MÜDARA
Gönül alma, yumuşak davranma, hoş geçinme, idare ile geçinme, alçakgönüllülük, tevazu manalarına gelen ‘Mudara’, dinî terminolojide kendisine veya başkalarına zarar gelmesi korkusundan dolayı iyiliği emretmek ve kötülüğe engel olmak mümkün olmadığı durumlarda, fitneye neden olmamak için susmaya denir. Mümin kişinin kalbi haramı ve kötülüğü engellemek istediği halde, içinde bulunduğu koşulların buna fırsat vermemesi halinde mudara yapmak caizdir. Hatta sadaka sevabı bile kazanılır.
Mudara ederken de tatlı dilli ve güler yüzlü olmak gerekir. Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor: ‘Bir adam, Rasûlullah (s.a.v.)'ın huzuruna girmek için izin istemişti. Rasûlullah (s.a.v.): “Bir aşiretin kardeşi ne kötü!”(bu adam ne kötü) buyurdu. Ama adam girince ona iyi davrandı, yumuşak sözle hitap etti. Adam gidince: - Ey Allah'ın Rasûlü! Adamın sesini işitince şöyle şöyle söyledin. Sonra yüzüne karşı mültefit oldun, iyi davrandın, dedim. Şu cevabı verdi: “Ey Aişe! Beni ne zaman kaba buldun? Kıyamet günü, Allah Teâlâ hazretlerinin yanında mevkice insanların en kötüsü, kabalığından korkarak halkın kendini terk ettiği kimsedir.” [1]
Yukarıdaki hadis-i şerife açıklama getiren âlimler, Rasûlullah (s.a.v.)'ın davranışının yasaklanmış olan gıybete girmediğini, dış güzelliğine aldanan bir kısım insanlara ondan herhangi bir zarar gelmesinden korkan kimseye, insanları onun şerrinden kurtarmak için, muttali olduğu bu durumu haber vermesi gerektiğini belirtirler. Ancak bunu paraya binaen değil, hayırhahlık niyetiyle yapmalıdır.
Kurtubî: ‘Hadiste, fısk ve fuhşu bilinen her kimsenin, keza verdiği hükümde adaletsizlik yapan, insanları bid'alara çağıran kimselerin de gıybetlerinin caiz olduğu hükmü vardır, ne var ki, şerlerinden korunmak için bunları idare etmek (müdara) da caizdir, yeter ki bu idare Allah Telanın dininde müdahaneye dönüşmesin." Sonra der ki: “Müdahane ile müdara arasında şu fark vardır: Müdara dünyanın veya dinin veya her ikisinin de salahı için dünyalığın harcanmasıdır, bu mübahtır, bazen da müstehabtır. Müdahane ise dünyanın salahı için dinin terkidir.’ Bu hadis müdarada, kâfir ve fasıkların gıybet edilmesinin cevazında asıldır. [2]
Başka bir hadisi şerifte şöyle buyuruluyor: Hz. Câbir ve Hz. Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: ‘Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Ne fasık ne de mücâhir (günahı açıktan işleyen) kimse için söylenen gıybet sayılmaz. Mücâhir olan hariç, bütün ümmetim affa mazhar olmuştur.”[3]
Mudara, dini veya dünyayı zarardan kurtarmak için, dünya çıkarlarından vermektir. Müdahene ise dünyalık ele geçirmek için, dinden vermektir. Zalime mudara ederken kendisi ve zulümleri övülmez. [4]
İmam Gazâli diyor ki: ‘İnsanlar, üç kısımdır: Bir kısmı gıda gibidir. Bunlar herkese ve her zaman gereklidir. İkinci kısım, ilaç gibidir. İhtiyaç zamanında gerekli olurlar. Üçüncü kısım ise hastalık veya virüs gibidir. Bunlara ihtiyaç olmaz. Fakat onlar insanlara bulaşırlar. Bunlardan kurtulmak için mudara etmek gerekir.’ Mudara yapmak caizdir ve bazen de müstehab olur.
[1] Buharî, Edeb; Müslim, Birr; Muvatta, Hüsnü'l-Hulk; Ebu Davud, Edeb; Tirmizî, Birr.
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte ,16/396.
[3] Rezîn.
[4] İslâm Ahlâkı, M. Hadimî.
Gönül alma, yumuşak davranma, hoş geçinme, idare ile geçinme, alçakgönüllülük, tevazu manalarına gelen ‘Mudara’, dinî terminolojide kendisine veya başkalarına zarar gelmesi korkusundan dolayı iyiliği emretmek ve kötülüğe engel olmak mümkün olmadığı durumlarda, fitneye neden olmamak için susmaya denir. Mümin kişinin kalbi haramı ve kötülüğü engellemek istediği halde, içinde bulunduğu koşulların buna fırsat vermemesi halinde mudara yapmak caizdir. Hatta sadaka sevabı bile kazanılır.
Mudara ederken de tatlı dilli ve güler yüzlü olmak gerekir. Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor: ‘Bir adam, Rasûlullah (s.a.v.)'ın huzuruna girmek için izin istemişti. Rasûlullah (s.a.v.): “Bir aşiretin kardeşi ne kötü!”(bu adam ne kötü) buyurdu. Ama adam girince ona iyi davrandı, yumuşak sözle hitap etti. Adam gidince: - Ey Allah'ın Rasûlü! Adamın sesini işitince şöyle şöyle söyledin. Sonra yüzüne karşı mültefit oldun, iyi davrandın, dedim. Şu cevabı verdi: “Ey Aişe! Beni ne zaman kaba buldun? Kıyamet günü, Allah Teâlâ hazretlerinin yanında mevkice insanların en kötüsü, kabalığından korkarak halkın kendini terk ettiği kimsedir.” [1]
Yukarıdaki hadis-i şerife açıklama getiren âlimler, Rasûlullah (s.a.v.)'ın davranışının yasaklanmış olan gıybete girmediğini, dış güzelliğine aldanan bir kısım insanlara ondan herhangi bir zarar gelmesinden korkan kimseye, insanları onun şerrinden kurtarmak için, muttali olduğu bu durumu haber vermesi gerektiğini belirtirler. Ancak bunu paraya binaen değil, hayırhahlık niyetiyle yapmalıdır.
Kurtubî: ‘Hadiste, fısk ve fuhşu bilinen her kimsenin, keza verdiği hükümde adaletsizlik yapan, insanları bid'alara çağıran kimselerin de gıybetlerinin caiz olduğu hükmü vardır, ne var ki, şerlerinden korunmak için bunları idare etmek (müdara) da caizdir, yeter ki bu idare Allah Telanın dininde müdahaneye dönüşmesin." Sonra der ki: “Müdahane ile müdara arasında şu fark vardır: Müdara dünyanın veya dinin veya her ikisinin de salahı için dünyalığın harcanmasıdır, bu mübahtır, bazen da müstehabtır. Müdahane ise dünyanın salahı için dinin terkidir.’ Bu hadis müdarada, kâfir ve fasıkların gıybet edilmesinin cevazında asıldır. [2]
Başka bir hadisi şerifte şöyle buyuruluyor: Hz. Câbir ve Hz. Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: ‘Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Ne fasık ne de mücâhir (günahı açıktan işleyen) kimse için söylenen gıybet sayılmaz. Mücâhir olan hariç, bütün ümmetim affa mazhar olmuştur.”[3]
Mudara, dini veya dünyayı zarardan kurtarmak için, dünya çıkarlarından vermektir. Müdahene ise dünyalık ele geçirmek için, dinden vermektir. Zalime mudara ederken kendisi ve zulümleri övülmez. [4]
İmam Gazâli diyor ki: ‘İnsanlar, üç kısımdır: Bir kısmı gıda gibidir. Bunlar herkese ve her zaman gereklidir. İkinci kısım, ilaç gibidir. İhtiyaç zamanında gerekli olurlar. Üçüncü kısım ise hastalık veya virüs gibidir. Bunlara ihtiyaç olmaz. Fakat onlar insanlara bulaşırlar. Bunlardan kurtulmak için mudara etmek gerekir.’ Mudara yapmak caizdir ve bazen de müstehab olur.
[1] Buharî, Edeb; Müslim, Birr; Muvatta, Hüsnü'l-Hulk; Ebu Davud, Edeb; Tirmizî, Birr.
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte ,16/396.
[3] Rezîn.
[4] İslâm Ahlâkı, M. Hadimî.
BU YAZI AŞAĞIDAKİ SİTEDEN ALINMIŞTIR:
http://www.islamahlaki.com/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder