Milli Egemenliğin Önemi - Milli Egemenlik Hakkında Bilgi
Osmanlı İmparatorluğu'nun I. Dünya Savaşı sırasında büyük bir yenilgiye uğramasının ardından, Batılı devletler hemen Osmanlı topraklarını paylaşmak üzere planlar yapmaya başladılar. Sir William Opren tarafından yapılan bu tabloda, 28 Haziran 1919 tarihinde Paris'te Osmanlı topraklarının paylaşımı için biraraya gelen liderler görülmektedir.
Atatürk'ün millet sevgisini gösteren önemli dellilerden birisi de milletin üzerindeki tüm baskıları ve keyfi idareleri kaldırarak, milleti kendisinin yöneticisi konumuna getirmesidir. Milli Mücadele, "milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır" sözleri ile başlamıştır. "Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir" sözü ise, Atamızın milletine verdiği değerin göstergelerinden biridir. Egemenlik, yöneten ve düzenleyen bir güç, bölünmez bir kuvvettir. Eğer bir ülkede bu güç, o ülkede yaşayanlara ait değilse, ülkenin dışından geliyorsa, o zaman bu ülkede güçlü ve bağımsız bir devletin varlığından bahsedilemez. Bu, tam anlamı ile sömürü düzenidir. Dolayısıyla, güçlü bir devlette söz konusu iradenin muhakkak o ülkenin içinden çıkması, diğer bir deyişle milli olması şarttır. Atatürk'ün kastettiği "milli" ve "egemenlik" sözcüklerinin birleşmesinden oluşan "milli egemenlik" kavramı ise, milletin sahipliği, milletin egemenliği anlamına gelmektedir. Buna göre, bir devlet üstünde hiçbir yabancı gücün etkisi olmadığı gibi, milletin üstünde de hiçbir sınıf, zümre veya kişiye ayrıcalık tanınamaz. Milletin iradesinin üzerinde başka bir irade ve güç yoktur.
I. Dünya Savaşı'nın İtilaf Devletleri'nin yenilgisi ile sonuçlanmasının ardından, Osmanlı İmparatorluğu'nun toprakları parçalanmaya başlanmış, ülkenin dört bir yanı düşman tarafından işgal edilmişti. Bu dönemde, düşmana karşı nasıl bir strateji izleneceği, nihai hedefin ne olması gerektiği hakkında ülkenin aydınları ve önde gelenleri arasında çeşitli tartışmalar vardı. Bir grup yabancı bir gücün mandası altına girmenin gerekli olduğunu savunurken, başta Mustafa Kemal olmak üzere bağımsızlık yanlısı bir grup da mandanın bir tür esaret anlamına geldiğini ve Türk Milleti'nin asla esareti kabul edemeyeceğini, tek çözümün bağımsızlık olduğunu savunuyordu. Manda taraftarları arasında da hangi ülkenin mandası olunacağı konusunda fikir ayrılığı vardı. Bazıları İngiliz mandasını savunurken, bazıları da Amerikan mandasının kabul edilmesi gerektiğini iddia ediyorlardı.
Atatürk ise, en başından beri bağımsızlığı Türk Milleti için tek çare olarak gördüğünü ve yeni bir Türk devletinin kurulması için yola çıktığını Nutuk'ta şöyle anlatıyordu:
Efendiler, ben bu fikirlerin hiçbirisini (mandayı kastederek) uygun bulmadım. Çünkü bu kararların dayandığı temeller ve mantıklar yanlıştı, esassızdı. Gerçekte o tarihte Osmanlı Devleti'nin temelleri çökmüş ve devri sona ermişti, Osmanlı ülkesi tamamen parçalanmıştı, ortada bir avuç Türk'ün barındığı bir ana yurdu kalmıştı. Son mesele bunun da parçalanmasını sağlamaktı. Neyin ve kimin korunması için, kimden ne yardım isteniyordu. O halde gerçek karar ne olabilirdi? Efendiler, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da milli egemenliğe dayalı, kayıtsız şartsız yeni bir Türk devleti kurmak. İşte daha İstanbul'dan çıkmadan düşündüğümüz ve Samsun'da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamaya başladığımız karar bu karar olmuştur.
Böylece daha işin başından izlenecek strateji ve varılacak amaç belirlenmiş ve ulusal egemenliğe dayalı yeni bir Türk Devleti'nin kurulmasına adım adım yürünmüş ve sonunda amaca varılmıştır. Elbette böyle bir hedefin belirlenmesinin temelinde Mustafa Kemal'in Türk Milleti'ne duyduğu güvenin büyük payı vardır, 'milli egemenlik' ilkesinin dayanağı Türk ulusudur.
Şunu da belirtmek gerekir ki, bağımsızlık ve milli egemenlik görüşü, Samsun'a çıkıldığı anda belirmiş bir fikir değil, Atatürk'ün gençlik yıllarından itibaren düşündüğü ve planladığı bir görüştür. Mustafa Kemal'in, daha 1906 yılında Selanik'te arkadaşları ile yaptığı sohbetlerde bu anlayışı gündeme getirdiği tarihi dökümanlarda yer alan bir bilgidir. 1917 yılında Suriye Cephesi'nde yazdığı notlarda ve cepheden gönderdiği mektuplarda ise, "mutlakiyetin yerini milli egemenliğin alması gerektiğinin" üzerinde durmaktadır. Yine askerlik yıllarında Selanik'te Askeri Rüştiye öğretmenlerinden Hakkı Pars'ın evinde yapılan bir toplantıda, "... Hürriyet olmayan bir memlekette ölüm ve izmihal vardır. Her terakkinin ve kurtuluşun anası hürriyettir" sözleri ile izlenecek yolu belirlemiştir. Bağımsızlık olmadan, çağdaş bir devlet kurulamayacağının farkında olan Atamız, özgür olmayan bir ülkede yaşamaktansa, her türlü tehlikeye göğüs gererek, bağımsız bir millet için çalışmayı göze almıştır. Başka milletlerin boyunduruğu altına girmiş bir milletin zamanla tarih sahnesinden silineceğini bilerek, "Ben yaşayabilmek için mutlaka müstakil bir milletin evladı kalmalıyım. Milli istiklal bence bir hayat meselesidir" demiştir.
Kahraman Türk Milleti, tarih boyunca vatanı için can vermekte bir an bile tereddüt etmemiştir. Her karışı şehit kanları ile sulanmış olan vatan toprağı, tüm Türk Milleti için kutsaldır.
Samsun'a çıktığı tarih ise, Atatürk'ün yıllardır üzerinde düşündüğü bir planın hayata geçirilmesinin ilk adımıdır. Samsun'a geçişin bir diğer anlamı da zaten, halka yönelmek, yalnızca halkın talep ettiği yönde bir yol izlemektir. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının ilk hedefi elbette düşmanın vatan topraklarından çıkarılması idi. Ancak bunun için öncellikle ulusal güçlerin birleştirilmesi gerekliydi. İşte bu noktada, Atamızın Türk Milleti'ne duyduğu sevgi, halkta bir kez daha Türk benliğinin canlanmasını sağlamıştır. Halkımız da içinde bulunulan işgal, yokluk ve türlü sıkıntılara rağmen bağımsızlık konusunda asla taviz verilmeyeceğini, vatanımızın korunması için topyekün savaşılacağını, bu uğurda herşeyi kaybetmeye dahi razı olduğunu bildirmiş ve Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarına tam destek vermiştir. Mustafa Kemal'in Anadolu'ya çıkışını takiben Amasya Genelgesi'nde milli egemenliğin temel ilke olduğu şöyle vurgulanmaktadır:
Vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığı tehlikededir. İstanbul Hükümeti, yenen devletlerin etkisi altında bulunduğundan, yüklendiği sorumluluklarının gereğini yerine getirememektedir. Bu durum ulusumuzu yok olmuş gibi gösteriyor. Ulusun bağımsızlığını yine ulusun kesin kararı ve direnişi kurtaracaktır.
Her köy, mahalle, nahiye, kasaba ve ilde, oranın halkı tarafından seçilen üyelerden oluşan "Kuvayi Milliye" örgütlerinin özünde Atamızın bağımsızlık aşkı ve ulusal egemenliğe verdiği önem yatmaktadır. TBMM'nin açılışı ise ulusal iradeye dayanan yeni Türk Devleti'nin ortaya çıkışının somut sonucudur. 23
Nisan 1920 tarihinde açılan TBMM, Mustafa Kemal'in arzu ettiği "milli egemenliğin" kurumsallaşmış hali olmuştur.
Görüldüğü gibi milli egemenlik kavramı, Atatürk'ün Türk Milleti'nin aydınlık geleceği için önemle üzerinde durduğu bir kavramdır. Milli egemenlik anlayışına dayalı bir sistemin kurulabilmesi için tarihi bir mücadele verilmiştir. Atamız, "Büyük ölülere matem gerekmez, fikirlerine bağlılık gerekir" demiştir ve bu sözleri ile de açıkça ortaya koyduğu gibi tek isteği, milletinin, kendisinin çizdiği yolda yürümesi ve asla yılgınlığa kapılmadan sürekli ilerlemesidir. Bu isteği yerine getirmek tüm vatanseverlerin ve milliyetçilerin en önde gelen sorumluluklarından biridir.
KAYNAK.
http://nedircevap.com/milli-egemenligin-onemi
Herkesin 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutlar,egemenliğimizin bozulmamasını Yüce Allah’tan dilerim.
Efkan VURAL
--
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder