Fizik mühendisi sevgili Dr. Bora Dikmen dostum kitabı özetlemiş.
Bora bey her perşembe akşamı yüzden fazla kitap meraklısı dostuna mail atıyor. Gönderdiği maillerde okuduğu birçok kitabı özetliyor ve yorumlarını yazıyor.
Bu hafta Fakire ait "İçimdeki bitmeyen özlem" kitabını büyük emekle özetlemiş sağolsun.
Kendisine çok teşekkür ediyorum. Allah razı olsun.
Maili aynen aşağıda paylaşmak isteriz.
Okuyanlara ışık olur inşallah...
Celal
----- Özgün İleti -----
Kimden : boradikmen@gmail.com
Kime : Bora Dikmen <boradikmen@gmail.com>
Gönderme tarihi : 31 Mart 2016 Perşembe 22:47
Konu : 2016-12 [Cuma Postası] Yazar arkadaşlarım 1/3
Arkadaşlar (alıntılar mavi renkte),
Bu hafta size dokunaklı hayat öyküsünü kitap haline getirmiş bir arkadaşlarımdan bahsetmek istiyorum. Aslında bu yazı 3 hafta önceden hazırdı ama kayınbiraderimin ani ölümü yüzünden ancak şimdi gönderebiliyorum.
Bu arkadaşımın sağlık durumu gittikçe kötüye gidiyor. Bir paragraf yazıyı bile yazması saatlerini alıyor. Buna rağmen yıllar içinde 400 sayfa civarında olan kitabını yazmayı başardı ama yayımlatamadı. O bu işe yıllarını verdi, kitabını baştan sona okudum ve bu yazıya saatlerce zaman ayırdım. Sizin de uygun bir zamanınızda 10 dakikanızı ayırıp okumanızı rica ediyorum.
Celal'in hayat öyküsünü bir dram olarak almayın. Tam tersine, içindeki güzelliğe, mücadeleye ve yaşam enerjisine yoğunlaşın.
Eğer direkt yazmak isterseniz;
celalcelik@gmail.com
Celal kardeşimle yıllar önce aynı şirkette çalışmıştık. Celal oldukça yetenekli bir teknisyendi, tüm dijital kartların PCB'sini o çizerdi. Ortalamada her elli bin kişide bir görülen bir hastalıktan muzdarip; Friedreich Ataksisi.
https://tr.wikipedia.org/wiki/
Bu nedenle 2010’da erken emekli oldu. Ülkemizdeki 8 milyon engelliden biri. İlk başlarda bu hastalığa çok isyan etmiş, kabullenememiş. Büyük buhranlar yaşamış. Ama şimdi bunu Allah'ın bir lütfü olarak görüyor, bu sayede O'na yakınlaştığını düşünüyor. Hatta hastalığını bir armağan olarak nitelendiriyor.
Yazdığı kitap dini içeriği olan bir otobiyografi. Alıntı birçok hikaye de barındırıyor. Kitabı bastırmayı denemiş ama yayın evleri kabul etmemiş. Bana PDF halini göndermişti, 377 sayfa. Okudum ve size geniş bir özetini gönderiyorum.
Blog sayfasında da her hafta bir kısmını yayınlıyor, okumak isterseniz;
http://icimdekibitmeyenozlem.
Sadece son bölümü kurgulamış, geri kalan tamamı yaşanmış olaylarmış.
Celal bu kitabı son derece samimi bir dille amatörce yazmış, yaşadıklarını, aşkını, hayattan aldığı dersleri paylaşmak istemiş. Hiçbir maddi beklentisi de yok. Oldukça dokunaklı bölümleri var.
İşte size geniş bir özeti, Celal yıllarını bu kitaba verdi, tek derdi de anlaşılmaktı, umarım sakin bir zamanınızda en azından aşağıda verdiğim özeti baştan sona okursunuz.
*************
022 "İçimde Bitmeyen Özlem" – Celal Çelik, Otobiyografi 377 sayfa
İşte annesi Nuriye ve anneannesi Fatma'nın hikayesi;
Eşini 1915 Çanakkale Savaşında kaybeden Topal ninenin kızı 6 çocuk annesi Fatma, kızı Nuriye henüz daha 6 aylıkken hastalanır ve henüz 38 yaşındayken Konya'da bir hastanede ölür. Eşi fakirlikten cenazeyi köyüne bile getiremez ve orada bir yere defneder. Tam 61 yıl sonra Celal'in babası İsa söz verdiği gibi kayınvalidesinin mezarını bulur ve Celal'in annesi Nuriye tam 61 yıl sonra annesi Fatma'nın mezarındadır. Elbette göz yaşları sel olur.
Celal'in ifadesi ile; "Ahh! Canım anneciğim, bu dünyada yüzün gülmedi. Oğlun Celal de engelli oldu. Sen her şeye sabrettin... Allah'ım bin kez dünyaya gelsem yine Nuriye-İsa Çelik'in oğlu olmayı isterdim. Sana sonsuz hamdolsun."
Bu arada Celal'in babasının ve babasının dedesinin adı İsa'dır ve o da Çanakkale Savaşında gazi olmuştur; "İsa dedemin, bir taarruzda atılan bombadan sıçrayan bir şarapnel parçası ile bir gözü akar. Ayrıca dudağına yandan gelen bir mermi ile dilinin ucu kopar."
Celal'in aile büyüklerinin yaşamları hep savaş ve yokluk yıllarına denk geldiğinden genellikle kısacak ama acılar ile dolu. Kendisi de fakirlik içinde doğmuş. Annesinin ifadesi ile; "Senin altına bağlayacak bez bulamazdım. Baban o sıralar işsizdi. Çarşafları keserek bez yapmıştım."
Parasızlıktan Celal liseye devam edemez, babası tarafından meslek lisesine yönlendirilir. İsteksizce sınava girer. Babasına atmasyon yapmayacağına söz verdiği için üstüne düşmese bile sınavı kazanır. Önce Aktaş Endüstri Meslek Lisesini ardından da Selçuk Üniversitesine bağlı Meslek Yüksek Okulunun Endüstriyel Elektronik bölümünü bitirir.
"Ankara Etimesgut'ta altı yıl bir gecekonduda oturduk. Banyo, yatak odası içindeydi. Mutfak ve hol evin girişindeydi. Sadece oturma odası vardı ve biz üç kardeş orada yatıyorduk. Tuvalet evin dışında bahçedeydi. Bazen korkudan gece tuvalete gidemezdik. Kışınsa soğuktan çıkmak istemez, hatta bazen sabaha kadar kendimi tutardım."
Enflasyonun yüksek olduğu yıllara ait mahallenin bakkalı Nurettin Amca'dan da bahsediyor Celal. Dört kız (bir hemşire, iki öğretmen, bir eczacı) okutan Nurettin Amca zam gelse bile bunu ürünlere yansıtmaz geliş fiyatı üzerinden satarmış. “Helalinden kazanırsan evlatların da hayırlı” olur dermiş. Yoksul ama gönlü zengin ve tok biriymiş...
Celal, meslek lisesinden önce Yükseliş Kolejinde ortaokul okumuş. Bu zamana ait anıları;
"Böyle bir gecekonduda altı yıl yaşadık. Yükseliş Kolejinde okurken de bu gecekonduda oturuyorduk. Kolejde çok zengin ve yüksek kademe insanların çocukları okuyordu. Şimdi utanarak hatırlıyorum ki, o zamanlar gecekonduda oturmaktan; babamın köylü olmasından, annemin başörtüsünden utanıyordum... Mesela, kürklü kadınların katıldığı veli toplantısında başörtülü annemden utanmıştım."
Gecekonduda belki yoksullardı ama aslında ne kadar mutlu olduklarını sonradan anlamış Celal;
"Gecekonduda otururken ne kadar da mutluyduk. Akşamüstleri annem, komşularla beraber bahçede toplanır; çay içer ve muhabbet ederlerdi. Erkek kardeşim, arkadaşlarıyla maç yapardı. Ben ise çoğu zaman evde oturur veya bisikletime binerdim. Trafik yoğun değildi. Kız kardeşim henüz çok küçüktü. Yazları, cumartesi akşamları, komşularla beraber çekirdek veya patlamış mısır alıp, çay bahçesine videoda film seyretmeye giderdik."
"Şimdi apartmanda oturuyoruz. Bahçemiz de yok; kayısı, erik ağacımız da yok. Gecekondu mahallesinde yaşanan o içten komşuluklar, şimdilerde çok azaldı. Evet, büyükşehirlerde aynı apartmanda oturan insanlar bile birbirine selam vermiyorlar..."
Gecekondudan apartman dairesine geçiş;
"Annem beni koleje gitmem için bir sabah uyandırdı. Evin avlusundaki tuvalete çıkacaktım. Yer yatağındaki kız kardeşimi ezmeyeyim diye çabalardan dengemi kaybettim. Sobanın üzerinde kaynayan çaydanlığa çarptım. Ayağımın üzerine kaynar su döküldü. Yanık tedavisiyle bir hafta okula gidememiştim. Babam o gün karar verdi kaloriferli apartman dairesine taşınmaya..."
Celal’in büyük aşkı:
Celal'in hastalığının ilk belirtileri daha 8-9 yaşlarında başlamış. Yürürken yalpalamak şeklinde. Ama kimsenin aklına bunun son derece ciddi bir hastalığın başlangıcı olduğu gelmemiş. Hastalığının verdiği güvensizlikle de hep kızlar konusunda çok çekingenmiş. Tam kanı kaynadığı yaşlarda (16) ilk görüşte bir kıza (Gönül) aşık olmuş. Daha sonra defalarca kez trende karşılaşmışlar, kız da başka bir meslek lisesine gidiyormuş. İkisi de bir birinden hoşlanıyor ama ancak çok kısa konuşabiliyorlarmış. Bu durum aylarca sürmüş. Celal geceleri hep düzgün yürümeyi hayal edermiş, bu haliyle kıza çıkma teklif edememiş. Hatta uzun süre "Gönül Hanım" diye hitap etmiş. Neyse ki kızın ricası ile Gönül demeye başlamış.
Sanırım bizim aşık oğlandan hareket gelmeyeceğini anlayan Gönül, apartmanlarından yoksul Fatma Teyzenin TV’sinin onarımı için Celal’i çağırır. Celal TV’i onarır ve para da istemez, masrafı kendisi üstlenir. Bu sayede artık herkesin hem sevgisini hem de güvenini kazanmıştır. Fatma Teyze ve iki aşık bir süre oturur, çay içer ve sohbet ederler. Nihayet konuyu açan Fatma Teyze olur ve ikisinin de çok iyi insanlar olduğunu birbirlerinin kaçırmamaları gerektiğini söyler. Elbette ikisinde de yüzler kıpkırmızı önlerine bakarlar.
Bu olaydan bir süre sonra Celal nihayet şu soruyu sorabilir;
“Gönül ben seni hiç unutmayacağım, sen yıllar sonra beni hatırlar mısın?”
Yüzü kızaran kızdan aldığı yanıt;
“Celal benim hiç erkek arkadaşım olmadı ama bir gün evlensem Fatma teyzenin dediği gibi yapardım, sen çok iyi birisin”.
Daha sonra dostunun (Serdar) önerisine uyan Celal, aşkına duygularını anlatan bir mektup yazar ve aynı şekilde karşılığını alır hem de süslü ve parfüm kokulu olarak.
Daha sonra iki çift olarak romantik bir filme gidiyorlar, kız ağlıyor ve omzunu Celal’a yaslıyor. Filmden çıkıp Gençlik Parkı’na gidiyorlar. Kızın vejetaryen olduğunu öğreniyor, hep beraber simit yiyorlar.
Ama bu güzel günler pek de uzun sürmüyor. Gönül’lerin tayini İstanbul’a çıkıyor. Uzun uzun mektuplaşmalar ve telefon görüşmeleri ile birkaç yıl kadar idare ediyorlar. İlk başlarda telefon faturası o kadar çok geliyor ki sonunda bu yüzden babasından fena halde dayak yiyor.
Hasret içinde geçen ayların ardından Celal liseyi bitirip Konya’da yüksek okula başlıyor. Okulun başlarında bir gün atlayıp günübirlik İstanbul’a gidiyor ve buluşup el ele dolaşıyorlar. O naif buluşmayı çok içten anlatmış Celal.
Hayatının en güzel yıllarının yüksek okul yılları olduğunu yazmış Celal. Bir RF radyo verici yapıyorlar ve yurt genelinde Cankuş FM akşamları birkaç saat de olsa yayına başlıyor. Maddi manevi dayanışma içinde çok güzel bir yurt hayatı yaşıyorlar. Gönül ile mektuplaşmaları da devam ediyor. Ta ki 1992 Mart’ında gelen mektuba kadar, o mektupta Gönül ayrılmak istediğini, kafası rahat bir şekilde okumak istediğini ve Celal’i unutmayacağını yazıyordu!
Celal’in nasıl perişan olduğunu tahmin etmek hiç de zor değil. En sonunda son bir kez buluşmak için Gönül de razı oluyor ve bizimki yine günübirlik İstanbul yapıyor. Buluşmaya kız eşofmanları ile geliyor çünkü yarım saat sonra hentbol antrenmanı var. Kız antrenmanda iken Celal de tribünden onu izliyor. Kızın zarif hareketleri ve mükemmel fiziksel dengesi Celal’i daha da kahrediyor, kendisini ona layık görmüyor. Üzüntüden sigaraya da başlayan Celal’in bilinmeyen hastalığı daha da ilerliyor ve dengesi daha da bozuluyor çünkü.
Antrenmandan sonra konuşuyorlar. Kız sevdiği başka birisi olmadığını, seneye tekrar tayinlerinin çıkacağını bu ilişkiyi sürdürmenin zor olduğunu söylüyor. Celal "senede bir gün de olsa görüşelim" diyor. Kız bir şekilde razı oluyor ve bizim Romeo mutlu şekilde Konya'ya geri dönüyor. Ama için için kızın ayrılmayı istemesinin gerçek nedeninin Celal'in hastalığı olduğunu ve kalbini kırmamak için bunu Celal'a söyleyemediğini düşünüyor. Zaten bir ay sonra Gönül'den ilişkiyi bitirmek istediğini yazdığı bir mektup alıyor. Elbette Celal kahroluyor. Sigara ve içkide medet umuyor. İlk kez içki içtiği gece sarhoş kafayla gözyaşları içinde kızın tüm mektuplarını yakıyor.
Hastalık tanısı:
İyice bunalıma düşen Celal zar zor okulu bitiriyor ve nihayet 1993'de iyice ilerleyen ve tedavisi olmayan hastalığına tanı koyuluyor; Friedreich Ataksisi! Doktor hanımın durumu açıklayan sözleri ise;
“Bugünler senin iyi günlerin. Sen asla çalışamazsın. Yakında tekerlekli sandalyeye düşeceksin ve ilerde yaşarsan yatalak olabilirsin. Özetle durumun böyle”.
Yorumu sizlere bırakıyorum, Celal'in kitaptaki yorumu ise;
İnsanlar ön yargılı bilgilerle hemen karar veriyorlar. Meşhur şu sözü duymuşsunuzdur; “Asla bir insanın umudunu kırmayın, belki de sahip olduğu tek şey umuttur.”
SSK hastanesince "iş yapamaz" raporu verilen Celal, üsteleyerek devlet hastanesinden "%40 özürlüdür ve getir götür işlerde çalışabilir" raporu alıyor ve 1994'de 20 yaşındayken Karel'de işe başlıyor. Celal'i işe daha rahat getirip götürmek için babası bir araba alıyor. Boş tarlada Celal'e araba kullanmayı da öğretiyor. Babasının olmadığı bir zamanda babası tarafından araba kullanması yasaklanan Celal annesini ikna ederek arabayı alıyor ama Karel yakınlarında kaza yapıyor. Ehliyet de yok. Bir şekilde durumu idare ediyorlar ama akşam Celal babasından ikinci dayağını da yiyor.
O zamanlar dini inancı zayıf olan Celal'in o gece Allah'a ilk ve son isyanı gerçekleşiyor;
"Allah'ım neden böyleyim, ben de sağlıklı olsam araba kullansam, ben de herkes gibi dengeli yürüsem"
Maalesef birkaç ay sonra tutunarak bile yürüyememeye başlayan Celal tekerlekli sandalye kullanmak zorunda kalıyor. Daha da kötüsü engelli psikolojisine kapılan Celal derin bir depresyona giriyor. Sanki herkes ona bakıyor, onunla dalga geçiyor. Hatta tazminat vermemek için istifa etmesini bekliyorlar. Buna dayanamayan Celal 1998'de istifa dilekçesini veriyor (bu arada, ben de 1997 - 2000 arasında Karel'de çalışmıştım. Bu olayları anımsıyorum). Ama dilekçesi kabul edilmiyor, 50 mühendisin kart çizimi için Celal'i beklediği söyleniyor.
Psikologa gönderilen Celal ağır ilaçların etkisiyle daha da kötüleşiyor ve ilaçları almayı reddediyor. Başka bir doktor daha doğru bir ilaç veriyor ve üç ay sonra Celal işe geri dönüyor. Bu sıralarda giriş katında bir ev almayı başarıyorlar ve çok sevdiği, değer verdiği komşusu Efkan Hoca (Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi öğretmeni, müdür başyardımcısı) ile komşu oluyorlar.
1999 yılında Celal tekrar ağır bir depresyona giriyor, bu sefer 20 gün hastanede yatırıyorlar.
Hastalık daha da ilerleyince babası Celal'le daha yakından ilgilenebilmek için 2001 yazında emekli oluyor. Her gün Celal'i işe getiriyor götürüyor ve masasına kadar oturtuyor.
Celal, İngilizce öğretmeni olan kız kardeşi Berrin ve astsubay olan erkek kardeşi Faik'ten ve yeğenlerinden de bahsediyor. İlişkileri gayet sıcak ve samimi. Belki de yaşadıkları zorluklar onları birbirlerine kenetlemiş.
Celal 2002'de sigarayı bırakıyor, kendi deyimi ile "taklid-i iman"a sahip olduğunu anlayıp Kur'an okumaya başlıyor. 2003 öncesi yıllarını da "cahiliye dönemim" olarak anıyor ve "hidayete erdiği" yıl olarak da 2003 yılını anıyor. 2006'da teyemmümle de olsa beş vakit namaza başlıyor. Ama aklında Allah'ın varlığına dair kuşular da uyanmaya başlıyor. Ama birçok kitap okuyan, belgesel izleyen Celal inancını eskisinden de çok güçlendirip bu kuşkulardan zamanla arınıyor.
2003 yılında akülü tekerlekli sandalye sahibi olan Celal büyük bir hareket özgürlüğüne sahip oluyor, evden çıkabiliyor.
Celal 2010 yılında 37 yaşında emekli oluyor. 2012'de bir daha hiç görmediği büyük aşkı Gönül'ün evlendiğini, iki çocuğu olduğunu ve kilo alıp çirkinleştiğini öğreniyor. Bu konuda şöyle diyor kitabında;
"...ona karşı içimde en küçük his yok, şimdi onu kardeşim gibi seviyor ve namazlarımda dua ediyorum, bu hastalık beni kendime getirdi. Belki de, sağlıklı olsam bu imana kavuşamazdım. Yaşadığım o beşeri aşk, imanımın sürekli artmasıyla şimdi ilahi aşka dönüştü. Hakiki aşk, ilahi aşktır. Şimdi ise artık her konuştuğum kişiyle sözü İslam'a ve Peygamberimiz (SAV) 'e getiriyorum."
Celal'e göre Ferhat - Şirin aşkı da yanlış aktarılıyor;
Ferhat Şirin'e olan aşkından dağı delmiş olamaz. Ferhat yıllarca aşkla dağı delerek Yeşilırmak‟ı Amasya'ya akıtmış. Evet bu iş aşkla yapılır ama ilahi aşkla. Ferhat bence halkını suya kavuşturmak için Rızayı ilahi için yaptı. Şirin'e olan aşkı işin bahanesiydi.
Babasının iyileşmesi için denediği şeyleri ise şöyle özetliyor;
İlk hastalandığım zamanlar 1994-1999 arası babam iyileşmem için pek çok yolu denedi. Denize düşen yılana sarılır misali, Anadolu‟da bir çok şehirde cinci hoca, yatır, türbe, aktar ve bioenerji uzmanı gibi pek çok umut tacirine götürdü. Epeyce maddi kaybımız oldu ve inanın hiç bir fayda görmedim. Ġyi ki de görmedim. Belki de şirke düşecektim. Fayda görseydim, belkide iyileşmemi bir hocaya bağlayacaktım.
Celal'in bir de okura fantastik bir sorusu var, yanıtlamak hiç de kolay değil!
Mesela annem bana hamileyken doktor babama deseydi ki:
“Oğlunuzun yavaş ilerleyen bir hastalığı var. Önce sarhoş gibi yürüyecek ve sonra tekerlekli sandalyeye mahkum olacak. Ömrünün sonuna kadar bakıma muhtaç olacak...Hatta ileride yatalak olabilir.“
Babama, annemi kürtaj yaptırmasını tavsiye eder miydiniz?
Cevabınız olumlu ise ben olmayacaktım.
Celal'a göre engelliler bir "yaratılış hatası" değil seçilmiş özel insanlar. Zorlu bir sınavdan geçip gerekli sabrı gösterirlerse cennet ile ödüllendirilme şansına kavuşacaklar.
Celal kitabında bir çok dini öyküden, konudan bahsediyor. Elbette en büyük nimeti anne babası haricinde bazı yakın arkadaşlarından, ona birçok konuda yardımcı olan patronu Yaman Tunaoğlu'dan ve bu kitabı yazmasında büyük destekçisi ve ilhan kaynağı olan Efkan Vural'dan ayrıca bahsediyor.
Efkan Hocanın başından geçen şu olay da ilginç. Efkan Hoca rahatsızlanan bir öğrencisini hastaneye acile götürüyor. Acilde kendisi fenalaşıyor. Sonradan anlaşılıyor ki kalp krizi geçiriyor. Elektroşok ile hayata döndürülüyor. O öğrenci hastalanıp onu hastaneye götürmese büyük olasılıkla okulda fenalaştığında kolonya getirelim, su getirelim derken ölecekti. Hayat işte gerçekten de kimin başına ne geleceği hiç belli olmuyor.
Sonuç bölümünde ise tedavisi olmayan bazı Friedreich Ataksisi hastalarının 60 yaşına kadar yaşayabildiğini yazmış. Ama Celal'a göre ölüm bir son değil aksine bir kavuşma.
Celal kitabında yaşadığı çeşitli sağlık sorunlarından (şeker koması, yatalak hasta yanıkları, kıl dönmesi ameliyatı) bunların verdiği sıkıntıdan ve gösterilen sabırdan bahsediyor.
Ayrıca kendisinden çok daha kötü durumda olan sadece bir parmağını hareket ettirebilen 1987 doğumlu genç İbrahim’den, Neşet Ertaş’ın niye tüm güftelerinde “Gönül” sözcüğü geçmesi ile ilgili teorisinden, neden kilo almadığından, engellilere nasıl yaklaşmak gerektiğinden vb.
Kitabın son bölümü Efkan Hoca tarafından yazılmış; Celal’in kurgu ölümünden bahsediyor.
Aman Celal’im mücadeleye devam et, sakın bırakma kendini ve güzel paylaşımlarına devam et...
Komik bir anı:
Bu kadar dramdan sonra Celal’in komik bir anısı ile bitiriyorum yazımı. Yıllar önce Celal staj yaptığı yerde çok da hoş bir şakaya kurban gitmiş. “Seni aslan bey” aradı deyip bir numara bırakmışlar. Celal de aramış. Oradaki görevli “Aslan bey yemeğini yedi, şu an uyuyor ve rahatsız edilmek istemiyor” demiş. Bizimki de teşekkür edip telefonu kapatmış. Sonradan öğrenmiş ki aradığı yer hayvanat bahçesiymiş. Görevli bu tarz şakalara alışkın olduğundan hiç bozuntuya vermemiş...
Kalın sağlıcakla,
Dr.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder