlerle anlaşmayı bırak, dinde bile farklı düşünenlerle de kardeşçe yaşar, araya mesafe koymayı asla düşünmez. Aynı mekânda Hanefi, Şafii, Maliki, Hanbeli mezhebi mensupları farklı şekilde de olsa birlikte ibadet ederler. Farklılıklarını öne çıkarıp da bir gerginlik ve dargınlık meydana getirmezler. Demek dinde bile farklı düşünmeler kardeşliğimizi bozmadığı halde dünyevî konularda farklı düşünmeler neden kardeşliğimizi zedelesin, birliğimizi bozacak gerginliğe doğru yol almaya yönelsin?
Nitekim Müminin hayırlısını böyle ‘anlaşan ve anlaştıran’ insanlar olarak tarif eden Efendimiz, mefhum-u muhalifiyle müminin hayırsızını da şöyle dikkate vermiştir:
-Anlaşmayan ve anlaştırmayan müminde hayır yoktur!
Evet, biz müminler, farklı kanaat ve düşünce sahipleri kardeşlerimizle de karşılıklı saygı ve hürmet içinde konuşur, anlaşır, kardeşliğimizi yine sürdürür, hep barış içinde olabiliriz. Çünkü kardeşliğimiz baki, dünyevî düşüncelerimiz fanidir. Ahirete fani düşüncelerimizle değil iman ve İslam gibi baki kardeşliğimizle gideceğiz..
İsterseniz sözü daha fazla uzatmadan Efendimiz’in (sas ) iki mümin arasındaki bir anlaşmazlığı ‘anlaşan ve anlaştıran mümin’ ahlakıyla nasıl düzelttiğini bir daha hatırlayalım bu vesile ile.
Sahabeden Kab bin Malik ile İbni ebi Hadret, Mescid-i Saadet’e namaza gelmişlerdi. Kab’ın mümin kardeşi İbni ebi Hadret’te alacağı vardı. Hazır yan yana gelmişken alacağını istedi. Borçlu da, az eksiği kaldığını, tamamlayınca borcunu hemen ödeyeceğini ifade etti. Ancak borcun ödeme günü geçmişti. Bu yüzden konuşma uzadı, meydana gelen gürültü de Resulüllah’ın (sas) hanesinden duyulacak kadar yükseldi.
Hücresinin mescide bakan penceresinden perdeyi kaldırarak başını uzatıp iki tarafa da bakan Efendimiz (sas) Hazretleri, iki mümin arasında bir alacak-verecek anlaşmazlığı olduğunu anladı. Müminler arasındaki anlaşmazlıklar müminlere mahsus şekilde mutlaka bir anlaşma- anlaştırma ahlakıyla sonuçlanmalıydı.
Bu, hayırlı müminin vasfıydı. Bunun için de gücü yeten tarafın birazcık fedakârlığı gerekirdi. Bu yüzden Efendimiz, alacaklı olan Kab bin Malik’e, sağ elinin şehadet parmağını yukarıya doğru dikerek ucundan birazcık kısaltma işareti yaptıktan sonra, ‘Alacağının bir kısmını bağışla, durumun böyle bir fedakârlığa müsaittir.’ işaretinde bulundu.
Kab, hayırlı müminin vasfını bildiğinden anlaşmaz mümin durumuna düşmek istemiyordu. Hemen cevap verdi:
- Başım gözüm üstüne ya Resulallah! Alacağımın bir kısmını bağışlıyor, anlaşan mümin olmayı tercih ediyorum, dedi.
Bundan sonra da borçluya işaret eden Efendimiz; Kalk git, sen de hazırladığını getirip borcunu hemen öde. Senin de bu kadarını ödemeye gücün yeter artık, buyurdu. Hemen getiriyorum ya Resulallah, anlaşmayan mümin durumuna düşmek istemem, dedi. Böylece gürültülü bir anlaşmazlık, anlaşan ve anlaştıran mümin anlayışı içinde tatlıya bağlandı. Efendimiz buyurdu ki:
- Mümin anlaşan, anlaştıran insandır. Arkasından da ekledi: Anlaşmayan, anlaştırmak istemeyen müminde de hayır yoktur!
Şimdi düşünme sırası bizde. Evde aile içinde, sosyal hayatın tüm kademelerinde biz ne halde ve nasıl bir tavır içindeyiz birbirimize karşı? Anlaşan anlaştıran mümin örneği mi veriyoruz? Yoksa anlaşmayan, anlaştırmayan insan hali mi görülüyor karşılıklı tutum ve tavırlarımızda?.
Ya bizim gibi düşünürsün, ya da seninle selamı sohbeti keseriz demeye mi getiriyoruz birbirimize karşı yoksa?
Eğer böyle itici ve kırıcı bir tavrımız varsa, biraz düşünmemiz gerekmez mi kardeşin kardeşe karşı yakışmayan bu ötekileştirici ve uzaklaştırıcı tavrını?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder