‘Marifet’ sözlükte, herkesin yapamadığı ustalık, ustalıkla yapılmış olan şey, bilme, biliş, vasıta, hoşa gitmeyen şey, tuhaflık anlamlarına gelmektedir.
‘Marifetullah’, Allah (c.c.)’ı bilme, tanıma, O’nu bütün sıfatlarıyla öğrenme, hakkında bilgi sahibi olma demektir.
‘Marifetullah’, iki kelimeden meydana gelen bir tamlamadır. Bunlar “marifet” ve “Allah” kelimeleridir. Bununla birlikte, marifet Allah (c.c.)’ı, O’nun isimlerini ve sıfatlarını, kudret ve iradesinin geçerliğini bilmek; alçak gönüllü olmak manasını ifade ettiği gibi bilginler arasında ilim manasına da gelmektedir ki onlara göre, her ilim bir marifettir, her marifet de bir ilimdir. Allah (c.c.)’ı âlim (bilen) herkes ariftir, her arif de alimdir. [1]
Marifetullah, aslında kişinin Allah (c.c.)’ı hakkıyla tanıması, bilmesi ve buna göre O’na bağlanması anlamında kullanılmaktadır. Zira, kişi, Allah (c.c.)’ı hakkıyla tanırsa, O’nun emir ve yasaklarına bağlanır. Marifetullah bilgisinde şu üç nokta yer almaktadır.
1. İzzet ve Celal sahibi olan Allah (c.c.)’ı ve O’nun birliğini bilmek, ululuğu ulu olan ve her türlü noksan sıfatlardan uzak bulunan zatından benzetmeyi red etmek ve uzaklaştırmak;
2. Allah (c.c.)’ın sıfatlarını ve bu sıfatların hükümlerini bilmek,
3. Allah (c.c.)’ın fiillerini ve bu fiilllerin hikmetlerini kavramak.
Hz. Ali (r.a.)’in ifadesiyle Din’in başlangıcı marifettir. Kim Allah (c.c.)’ı hakkıyla tanırsa, O’na daha iyi teslim olur ve kulluk görevlerini daha iyi yerine getirir. Gerçek tevhid inancının kökleşmesi de kişinin marifet derecesine bağlıdır.
Marifet sahibi kişilere ‘arif’ denir.
‘Marifet’in zıddı ‘cehalet’tir. Hani Musa kavmine ‘Allah size bir sığır kesmenizi emrediyor’ demişti. Onlar da ‘Sen bizimle eğleniyor musun?’ demişlerdi. Musa ‘Kendini bilmez cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım’ demişti. [2]
Görüldüğü gibi ayette Hz Musa’nın Allahın emrini insanlara tebliği vazifesini eğlence olarak nitelendirmek isteyenlere karşı cahillerden yani marifet ehli olmayanlardan Allah’a sığınması bunun örneği mahiyetindedir.
Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir. [3] Buna göre marifet, cehaletin zıttı olarak, affedici olmak ve iyiliği emretmek olarak da karşımıza çıkmaktadır.
Ancak burada Allah’ı bilmekten kastedilen akli bir faaliyet veya bilimsel çaba olmayıp tamamen îmânî bir durumdur. Allah’ı bilmek O’na sarsılmaz imanla bağlanmak, onun sevgisini her şeyin üzerinde görmektir. Bir bakıma marifet imanın tadına varmaktır ki; Hz Peygamber bir hadislerinde konuyu şöyle izah etmektedirler: “Üç özellik vardır ki; bunlar kimde bulunursa, o imanın tadına ulaşır:
Allah ve Rasûlünü sevilmek bakımından her şeyin üzerinde görmek.
Allah’ın sevgisine ulaşmak için sevmek.
Bu biçimde imanın tadına ulaşan, imanı kuvvetli, takva sahibi müminler ‘marifet’ sahibi olabilirler. Bunun için özel ünvanlara, sıfatlara, hayali makamlara sahip olmak gerekmez.
Müminler için ‘marifet’ makamı yüce bir makamdır. İnsan kul olarak Rabbini, O’nun ayetlerine, evrendeki eserlerine bakarak tefekkür eder, düşünür, aklını yorar ve anlamaya çalışır. Bu noktada Allah (c.c.)’ın makamını ve kudretini gerektiği gibi anlayanlar, büyük bir kazanç elde etmişlerdir.
Cüneyd-i Bağdadî’ye ‘marifet’ ile ilgili bir soru sorulduğunda şöyle cevap verir: ‘Marifet, gerek seçkinlerden, gerek halktan olsun bir tek marifettir. Çünkü onunla bilinen şey birdir. Fakat bunun başlangıcı ve yükseği vardır. Seçkinler, yükseğindendir. Gerçi herkes marifetin tam gayesine ve sonuna varamaz. Zira arifler katında marufun sonu yoktur. Düşüncenin yetişmediği, akıllıların kavrayamadığı, zihinlerin algılayamadığı, görmenin keyfiyetine eremediği Zatı marifet nasıl kapsar! İnsanın marifeti ancak sağlam bir inançla, imanın tadına varmış olarak onun nimetlerini, insana bahşettiği güzellikleri görmek, hissetmek ve bunların şükrünü eda etmek suretiyle olacaktır.
Yarattıkları içinde O’nu en iyi bilenler, O’nun büyüklüğünü anlamaktan yahut zatını keşfetmekten aciz olduklarını en çok itiraf ederler. Çünkü benzeri olmayanı idrakten aciz olduklarını bilirler. Zira O, Kadimdir (başlangıcı olmayan), O’ndan başka her şey ise sonradan yaratılmadır. Zira O kavidir, ancak kuvvetini bir kuvvet verenden almamıştır. Halbuki O’ndan başka her kuvvet sahibi, O’nun verdiği kuvvetle kuvvet sahibidir.
O, öğretmensiz âlimdir ve kendisinden başka hiç bir kimseden bir fayda almamıştır. Her şeyi başkasından öğrenmekle değil, kendi ilmiyle bilir. O’ndan başka her âlimin ilmi O’ndan gelir. Tesbih ve tenzih, başlangıcı olmayan önceki, sonu olmayan sonraki, kendisinden başkasının bu özelliğe hakkı olmadığı ve bu vasıfların kendinden başkasına yaraşmadığı Allah (c.c.)’a olsun.”
Kuran- Kerim’de; “Allah’ı hakkıyla takdir edemediler.” [5] ayetinin, mârifetullah bilgisine işaret ettiği rivayet edilmektedir. Nitekim Ebu Ubeyde (r.a.)’nin, bu ayeti ‘Allah’ı hakkıyla tanıyamadılar, bilemediler’ şeklinde açıkladığını görmekteyiz.
İnsan Allah (c.c.)’ın kendisine verdiği donanıma göre, ancak zaman ve mekan içinde olan varlık ve nesneleri anlayabilecek yapıdadır. Allah (c.c.) ise zaman ve mekân üstü, bu kavramlarla izahı mümkün olmayan Yüce Yaratıcı’dır. Buna göre insan yaratanını ancak eserlerine, var ettiklerine bakarak tanıyabilecektir. Bununla ilgili olarak şöyle buyrulmuştur:
“Hala bakmazlar mı o deveye nasıl yaratılmıştır! Ve o göğe, nasıl kaldırılmış! Ve o dağlara nasıl dikilmiş! Ve o yere nasıl düzeltilmiş (yayılmış)!” [6]
Marifetullah ancak Allah (c.c.)’ın var ettiklerine, canlılara, gökyüzünün o eşsiz yapısına, yıldızların sema süsleyişine, her birinin kendi yörüngesinde süzülüşüne, yeryüzünün işleyiş kanunlarına, bitkilere, yaratılmış diğer güzelliklere bakabilmeyle, bunları fark edebilme ve bunlarda yaratıcıyı görebilmeyle ulaşılabilecek bir makamdır.
[1] Kuşeyrî Risâlesi.
[2] Bakara sûresi, 2/67.
[3] A’raf sûresi, 7/199.
[4] Sahîh-i Buhârî, Îmân, 12.
[5] En’am sûresi, 6/91.
[6] Ğâşiye sûresi, 88/17-20.
BU YAZI AŞAĞIDAKİ SİTEDEN ALINMIŞTIR:
http://www.islamahlaki.com/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder