Hekimoğlu İsmail
GÜNDEM
Dua, Huzur–u İlahi’de aczimizin itirafıdır…
Dua fıtridir; Allah’tan bir şeyler istemek manasına gelir… Bu istek bazen şahsi menfaatler için de olabilir.
Mesela çiftçi tarlayı sürmekle “Ya Rezzak-ı Kerim rızkımı artır!” demektedir. Tarlayı süren çiftçinin rızkı artar, sürmeyen mahsul bulamaz. Avrupalıları kalkındıran fiili dualardır; elektriği icat etmek için çalışmışlar, yüzlerce defa deneme yapmışlar, ondan sonra bulmuşlar, bu buluşların her biri, bir ülkenin kalkınmasına yetmiş. Fiili dua mutlaka kabul olunur. Fiili duanın yanında her zaman, her yerde “Allah” demek, iman etmek, duayı tamamlar. Teknoloji Allah’ın “Sani” sıfatına istinad eder; teknik sahada çalışanlar, sanatkârlar, sünnetullaha ittiba ettikleri için hem sevap hem de para kazanırlar.
İnsan acizdir, başına bir sürü felaket gelebilir; deprem, sel, şiddetli rüzgâr, kaynakların kuruması, kıtlık gibi felaketler her zaman olabilir. Bu felaketleri Allah’tan başkası önleyemez. Ben de acizim, zayıfım, dayanacak bir nokta arıyorum; bütün samimiyetimle “Allah” derim. “Allah” demeyen bir insan, muhakkak bir gün kendini O’nun kapısında bulur. Allah’a güvenmek, Esma-ül Hüsna’nın her şeyi kuşattığına inanmak samimiyettir. Yani insan, “Hayat Allah’ın sıfatıdır, hayatsız cisim yoktur, benim hayatım da Allah’ın elindedir.” demelidir. Sen kendini en basit bir cisimcik saysan da en muazzam âlemi taşıyana itimat etsen…
Çünkü duada samimiyet esastır ve ancak böyle yapılan duâlar, İlâhî rahmetin zuhûruna sebep olur. Bir hikâye vardır:
İki arkadaş bir köye gitmek için yola çıkmışlar. Karşılarına bir dere çıkmış. Derenin suyu delice akıyor… Çok korkmuşlar ama mecburen geçecekler o dereyi… Biri “Yâ Bismillâh!” demiş dalmış suya, geçmiş karşıya. Diğeri abdest almış. Derenin kenarında namaz kılmış. Allah’a dua etmiş, “Allah’ım şu dereyi geçmemde yardımcı ol.” diye. Ve suya girmiş…
Az kalsın boğuluyormuş. Kendini karşıya zor atmış. “Ya Rabbi, arkadaşım dua bile etmeden rahatlıkla geçti dereyi. Ben o kadar dua ettim, namaz kıldım, yalvardım, neredeyse boğulacaktım!” demiş. O sırada bir ses gelmiş. “Arkadaşın dereyi görmeden önce de dua eden biriydi. Sen derenin azgın sularını görünce korkundan dua ettin. Sana dua ettiren deredir. Arkadaşın ise her an Allah’a sığınıyor.” demiş. Bakınız birinde menfaat var, diğerinde samimiyet… Halbuki samimiyet her iki dünya için de menfaattir.
Dua eden bilir ki, “Kalbimi çalıştıran, kalbimden geçenleri de bilir ve O (cc), kalbimden geçen istekleri vermeye kâdirdir”. Bu sebepten dua etmek, imanın alâmetidir. İnsanın vazifesi dua ederek Allah’a sığınmaktır, yarınlar ne getirir bilemeyiz. Bir Müslüman, her zaman “Allah” demeli, sadece Allah’ı istemelidir.
Bediüzzaman Hazretleri “İşte ey aciz insan! Dua gibi hazine-i rahmetin anahtarı ve tükenmez bir kuvvetin medarı olan bir vesileyi elden bırakma, ona yapış... Bir abd-i külli ve bir vekil-i umumi gibi ‘Ancak Senden yardım isteriz’ de; kâinatın güzel bir takvimi ol.” buyurmuştur.
İnsan, aczini, fakrını bilmek zorundadır. İşte dua, Huzur–u İlahi’de aczimizin de itirafıdır.
Allah, “Buyur kulum!” derse kul “Allah” diyebiliyor, dua edersek icabet edeceğini buyuruyor.
Kur’an okumak duadır, namaz kılmak duadır, derslere gitmek, camileri ziyaret etmek duadır.
Dua eden bilir ki; duasını işiten, gereğini yapacak olan vardır.
Zaten duamız olmasa Allah katında ne kıymetimiz kalır?..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder