20 Nisan 2016 Çarşamba

Aslıhan Erkişi - Sev, bu bir emirdir!

Aslıhan Erkişi - Sev, bu bir emirdir!

 
Aslıhan Erkişi

a.erkisi@meydangazetesi.com.tr
20 Nisan 2016, 01:14 
 
Yönetmen Sinan Çetin’in yaklaşık 10 yıl önce, ülkemizde toplumsal barış ve hoşgörü rüzgarlarının estiği dönemde, antidemokratik “sevme modeli tasarımcılarını” eleştiren bir kısa filmine denk gelmiştim internette. İlgimi çekmişti.

Kısa film “1934’de Anadolu’da bir köy” bilgilendirmesiyle başlıyor, fonda “Gesi Bağları” türküsü..

Ahmet Koç, Cansu Koç, Ali Koç müzisyen ailesi oynuyor, çalıyor, söylüyor. Birden içeri askerler giriyor, afedersiniz “susun lan” diye bir ses..

Ne çalıyorsunuz!?

Türkü

Ne türküsü?

Halk türküsü

Yasak! Bundan sonra öyle oturarak böyle şeyler çalmayacaksınız!

Frederih Kopin, Guseppe Verri, Riçhart Vanger, Antoni Avurdrak vs ( öyle telaffuz ediyorlardı filmde) bestekarları çalacağız. Bundan sonra Batılı, çağdaş olacağız, mutlu olacağız. “Resmi olarak mutlu olmanızı söylüyorum, niye mutlu değilsiniz?! Mutlu ol bakıyim! İsyan mı ediyorsun bakıyim sen!?

Onu da çalarız diyen bağlamalı, tefli grup Beethowen’ın 9. Senfonisi’ni “Kalenin Bedenleri”ne uyarlıyor ve söylemeye başlıyor, askerlerin içi kıpırdanmaya başlıyor belli ki nağmelerden, “bu Garpsa niye benim hoşuma gidiyor?” diyor askerlerden biri..

Birileri hep “benim gibi seveceksin” demişler tarih boyunca. Bunu Nazım Hikmet’e de, Mehmet Akif’e de yapmışlar. Nazım’ı Hizan’a, Akif Dede’yi Fizan’a sürmüşler, ya da gitmek zorunda bırakmışlar. Ne dediği, memleket ve insana olan aşkını nasıl ifade ettiği umursanmamış zerre kadar.
Oysa kimse gibi sevmek zorunda değillerdi..

Herkes Ferhat gibi sevmek zorunda olsaydı, herkes Şirin’e âşık olur, delinmedik dağ kalmaz, bütün sular Amasya’ya akardı. İnsan tabiatı gönlünün güzelini aramak üzere yaratılmış. Yaradan onu serbest bırakmış seçmede, sevmede. Gayrı ne ve kim oluyor ki?

Adeta serenat ifadelerinde Akif Dede aşkını şöyle ifade ediyor:


On dört asır evvel yine böyle bir geceydi,

Kumdan, ayın on dördü, bir öksüz çıkıverdi,

Lakin, o ne hüsrandı ki, hissetmedi gözler,

Kaç bin senedir, halbuki bekleşmedelerdi” diyor ve sevdiğinin gelişini resmediyordu..

O böyle seviyordu, Siz onun gibi sevmeye mecbur değilsiniz..

Nazım Hikmet uzaklardan İstanbulu özlerken;

“Martılar ah eder, çırparlar kanat,
Deryalar açılır, kat, kat,
Gayrı beklemeye kalmadı takat,
Görünsün karşıdan, İstanbul şehri” diyordu..

O öyle seviyordu İstanbulu.. Siz onun gibi de sevmek zorunda değilsiniz..

İnsanız.. Doğduğumuz, doyduğumuz, sevdiğimiz, koşup oynadığımız yeri, vatanımızı sevmez miyiz hiç!

Uzaklarda dahi olsak, ona ait bir esinti, bir şey, bir şarkı, bir türkü bize sevdiklerimizi hatırlatmaz mı? O hasret her gönülde başka renkte tüllenir. Kimine beyazdır hasret, kimine kahve. Özlem kırmızıdır kimi için, aşk simsiyah kara sevda. Kimi kırmızıdır gülde, karanfilde, kiminin rüyalarında sarı papatya... İnsanız hepimiz...

Sevdalarımızın, hasretlerimizin, sevgilerimizin, nefretlerimizin, aşklarımızın rengi de gönüllerimiz, zevklerimiz gibi renk renk.

Senin gönlünün bir rengi var, başkasının rengini sevmek zorunda değilsin.

Kimi Siyah-Beyaza, kimi Sarı-Laciverte, kimi Sarı- Kırmızıya, kimi Bordo-Maviye gönül verir belki. Benim renklerim Yeşil-Beyaz mesela..

Ey kıymetli okuyucum, bil ki;

“Benim rengimde de sevmek zorunda değilsin.”

 
 
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder