‘Muhabbet’, sevgi, içtenlikle duyulan sevgi, yakınlık anlamındadır.
İslâm ahlâk nizamında ‘Muhabbet’ ve ‘Meveddet’ gibi kelimelerle ifade edilen sevgi duygusu, insanın diğer insanlarla arasındaki ilişki ve kaynaşmanın en önemli unsuru ve dolayısıyla güçlü bir toplumsal hayatın kurulması ve güçlendirilmesinin vazgeçilmez şartıdır.
Kur’an-ı Kerim’de ve Hadis-i şerif’lerde Müslümanların kardeş oldukları belirtilerek onların arasında güçlü bir sevgi bağı kurulması öngörülmüştür.
“Hepiniz Allah’ın (c.c.) ipine sımsıkı tutunun, birbirinizden ayrılmayın ve Allah’ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Sizler birbirinize düşman iken, O sizin kalplerinizin arasında dostluk meydana getirip ısındırdı da nimeti sayesinde kardeş olarak sabahladınız...” [1]
“Mü’minler ancak kardeştirler; onun için iki kardeşinizin arasını düzeltin ve Allah’tan (c.c.) korkun ki merhamet olunasınız.” [2]
Gerçek anlamda ilk Müslüman toplumun kurulduğu Medine’de, Mekke’den göç edenlere kucak açan Medineli Müslümanlar Kur’an-ı Kerim’de: “Onlar, hicret edip yanlarına gelenleri severler.” [3] diye takdir edilmektedir. Bunların muhacirlere (Mekke’den göç edip gelenler) yaptıkları yardımlar nedeniyle, Kur’an-ı Kerim’de, “ensar” (yardım severler) diye anılmaları ve bütün İslâm tarihi boyunca bu isimle anılmaları, İslâm ahlâkında sevgi ve onun ürünü olan dayanışmanın önemine işaret eder.
Ünlü Müslüman düşünür Fârâbî, bir ülkenin bireylerini ve nesillerini bir araya getirip kaynaştıran en önemli gücün sevgi olduğunu belirtir. Fârâbî’ye göre, toplum sevgiyle kaynaşır, adaletle yaşar. Sevgi, ya doğal ve kendiliğinden olur; ya da istek ile olur. İstek ile olan sevgi, ancak başta Allah (c.c.)’a iman olmak üzere, insanların ortak inançlarda ve faziletlerde birleşmeleriyle mümkün olur. Böylelikle birbirini seven ülke insanları, kendi yararları ile birlikte sevdikleri diğer insanların yarar ve mutluluklarını da düşünürler. Böylece aralarındaki birlik ve kaynaşma daha da artar. Buna karşılık birbirini sevmeyen bireyler, birbirinin yararını ve mutluluğunu da istemezler. [4]
Gazâlî ise bu konuda şöyle der: İnsan öncelikle kendisini ve kendi varlığının devamını sağlayan şeyleri, ikinci olarak da kendisine iyilik ve ikramda bulunanları sever. Bu sebeple gerek Kur’an’da ve gerekse hadislerde sevginin gelişip yaygınlaşması için insanların birbirlerine iyilik ve ikramda bulunmaları emredilmiştir.
Sevginin en yüksek derecesi ise, bu tür “ben” merkezli anlayışı aşarak başkasını, ondaki iyilik, erdem, güzellik ve yetkinlik gibi üstün nitelikler dolayısıyla sevmektir. Böylece insanda sevgi, maddi olanı sevmekle başlar, manevi olanı sevmekle gelişir. En yüksek sevgi ise Allah (c.c.) sevgisi ve Allah (c.c.) için sevgidir. “Allah için sevgi” deyimi aynı zamanda karşılıksız sevgiyi ifade eder. Hz Peygamber (s.a.v.): “Mü’minler birbirini sevmekte, birbirine şefkat göstermekte ve korumakta, herhangi bir organı rahatsız olduğunda diğer organları da bu yüzden uykusuzluğa ve hummaya tutulan bir vücut gibidirler.” [5]
Böylece sevgi ve sevginin doğal bir sonucu olan kardeşlik, dostluk gibi kavramlar, sadece bir duygu yapısını değil, insanları olumlu eylemlere yönelten bir ahlâk motifini ve toplumsal dayanışma unsurunu da ifade etmektedir. İslâm ahlâkının bu aksiyoner karakterini dile getirmek üzere Hz Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona ihanet etmez, yalan söylemez, onu sıkıntıda bırakmaz. Her Müslümanın diğerine namusu, malı ve kanı haramdır. Takva işte buradadır (yani kalptedir). Bir kimsenin Müslüman kardeşini hor görmesi kendisine yapacağı kötülük olarak yeter.” [6]
İnsanlar arasında esas olan sevgi ve kardeşlik olduğuna göre, haklı gerekçeye dayanmadan herhangi bir kimseye karşı düşmanlık duygusu besleyip düşmanca davranmanın İslâm ahlâkı bakımından asla onaylanamayacağı açıktır. Yine Peygamber (s.a.v.): “Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona haksızlık etmez, onu düşman eline bırakmaz. Kim Müslüman kardeşinin bir ihtiyacını giderir; kim Müslüman kardeşini bir sıkıntıdan kurtarırsa Allah (c.c.) da onu bir sıkıntıdan kurtarır; kim Müslüman kardeşinin bir kusurunu gizlerse Allah (c.c.) da onun kusurunu gizler (affeder).” [7]
“Bir kişi Allah için başka bir kimseyi sevdiğinden ve onunla bir araya gelip sohbet etmeyi arzu ettiğinden ziyaret ederse, arkasında bir melek kendisine şöyle seslenir: “Sen güzel oldun ! Senin adımların da güzeldir. Ve Cennet de senin için güzel oldu.” [8] buyurmuştur.
Bir kimsenin diğer bir Müslümana olan sevgisi, ne ilim ve amelinden, ne de şöhret ve zenginliğinden yararlanma amacı olmaksızın, yalnızca Allah (c.c.) için olan bir sevgi ise bu muhabbetin en yüksek derecesini ifade eder. Bu sevgi, gerçek müminlerin özelliklerindendir. İslâm ahlâkında fazilet sayılan ülfet ve muhabbetten amaç budur. Çünkü bunun dışındaki nedenlere bağlı olarak duyulan muhabbetler sonradan olan nedenlere bağlıdır. Nedenler ortadan kalkınca ona bağlı muhabbet de yok olmaktadır. Allah (c.c.) için beslenen muhabbet ise asla yok olmayıp devam eder. Bunun için her müminin ahlâki görevlerinden biri ve en önemlisi bütün sevdiklerini Allah (c.c.) için sevmek, sevmediklerini de yine Allah (c.c.) için sevmemektir.
Muaz b. Cebel (r.a.), Peygamber (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Allah Teâlâ buyurdu ki: Yalnız benim için birbirini seven, benim için meclis kuran, benim uğrumda birbirini ziyaret eden, benim uğrumda infak edenler benim sevgime hak kazanmışlardır.” [9]
Ebu Hureyre (r.a.)’den Peygamber (s.a.v.)’in şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur: “Nefsim kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, siz iman etmedikçe Cennet’e giremezsiniz ve birbirinizi sevmedikçe olgun mümin olamazsınız. Size bir şey söyleyeyim, onu yaptığınız zaman birbirinizi seversiniz: Aranızda selamı yayınız.” [10]
“Bir kimsede üç özellik (tam olarak) bulunursa imanın tadını alır: Allah ve Rasûlullah kendisine herkesten daha sevgili olmak sevdiği kimseyi yalnızca Allah için sevmek, Allah kendisini küfürden kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi ateşe atılmak gibi kötü görmektir.” [11]
“Allah Teâlâ kıyamet gününde, Benim için birbirini sevenler nerededir? Onları Benim gölgemden başka gölge bulunmayan bu günde gölgelendireceğim.” buyurdu. [12]
Bütün bunlardan çıkan sonuç şudur ki, mümin Allah (c.c.) için sevecek, Allah (c.c.) için buğz edecek, Allah (c.c.) için hoşnut olacak, Allah (c.c.) için gazaplanacaktır. Müminin azığı takva, himmeti ukba, yoldaşı zikra, sevgilisi Mevla olacaktır. O hep ebedî saadet için çalışacak, koşacaktır.
[1] Âl-i İmran sûresi, 3/103.
[2] Hucûrât sûresi, 49/10.
[3] Haşr sûresi, 59/9.
[4] İlmihal, T. Diyânet Vakfı Hey’eti.
[5] Buhârî,
[6] Buhârî, Müslim, Tirmîzî.
[7] Buhârî, Müslim.
[8] Tirmizi, İbnü Mace.
[9] Muvatta, Riyazü’s-Salihin, 2/320.
[10] Müslim.
[11] Buhari, Müslim.
[12] Müslim.
BU YAZI AŞAĞIDAKİ SİTEDEN ALINMIŞTIR:
http://www.islamahlaki.com/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder