13 Mayıs 2015 Çarşamba

İsmail AYBEY - Nereden Nerelere Geldik?

İsmail AYBEY - Nereden Nerelere Geldik?


İsmail AYBEY

Felaket tellallığı yapmak istemiyorum ama toplum olarak kötüye gidiyoruz. Herkes kendisini düşünmekten başkasını düşünmüyor, umursamıyor. Apartmanlarda insanların kendi komşularından haberi yok.
 
Haberlerde çok izlemişsinizdir. Bir kenarda adamın birisi yıkılıp, ölüp gitmiştir. Ama insanlar umursamadan yoluna devam ederler. Ancak duyarlı –yüzde, binde bir belki- bir vatandaş, saatler sonra fark edip bu adam neden yatıyor, ölmüş mü kalmış mı diye bakıyor.
 
Günümüzde insanların birbirine karşı hiç saygısı da kalmadı. Mesela trafikte kırmızı ışıkta bekliyorsun, sarı yanar yanmaz arkadan korna sesleri yükseliyor. Ya dur kardeşim, bu acele nereye? Hiç saygın yok mu senin? Biz nasıl bir toplum olduk, nerelerden nerelere geldik.
 
Geçenlerde bir hocam Osmanlı zamanındaki güzellikleri anlatan bir mail atmış, çok hoşuma gitti. Sizlerle paylaşmak istiyorum. Bunları okuyunca sizler de, “nerelerden nerelere geldik” diye soracaksınız kendinize.
 
 ***
Pencerenin önünde sarı çiçek varsa "Bu evde hasta var... Evin önünde hatta bu sokakta gürültü yapma..." anlamına gelirdi...
 
Pencerenin önünde kırmızı çiçek varsa "Bu evde gelinlik çağına gelmiş, bekar kız var... Evin önünden geçerken konuşmalarına dikkat et ve küfür etme..." anlamına geliyordu...
 
Kız istemeye gelindiğinde damat adayının namaz kılıp kılmadığını anlamak için pantolonunun "diz izine" bakılırdı...
 
Kahvenin yanında su gelirdi... Şayet misafir toksa önce kahveyi alır, açsa suyu alırdı... Ona göre ya yemek sofrası hazırlanır ya da meyve ikram edilirdi...
 
Kapıların üstünde iki tokmak olurdu. Biri kalın biri ince... Gelen bayansa kapıyı ince tokmakla vururdu... Evin hanımı kapıyı ev haliyle bile açardı... Erkekse kalın tokmakla kapıyı vururdu... Evin hanımı kapıyı ya örtünüp açar ya da bi mahremi (kocası vs.) açardı...
 
Peygamber efendimizin (sav) 63 yaşında vefatından sebep, 63 yaşını geçmiş büyüklerimiz yaşları sorulduğunda "Haddi aştık" derlerdi...
 
Yolda küçük büyüğünün önünden yürüyemezdi...
Cuma namazına esnaf -ki kuyumcular da dahil- kapıya kilit vurmadan giderlerdi...
Fitre, zekat Ramazan ayından önce Şaban ayında verilirdi... Fakir fukara Ramazan ayına erzaksız girmesin diye...
 
Esnaf Ramazan ayında toplanıp gerçek bir ihtiyaç sahibinin "borç defterini" kapatırdı...
 
            ATEŞPEREST NASIL MÜSLÜMAN OLDU?
 
Vaktiyle bir ateşperest, oğlunu evlendirmektedir. Düğün günü çok koyun ve inek kesilir. Et kokuları mahalleyi sarar. Ancak evin bitişiğinde, Müslüman, dul bir kadın, dört yetimiyle yaşamaktadır. Hepsi de günlerdir açtırlar. Kadıncağız, düğün ve kapısını çalıp, ‘ateş’ ister. Ancak maksadı başkadır. “Belki yemek verirler” diye gitmiştir.
 
Adam, kadının niyetini anlasa da, bir şey vermez. Kadıncağız, bir daha gidip ‘ateş’ ister. Yine eli boş döner. Üçüncü de yine öyle. Ama ne olur bilinmez, bu defa acır kadına. Hallerini anlamak için dehlize iner ve dayar kulağını bitişik evin duvarına ve dinler. Yetimcik, annesine yalvarıyor:
 
— Ne olur bir daha git. Belki bu sefer bir şey verirler.
Kadın ağlamaklıdır:
- Üç defa gittim yavrum! Artık utanıyorum.
Adam bunu duyar. Kalbi sızlar. Güzel bir ‘Sofra’ hazırlatıp, gönderir evlerine. Ve dehlize inip, dinler yine. Yetimlerin en küçüğü dua ediyor:
 
- Ya Rabbi! O nasıl bize ikram ettiyse, sen de ona ikram et! Onu imanla şereflendir!
Ardından;
- Âmiiiin! sesleri yükselir.
O anda, kalbi döner ateşperestin ve şehâdet getirip imanla şereflenir.


http://www.gazetegordes.com/kose-yazisi-2902-nereden-nerelere-geldik.html


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder