AİLE-SAĞLIK
Kardeşliğimizi kaybettiren gıybetten korkmak!
Bizler toplum olarak bir arada kardeşçe yaşamaya mecbur, hatta mahkûmuz.
Bu mecburiyetimizden dolayı hem ayetler hem de hadisler kardeşliğimizi zedeleyen gıybeti yasaklamış, gıybetçiyi de ağır şekilde ayıplamıştır. Hatta gıybet sadece dünyamızdaki kardeşliğimizi kaybettirmekle kalmıyor ayrıca gıybetçinin ahiretini de mahvediyor, yüklendiği kul hakkıyla gıybetçiyi ahiret müflisi haline getiriyor.
Gıybet, bir kardeşinin arkasından razı olmayacağı bir sözle aleyhinde konuşmaktan ibaret bir aşağılama örneği, bir saygısızlık göstergesidir. Böyle aleyhte bir söz ansızın istenmeden söylenmişse hemen içinden tövbe istiğfar etmeli, aleyhinde konuşulan kimseye de münasip bir yerde, ‘kusura bakma kardeşim, şöyle yersiz bir laf ettim senin için, hakkını helal et’ diyerek özür dileyip gıybetin bu korkunç sonucundan kurtulmaya bakılmalıdır. Çünkü bu gıybet hakkı, şehitlerden bile af olmayan kul hakkından da ağır bir sonuca, vebale sebep olmaktadır.
Nitekim dört yaşında Kur’an-ı Kerim’i ezberleyen, sonraları elliden fazla yürüyerek hacca giden İmam-ı Şafii gibi zatlara da hocalık eden büyük müctehid ve muhaddis Süfyan bin Uyeyne, gıybetin bu ağır sonuçları konusunda nasıl bir uyarıda bulunuyor bizlere, hep birlikte bir hatırlayalım, bu sorumlusunu iflasa götüren önemli konuyu. Maddi kul hakkı ile manevi kul hakkının farkını anlatırken tabiin’in bu büyük alimi diyor ki:
- İnsanın üzerindeki hakların en büyüğü şüphesiz ki kul hakkıdır. Kul hakkı, şehitlerden bile af olmaz. Hak sahibiyle bizzat helalleşmedikçe. Bu sebeple üzerinde maddi kul hakkı olan kimse bu hakkı ödemek için hak sahibiyle buluşup mutlaka helalleşecektir. Şayet hak sahibi hayatta değilse mirasçılarına gidecek, üzerindeki maddi kul hakkını mirasçısına ödeyecek, böylece kul hakkından kurtulması mümkün olacaktır.
Ancak üzerindeki hak, maddi bir kul hakkı değil de gıybetle oluşan manevi kul hakkı ise durum hiç de kolay değildir. Çünkü insan, gıybetini yaptığı kimsenin mirasçısına varıp da akrabanın aleyhine konuşup gıybetini yapmıştım, o da ölmüş, arkasından sana şu kadar para vereyim de bana hakkını helal et, diyemeyecektir. Gıybetini yaptığı kimseyle bizzat görüşerek helallik isteyecektir. Bu da ancak mahşerde karşılaşıp, yaptığı gıybetine mukabil sevaplarını verecek, sevapları yetmezse gıybetini yaptığı kimsenin günahlarını yüklenecek, helalleşmek ancak böyle gerçekleşecektir! Demek ki gıybet helalleşmesi, maddi kul hakkından da zor bir helalleşme ile gerçekleşecektir.
Neden gıybet helalleşmesi maddi kul hakkından da zor helalleşme olacaktır? Çünkü insanın haysiyeti, şerefi malından üstündür. Malını almak suretiyle hakkını aldığın kimsenin mirasçısına aldığın malı verir, kurtulursun. Ama aleyhinde konuşmak suretiyle itibarını düşürdüğün kimsenin haysiyetini, şerefini parayla satın alıp geri getiremezsin. Onun hesaplaşması, şerefine gölge düşürdüğün kimseyle mahşerde yüz yüze gelmekle olacaktır. Sevaplarını verecek, yetmezse gıybetini yaptığı kimsenin günahlarını yüklenecek, ancak böyle helalleşmek mümkün olacaktır.
Maneviyat büyüğü Süfyan bin Uyeyne, bu korkutan kul hakkı tarifiyle bizlere demiş oluyor ki:
- Sakın ha, siz siz olun da gıybete dilinizi alıştırmayın, çevrenizle dostluğunuzu, kardeşliğinizi kaybettirecek bir gıybetçilikten, yılandan akrepten kaçar gibi kaçın. Varsa alışkanlığınızla da mücadele edin, itimat edilen dost, saygı duyulan komşu vasfınızı hep koruyun, emin dost ve komşu olma özelliğinizi hep muhafaza edin! Birlik beraberlik içinde yaşamamız için böyle bir saygı sevgiye hepimizin ihtiyacı vardır. Şayet, mahşerde sevaplarınızı gıybetini yaptığınız kimselere dağıtmak, yetmeyince de onların günahlarını yüklenmek gibi korkunç bir iflasla karşılaşma tehlikesinden korkma duygumuzu koruyabilmişsek tabii? a.sahin@zaman.com.tr
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder