abdusselam güngörmez
11 Şubat 2014 Salı
Evet, benim kibar ve nezih okuyucum, bu haberi sana iletmekten mutluluk duymak isterdim. Ama senin içinde bulunduğun durum benim mutluluk duymamı engelliyor. Çünkü ölümü korkunç bir şey olarak görüyorsun. Dolayısıyla ben de bir felaket habercisine dönmüş oluyorum. Yinede söylemek zorundayım; öleceksin.
O kaçmak istediğin, unutmak istediğin, adını duyduğunda neşeni kaçıran, bir anda tüm zevkini kedere ve yeise dönüştüren ölüm sana da gelecek. Ya kalbin duracak bir anda ya beyin kanaması geçireceksin. Ya bir trafik kazasında parçalanacaksın ya kanser yiyip bitirecek.
Ya hiçbir şey olmadan birdenbire öleceksin ya da uzun bir süreç içinde yavaş yavaş. Ama sonuçta nasıl olursa olsun öleceksin. Evet, benim nezih ve kibar okuyucum bu haberi sana iletmekten mutluluk duymuyorum ne yazık ki.
Modern insan, ölümü yaşamın bir parçası olarak görmek istememektedir. Ona göre ölüm insanın hayattayken asla karşılaşmayacağı ve o geldiğinde ise insanın hayatının olmayacağı bir gerçek olduğuna göre korkulmaması gereken ve unutulup yaşamın dışına itilmesi gereken bir olgudur.
Bu yüzden modern insan ölülerini gömüp unutmaktadır. Sanıyorum yine bu yüzden olsa gerek, mezarlıklarının şehrin dışında olmasının mantığı da budur. Modern insan her gün binlerce ölüm haberi duymaktadır. Parçalanmış cesetler, soluksuz ve soğuk gövdeler, çarpıntısız kalpler ve morarmış bedenler görmektedir. Buna rağmen ölümü hiç hatırlamamaktadır.
Kadim medeniyet, yaşamın ölüm ve hayat ikileminin üzerine kurulu olduğunun bilincindeydi. Bu yüzden ölüler herkesin sık sık gelip geçtiği cami avlularına, ya da evlerin pencerelerinden görülebilecek bahçenin en manzaralı yerine gömülüyordu. Mezar ziyaretleri bazen ölülere tapınma biçimine dönüşse de çoğu kere ölümü hatırlamak maksadıyla yapılıyordu.
Ölümün arzulanan bir olgu olduğunu “ecel şerbeti” kavramı ne güzel ifade etmekteydi. Çünkü ölüm güzel olmasaydı hiç peygamber ölür müydü?
Evet nezih ve kibar okuyucu işin gerçeği, ölüm zevk veren ve insanın hoşuna giden bir şey değil. Ancak bunun böyle olması ölümü çirkin ve unutulması gereken bir olgu haline getirmez sanırım. Çünkü ölümü bizim aramızda takdir eden tanrı asla çirkin ve unutulması gereken bir olgu yaratmaz.
Öyleyse ölümden gereken ibretlik dersi çıkarmalı ve asla onu yaşamın dışına itmemeliyiz.
Bu yazıyı okuyan herkes ölecek. Okumayanlar da ölecek. Çünkü ölüm herkesin doya doya yaşayacağı en ortak tecrübedir.
Bu yazıyı okuyan herkes ölecek. Okumayanlar da ölecek. Çünkü ölüm herkesin doya doya yaşayacağı en ortak tecrübedir.
Meşhur sarhoş Ömer Hayyam bir rubaisinde şöyle diyor;
“Yeni bir meyhane keşfettim
Mezarlığın tam karşısında
Ararsanız ya meyhanedeyim
Ya da tam karşısında”
Mezarlığın tam karşısında
Ararsanız ya meyhanedeyim
Ya da tam karşısında”
Evet, aziz ve kibar okuyucum, kadim medeniyetin sarhoşları bile gidebileceği son yerin farkındaydı. Ancak modern medeniyetin dijital ve sanal insanları yaşamın bilincinde olmadıkları için ölümün de farkında değiller.
Bu yüzden sonsuza kadar yaşamak için çırpınmaktadırlar. Ölümü öldürmeye çalışan tıp uzmanları yeni keşiflerle ölümsüzlüğü bulma peşindeler.
Kadim medeniyetin bu konuda ibretlik bir masalı var;
Büyük İskender “ab-ı hayat”ı aramaya çıkmış ve sonunda bir dağın derin bir mağarasında bulmuş, tam içmeye başlıyormuş ki gagası çürümekten dökülen tüyleri dökük bir karga “dur” demiş. “sakın içme”. “neden” diye sormuş İskender. Karga “ben içtim, bin yıldır yaşıyorum her yanım çürüdü, tüylerim kokuyor, gagam kurtlandı, ölmek istiyorum fakat ölemiyorum” demiş.
Bu hali gören büyük İskender mağaranın ağzını kapatıp ölümsüzlüğü aramaktan vazgeçmiş.
Evet benim sevgili ve kibar okuyucum ölümün bir nimet olduğunun bilincinde olman dileğiyle…..
http://www.yazete.com/genc-kalemler/gungor-aslanoglu/bu-yaziyi-okuyan-herkes-olecek/5058/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder