AİLE-SAĞLIK
İslam’da zorlama yok, bilgilendirme vardır!
Peygamberliğin 6. senesinde Mekke’deki Safa tepesinde istirahat etmekte olan Efendimiz (s.a.v) Hazretleri’ni yalnız gören Ebu Cehil, yanına gelip saygısız sözlerle hakaret eder.
Efendimiz, bu saygısızlık karşısında sessiz kalmayı tercih eder. Ancak henüz iman etmemiş olan Hamza, akşam avdan dönerken uğradığı Kâbe’yi tavaf sırasında Ebu Cehil’in söylediği saygısız sözleri bir kadından dinleyince doğruca Ebu Cehil’in oturduğu yere yönelir “Amcama hakaret eden sen misin?” diyerek elindeki ok ve yayla öyle bir vuruş vurur ki, başı yaralanan Ebu Cehil’in alnından aşağıya kanlar akmaya başlar. Taraftarları Hamza’ya karşılık vermek isterlerse de Ebu Cehil büyük bir dikkatle: Hamza haklıdır, karşılık vermeyin... diyerek adamlarını durdurur.
Oradan doğruca Efendimiz’e gelen Hamza ise: Hiç üzülme! İntikamını aldım Ebu Cehil’den! deyince, Efendimiz’den hiç beklemediği şu cevabı alır:
- Hamza! Benim anlayışımda intikamcılık yoktur! der. Bu sebeple ben senin intikam almandan değil, imana gelmenden memnun olurum, bunu böyle bil!
Bu net cevaptan sonra Hamza düşünme devresine girer. İç dünyasında başlayan uzunca bir tefekkür dalgalanmalarından sonra nihayet vicdanındaki son değerlendirmeyi de tamamlayarak gelip gök gürültüsü gibi imana girme cümlelerini söyler.
- Eşhedü en lâilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve Resulüh!..
Bundan sonra Efendimiz’den de aynı muhteşemlikte bir karşılık gelir:
- İşte şimdi beni memnun ettin Hamza! Ben hep böyle iman etmelerden memnun olurum, intikam almalardan değil!..”
Demek ki Efendimiz, düşmanı Ebu Cehil’den de olsa intikam alınmasından memnun olmuyor, onu memnun eden intikam alınması değil imana gelinmesidir!..
Nitekim müşrik Hakem bin Keysan’ın İslam’a girmesi sırasında ona ‘haddini bildirme’ tehdidini de tasvip etmemiştir. Bu örneğe de bir bakalım isterseniz.
Taif’teki savaşta düşmandan esir alınarak Medine’ye getirilen Mekke müşriklerinden Hakem bin Keysan huzuruna çıkarıldığı Efendimiz’den İslam’ın özellik ve güzelliğini yumuşak bir üslupla dinler, ancak ben bunlardan bir şey anlamadım manasında saygısızca sözler söyleyerek de çıkıp gider. Bunun üzerine Hz. Ömer, bunun imana gelmeye niyeti yoktur, ‘haddini bildirmeliyim’ deyince Efendimiz’den şu uyarıyı alır:
- Ya Ömer, bize düşen insanlara haddini bildirmek değildir. İnsanlara bilgi verip vicdan muhasebeleriyle kendi kararlarını kendilerine verdirmektir.
Bir müddet sonra Hakem yine huzura getirilir, Efendimiz’den yine İslam’ın özellik ve güzelliklerini dinler, ama yine saygısızca sözler söyleyerek huzurdan çıkar. Hazreti Ömer de tepkisini tekrarlar.
- Ya Resulallah izin ver de şu saygısız adama haddini bildireyim! Bunun imana geleceği filan yoktur.
Efendimiz’den yine uyarı gelir:
- Ya Ömer! Bize düşen, insanlara haddini bildirmek değil, vicdan muhasebeleriyle kendi kararlarını kendilerine verdirmektir!..
Aradan zaman geçer. Hakem bin Keysan, verilen bu bilgi ile gösterilen saygıyı vicdan terazisinde tartarak düşünür, nihayet kendi kararını kendisi vererek huzura gelip herkesin gözü önünde imanını ilan eder:
- Eşhedü en lailahe illellah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve Resulüh!..
Bunun üzerine Efendimiz’den (sas) Hz. Ömer’e şu hatırlatma gelir:
- Ya Ömer! İzin verseydim de ona haddini bildirseydin, cehenneme bir adam göndermiş olacaktık. Saygı gösterdik, verdiğimiz bilgilerle kendi vicdan muhasebesiyle kararını kendisi vermesini sağladık, cennete bir adam kazandık! Bizim görevimiz insanları zorlayarak cehenneme adam göndermek değil, iradesine saygı göstererek cennete adam kazanmaktır.
Ne dersiniz, biz de Peygamberimiz’i insana böyle saygısıyla mı tanıyor, yabancılara da böyle mi tanıtıyoruz? Yoksa yabancılar Peygamberimiz’i insanları zorla, baskıyla İslam’a sokuyor anlayışında mı sanıyorlar. İslam’dan da bu yanlış tanıma ile mi korkuyorlar? Bunda bizim de tanıma ve tanıtma yetersizliğimiz mi söz konusu? Düşünmeye değer mi bu konu? İslam’da zorlama yok, sadece bilgilendirme mi var? a.sahin@zaman.com.tr
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder