AİLE-SAĞLIK
Ölmüşlerimize hediyelerini gönderiyor muyuz?
Evet, ölmüşlerimizle irtibatımızı kesmemeli, her türlü iyilik ve ibadetleri yaparak, hayır hasenatlar işleyerek sevaplarından onlara da bağışta bulunmayı önemli bir görevimiz olarak görmeliyiz.
Hayatında hizmet edemediğimiz için üzüntü duyduğumuz ölmüşlerimize tam hizmet etme devresinde olduğumuzu da unutmamalıyız. Çünkü onların bizim bağışlayacağımız sevaplara ihtiyaçları çok fazla.
İsterseniz bu önemli konuda meşhur Ebu’l Leys-i Semerkandi’nin Şeyhi Zahid Mürgi Hazretleri’nin anlattıklarını ‘Bir Oku, Bin Düşün’ kitabından birlikte okuyalım da, görelim ölmüşlerimizin kabir hayatına nasıl aksediyor, gönderdiğimiz sevaplar bir düşünelim. Zahid Mürgi Hazretleri şöyle anlatıyor mezardakilerin sevap bağışlarıyla yaşadıkları hayatlarını.
**********
Bizim zamanımızda (337) bir şehirden diğer şehre gidenler, erkenden o şehre varmaları gerekirdi. Geç kalırlarsa şehre girmeleri zor olurdu. Çünkü şehrin kale kapıları akşam kapanır, tanımadıklarını içeri almazlardı.
Ben de Belh’e misafir gittiğim günü geç kaldığım için şehrin kenarındaki mezarlıkta gecelemek zorunda kaldım. Mezarların arasında boş olan bir yere yattığımda ise ibretli bir rü’ya gördüm. Sanki mezardan kalkanlar bölük bölük cemaatler halinde mezarlığın yeşil ağaçları altına oturup sohbete daldılar. Bunlara gökyüzünden nurdan tabaklar içinde leziz yemekler geliyor, akıllarına gelen her istekleri başları üzerinden hemen önlerine iniyordu. Bu yüzden kabristan ahalisi fevkalade neşe içindeydiler.
Ancak birini görüyordum ki, cemaatin içine karışmıyor, kıyıda iki elini yanaklarına yapıştırmış halde mahzun bekliyordu. Yaklaşıp sordum:
- Sen neden böyle hüzün ve kederli bekliyorsun burada? Bunların içine karışıp yediklerinden yesen, giydiklerinden de giysen olmaz mı? Hüzünlü genç şöyle cevap verdi:
- Onlara inen bu leziz yemekleri, güzel elbiseleri, çeşitli hediyeleri gönderenleri var. Her birinin yaşayan ya oğlu, ya kızı, ya anası, ya babası yahut da akraba ve dostları var. Bu yakınları kendileri namına hayırlar yapıyor, iyiliklerde bulunuyor, yoksullara ikram ve ihsandan geri kalmıyorlar. Böylece kazandıkları sevapları bunlara gönderiyorlar. O bağışlar da gördüğünüz şekilde ikramlar olarak intikal ediyor, sevinip eğleniyorlar. Benim ise böyle sevap gönderen yakınım yok ki, onlara inen hediyelerden bana da insin. Ben de onlarla birlikte sevinip mutlu olayım.
- Hiç mi kimsen yok senin, dedim?
- Bir annem var dedi. O da namazını kılmıyor, sevap kazanıp bana hediye etmeyi bilmiyor.
Eğer Belh’e gider de annemi bulursan banim mâruz kaldığım bu mahrumiyetimi anlat, namazını kılsın. Çünkü namazın her iki rekatında ölmüşler için dualar vardır. Ben namazdaki duadan da mahrumum, başka sevap, bağışlarından da!
Şeyh Zahid, sabahın erken saatinde bulunduğu mezarlıktan hareketle doğruca şehre gidip bildirilen adreste kadını bulur. Namaz-niyaz nedir bilmeyen kadına oğlunun kabir hayatında gördüğü hüzünlü halini anlatır.
Kendini tutamayan anne, ağlamaya başlar. Şeyh ise ona, ağlamanın bir çare olmayacağını, namaza başlayıp ölmüşleri için dualar edip yoksullara yardımda bulunarak sevaplarını bağışlaması icap ettiğini anlatarak ayrılır.
Bir müddet sonra şeyh Mürgi, merak ettiği gencin halini tekrar rüyasında görür. Bu defa topluluğun sevinç ve huzuruna ortak olmuş, o da indirilen tüm nimetlerden istifade ediyor, kabir hayatı mutlu ve huzurlu. Genç, der ki:
- Annemi ikaz edip namaza başlattıktan sonra okuduğu dualardan, yaptığı hayır hasenatlardan hediyeler yağmaya başladı bana. Mahrumiyetten kurtuldum. Dirilere söyle, ölüler tümüyle yaşayanların sevap, bağışlarına muhtaç halde bekliyorlar. Yaşayanlar ölülerin sevap bağışına olan ihtiyaçlarını unutmasınlar, bizleri mahrum halde bırakmasınlar...
- Ne dersiniz bu olaya? Ölmüşlerimize sevap hediyelerimizi gönderiyor muyuz? Yoksa ilgisizliğimize kırgınlıkla bakıyor, vefasızlıkla mı suçluyorlar bizi? Düşünmeli miyiz bu önemli imkân ve ihmalimizi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder