‘Muavenet’, sözlükte yardım etmek, yardımlaşmak anlamındadır.
Yardımlaşmak, insanların birbirine yardımda, iyilikte bulunması. ‘Avene’ kökünden mastar olup, “teavün” ile eş anlamlıdır.
Yönetici veya bazı meslek sahiplerinin yardımcılarına da ‘muavin’ denilir.
İnsanlar, sosyal bir varlık olarak birbirlerinin yardımına muhtaçtır. Bu, toplu yaşayışın bir gereğidir. Diğer yandan insan yaratılışındaki farklılıklar, güç ve servet dağılımından ortaya çıkan zenginlik-yoksulluk gerçeği, güçlünün zayıfı ezme eğilimleri, insanlar arasında yardımlaşmayı gerekli kılan hususlardır.
İslâm dini, yardımlaşmaya ve sosyal adalete büyük önem vermiştir. Zekât, fıtır sadakası, fidye ve yemin kefaretinin yerine getirilmesinde yoksulu doyurma gibi esaslar, zenginle yoksul arasındaki yardımlaşmaya süreklilik kazandıran sosyal güvenlik kurumlarıdır. Buna, tarih içinde eğitim ve sağlık hizmetlerinde, toplumdaki yetim, öksüz ve dulları gözetmede büyük görev üstlenen ‘Vakıflar’ da eklenebilir. Hatta vakıflar insana hizmetin ötesinde, kanadı kırıldığı için uçamayan kuşu koruyacak kadar canlılara merhametin ve desteğin sembolü olmuştur. Diğer yandan takva sahipleri toplumdaki yoksulları, kendilerine sevap ve manevi derece kazandıran bir nimet gibi görerek bağrına basmıştır.
Kur’an-ı Kerim ve Rasûlullah (s.a.v.)’in sünnetinde yardımlaşmayı emir ve teşvik eden pek çok hüküm vardır:
Allah Teâlâ, yardımlaşmanın insana yararlı ve meşru konularda olması gerektiğini şöyle bildirir: “İyilik ve takva hususunda birbirinizle yardımlaşın. Günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın!” [1]
Ayette geçen takva, Allah (c.c.)’tan korkup, kötülüklerden sakınmak demektir. Burada Müslümanlar arasında gerçekleşecek yardımlaşmanın, onların birbirlerine destek olmanın ölçüsü ve metodu bildirilmektedir. İyilik, güzel ve hayır amaçlarıyla yardım etmek, yapan kişiye büyük sevap kazandırır. Fakat günah, haram, kötülük, zulüm, küfür ve düşmanlık konularında başkalarına yardımcı ve destek olmak, bu kötülüğü yapanların güçlenmesine ve şerrin yayılıp kökleşmesine yardımcı olacağı için, yardımcı olanı da şerre ortak yapar. Herkes kötülüğün meydana gelmesindeki payı ve katkısına göre sorumlu olur.
Özellikle bu yardım ve destek sonucu toplumda bir kötülük çığırı açılırsa, bu kötülük devam ettiği kuşaklar boyunca o çığırı açanlar kendilerine düşen vebal payını yüklenirler. Bunun aksine iyilik, güzellik, hayır çığırı açılmasına katkıda bulunanlar da, insanlar bu iyiliği, hayrı işlediği sürece, kendisi de işlemiş gibi sevap almaya devam ederler. İyilik yolunu gösteren bu iyiliği yapmış gibi sevap alır.
Mümin erkekler ile mümin kadınların, akide ve takva temelinde birbirleriyle yardımlaşmaları kardeşliğin bir gereği olarak zikredilmektedir. Bu yardımlaşma, bireysel ve toplumsal hayatta iman ve takva ilkesinin egemen olmasını sağlamak için gerekli görülmektedir. Nitekim bu amaçla bir araya gelen kimselere Allah’ın rahmet edeceği belirtilmektedir. Allah (c.c.), bütün müminlerin birbirinin dostu ve yardımcısı olduğunu şöyle bildirir:
“Mümin erkekle mümin kadınlar birbirinin velileridirler. İyiliği emrederler, kötülükten sakındırırlar, namazı vaktinde kılarlar, zekâtı verirler” [2] ayetteki veli, yardımcı, destekleyici, idareci, Allah (c.c.) için dost ve yakın anlamlarına gelir. Mü'minler kardeşlikte ve dostlukta tıpkı aksamı birbirine geçmiş mükemmel ve sapasağlam bir bina gibidirler veya bütün unsurları ve zerreleriyle birbirine bağlı bir vücut gibidirler. Bir vücudun herhangi bir azası rahatsız olduğunda nasıl ki bütün bir vücut ayni rahatsızlığı, ayni acıyı duyarsa, bir tek mü'minin dünyanın ta öbür ucunda ile olsa- çektiği acıyı, duyduğu ızdırabı diğer mü'min kardeşleri derinden hisseder. Mü'minlerin bu denli birbirlerine bağlı olduklarını Peygamber (s.a.v) söyle ifade etmektedir.
“Mü'minin mü'mine bağlılığı, parçaları birbirini bütünleyen bir bina gibidir.” Hadisi rivayet eden Ebû Musa El-Es'arî'nin bunu tarif için parmaklarını birbirine geçirdiği zikredilmektedir. Başka bir hadisinde de şöyle buyurur: “Mü'minleri kendi aralarındaki merhametlerinde, sevişmelerinde, yardımlaşmalarında bir vücut gibi görürsün. Ki vücudun bir organı ağrırsa, vücudunun kalan kısmı uykusuzluk ve humma ile o organ için birbirini çağırır.” [3]
Bir müminin, diğer bir mümin kardeşine her durumda yardımcı olması gerekmektedir. Peygamberimiz (s.a.v) bir hadisinde, “Zalim de olsa, mazlum da olsa mümin kardeşine yardım et!” diye buyurmaktadır. Zulüm konusunda nasıl yardım edileceğini ise su çarpıcı sözlerle dile getirmektedir: “Onu zulümden el çektirirsin. Ona yapacağın yardım işte budur.” [4]
Kardeşliğin bir gereği de, zulme meyleden diğer kardeşlerini uyarmak ve onları hizaya getirmek için çalışıp durmaktır. Bu tür bir yardımlaşma fertlerin ve toplumların selameti için oldukça önem arz etmektedir.
Kâfir veya münafıkların Müslümanlara verecekleri zararlarda, mümin kimsenin onlara yardımcı olması yasaklanmıştır. Ayette şöyle buyurulur:
“(Ey Muhammed!) kâfirlere kesinlikle arka çıkma.” [5]
“Allah, ancak sizi, sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurdunuzdan çıkaranları ve çıkarılmanıza yardımcı olanları dost ve arkadaşlıktan alıkoyar. Kimde onları dost ve arkadaş edinirse, işte onlar zalimlerdir.” [6]
Ancak bir önceki ayette, Müslümanlara saldırmayan ve onlarla anlaşmalı bulunanlara işbirliği yapabileceği belirtilir:
“Allah, din uğrunda sizinle savaşmayanlara ve sizi yurdunuzdan çıkarmayanlara iyilikte bulunmanızı, adaletle davranmanızı menetmez. Şüphesiz ki Allah, adaletle davranıp insaf ölçülerine bağlı kalanları sever.” [7]
Rivayete göre, Huzaâ kabilesi Müslümanlarla savaşmamış, aynı zamanda bir anlaşma yapıp, Müslümanlarla savaşacak olanlara yardım etmeyeceklerine, onların yanında yer alıp, Hz. Peygamber (s.a.v.) ile savaşmayacaklarına söz vermişlerdi. Bunun üzerine Yüce Allah onlara iyilikte bulunup, adaletli davranmaları için müminlere ruhsat verdi. Bu ayet, gayr-i müslim ülkelerle ilişkileri düzenlemede önemli bir devletler hukuku prensibini de koymakta ve hangi şarlarda onlarla işbirliği ve sözleşme yapılabileceğini belirtmektedir.
Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle burumuştur:
“Dünyada insanların bir sıkıntısını giderenin, Allah Teâlâ da ahirette bir sıkıntısını giderir.” [8]
Yardımlaşmanın birçok çeşidi vardır. Bir yoksula bir sadaka vermek ona bir yardım olduğu gibi, fikir danışana doğru bilgi vermek de bir yardımlaşmadır. Hatta öyle konular olur ki, görüş isteyen kimseye verilen doğru bir bilgi veya öneri, ona çok büyük maddi ve manevi kazançlar sağlayabilir. Zulüm ve haksızlığa uğrayan kimseyi zalimin zulmünden kurtarmak ve korumak yardımlaşma olduğu gibi; zalimin zulmüne engel olmak da ona iyilik olarak yardımdır. Bu hususta Allah Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: ‘İster zalim ister mazlum olsun kardeşine yardım et”. Ashab-ı kiramdan bir zat:
- Ya Raûlallah! Mazlum olan bir kimseye yardım ederim, bunu anladım. Fakat zalime nasıl yardım ederim, dedi. Allah Elçisi şöyle buyurdu:
“Yaptığı zulümden onu alıkoymanız ona yardımdır. buyurdu.” [9]
Bu yolla zalimin işlemek üzere bulunduğu kötülük engellenmiş ve iyilik yapılmış olur.
Diğer yandan; “Komşusunun aç olduğunu bilerek sabahlayan gerçek mümin olamaz”; “Sizden biriniz kendiniz için sevdiğini mümin kardeşi için de sevip arzu etmedikçe gerçek mümin olamaz”, “İmanın en alt derecesi, müminin yolda gördüğü, başkalarının ayağına takılacak engeli, taşı kaldırmasıdır.” ve benzeri hadisler İslâm’ın yardımlaşmaya ne kadar önem verdiğini göstermektedir.
[1] Maide sûresi, 5/2.
[2] Tevbe sûresi, 9/71.
[3] Buhârî, salat, Mezalim; Müslim, birr; Tirmizî, birr; Nesâî, zekat.
[4] Buhârî, Mezalim; Müslim, birr.
[5] Kasas sûresi, 28/86.
[6] Mümtehine sûresi, 60/9.
[7] Mümtehine sûresi, 60/8.
[8] Riyazus- Salihin, Nevevi, No: 242.
[9] Tecrid-i Sarih tercemesi, IV, 281.
BU YAZI AŞAĞIDAKİ SİTEDEN ALINMIŞTIR:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder