İnsanlık Ölmesin-1
Sadece İnsanlar Ölmüyor, İnsanlık Ölüyor
Ey Dünya! Daha Ne Kadar Bekleyeceksin
وَلاَ تَحْسَبَنَّ اللّهَ غَافِلاً عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ إِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فِيهِ الأَبْصَارُ
Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Allah, onları ancak gözlerin dehşetle bakakalacağı bir güne erteliyor. (İbrahim, 14/42)
Yüce Yaratan zalimleri dünyada zelil etti, ediyor ve edecekte. Ahirette ceza, cehennem ve ateş onlar için. Geçmiş zalimlerden ibret alınmayacak mı? Firavuna ne oldu? Hani nemrut, hani Karun, hani ebu cehil, ebu leheb, adlarını ağızlarına alan veya onlara rahmet okuyanlar var mı? Çağdaş firavunlara, nemrutlara, karunlara kim rahmet okuyacak?
Zalimler Asla Felah Bulmaz
وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللّهِ كَذِبًا أَوْ كَذَّبَ بِآيَاتِهِ إِنَّهُ لاَ يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ
“Kim Allah’a karşı yalan uydurandan, ya da O’nun âyetlerini yalanlayandan daha zalimdir? Şüphesiz ki, zalimler kurtuluşa eremez.” (En’am, 6/21)
Ya 20. Yüzyılda zalimce davranışlarla insanların başına bela açanlar. Akif Çanakkale Şehitlerinde o günün zalimlerini şöyle dile getiriyor.
Ah o yirminci asır yok mu, o mahluk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkiyle sefil,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrarı! hayasızcasına,
Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkiyle sefil,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrarı! hayasızcasına,
Maske yırtılmasa hali bize affetti o yüz...
Medeniyet denilen kahbe, hakikat yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbab,
Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harab.
Medeniyet denilen kahbe, hakikat yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbab,
Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harab.
Ya günümüz. Ya 21. Yüzyıl. Sözüm ona medeniyet çağı diyorlar bu yüzyıla. Aman Ya Rabbi! Ne medeniyet, tek dişi kalmış canavarlar, mazlumların üstüne saldırıyor. Arif Nihat Asya’nın diliyle sesleniyoruz.
Yeryüzünde riya, inkar, hıyanet
Altın devrini yaşıyor...
Diller, sayfalar, satırlar
(Ebu Leheb öldü) diyorlar:
Ebu Leheb ölmedi, ya Muhammed;
Ebu Cehil, kıtalar dolaşıyor!
Altın devrini yaşıyor...
Diller, sayfalar, satırlar
(Ebu Leheb öldü) diyorlar:
Ebu Leheb ölmedi, ya Muhammed;
Ebu Cehil, kıtalar dolaşıyor!
Bugünün zalimleri dünden farksız mı? İçlerinde bulunan düşmanlığı kan olup kusanlar dünden daha mı masum? Asla! Zalim aynı zalim. Zulüm aynı zulüm. Suriye'de, Mısır'da, Myanmar'da zalim aynı zalim. Zulüm aynı zulüm.
Zalimin dini yoktur. Zalimin milleti yoktur. Zalimin rengi yoktur.
Zalimler tek bir güruhtur. Cehennemin cürufu. Mazlumunda kim olduğuna, nereli olduğuna bakılmaz. Dindarlığına, dinsizliğine bakılmaz. “Mazlum bizden olunca üzülürüz, bir başka milletten, bir başka dinden, renkten olursa biz karışmayız” cümlesini Müslüman olarak bizler asla söyleyemeyiz. Şu cümle bizim şiarımızdır.
Afrika'da öldürülse bir yerli
canı bende çıkıyor
…
canı bende çıkıyor
…
ölü başka yerde
şivan benim hanede
şivan benim hanede
Ey Müslüman!
Bugün tarafımızı belli etme vaktimizdir. Kimi elle düzeltir, kimi dille düzeltir, kimi de kalbiyle buğzeder. Bugün, İbrahim (a.s.)’ın içine atılmak istenen ateşe su götüren karınca yerinde olma vaktidir. Bizim suyumuzun bu ateşi söndürüp söndüremeyeceğini bilemiyoruz. Ancak bugün tarafımızı belli etme vaktidir. Ateşi yakanların tarafında mı, ateşi söndürmek için su taşıyanların tarafında mı olacağız? Ey kardeşim kararını ver ve verdiğin kararın gereğini yerine getir.
Uhud harbini düşün. Her devirde bir çetinlik, bir uhud olabilir. İnananların dünyalık elde etmeleri isteklerinden dolayı bozguna uğratılanlar gerisin geri dönmüş ve Müslümanlar iki arada kalmış olabilir. Dün yaşandığı gibi, bugünde Müslümanlar dünyanın tam ortasında herkesin gözü önünde gözü dönmüş canilerce kuşatılmış olabilir. Ancak bugün Hz. Muhammed (s.a.s)’in etrafında yeniden kenetlenme günüdür. Al-i İmran Süresi 140, 141, 142. Ayetleri iyice anlama ve hayata aktarma günüdür.
إِن يَمْسَسْكُمْ قَرْحٌ فَقَدْ مَسَّ الْقَوْمَ قَرْحٌ مِّثْلُهُ وَتِلْكَ الأيَّامُ نُدَاوِلُهَا بَيْنَ النَّاسِ وَلِيَعْلَمَ اللّهُ الَّذِينَ آمَنُواْ وَيَتَّخِذَ مِنكُمْ شُهَدَاء وَاللّهُ لاَ يُحِبُّ الظَّالِمِين
وَلِيُمَحِّصَ اللّهُ الَّذِينَ آمَنُواْ وَيَمْحَقَ الْكَافِرِينَ
أَمْ حَسِبْتُمْ أَن تَدْخُلُواْ الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّهُ الَّذِينَ جَاهَدُواْ مِنكُمْ وَيَعْلَمَ الصَّابِرِينَ
“Eğer siz (Uhud’da) bir yara aldıysanız, şüphesiz o topluluk da (Müşrikler de Bedir’de) benzeri bir yara almıştı. İşte (iyi veya kötü) günleri insanlar arasında (böyle) döndürür dururuz. (Bazen bir topluma iyi ya da kötü günler gösteririz, bazen öbürüne.) Allah, sizden iman edenleri ayırt etmek, sizden şahitler edinmek için böyle yapar. Allah, zalimleri sevmez. Bir de Allah, iman edenleri arındırmak ve küfre sapanları mahvetmek için böyle yapar. Yoksa siz; Allah, içinizden cihad edenleri (sınayıp) ayırt etmeden ve yine sabredenleri (sınayıp) ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?” (Al-i İmran, 3/140-142)
Sen sana düşeni yap Ey Kardeşim. Allah zalimi elbette perişan edecektir.
وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلَكِن ظَلَمُواْ أَنفُسَهُمْ فَمَا أَغْنَتْ عَنْهُمْ آلِهَتُهُمُ الَّتِي يَدْعُونَ مِن دُونِ اللّهِ مِن شَيْءٍ لِّمَّا جَاء أَمْرُ رَبِّكَ وَمَا زَادُوهُمْ غَيْرَ تَتْبِيبوَكَذَلِكَ أَخْذُ رَبِّكَ إِذَا أَخَذَ الْقُرَى وَهِيَ ظَالِمَةٌ إِنَّ أَخْذَهُ أَلِيمٌ شَدِيدٌ
“Biz onlara zulmetmedik. Fakat onlar kendilerine zulmettiler. Rabbinin azap emri gelince, Allah’ı bırakıp da taptıkları ilâhları kendilerine hiçbir fayda sağlamadı. İlâhları onların sadece ziyanlarını artırdı. Zulme sapmış memleketlerin halkını yakaladığında, Rabbinin yakalaması işte böyledir! Şüphesiz O’nun yakalaması can yakıcı ve şiddetlidir.” (Hud, 11/101-102)
Bize düşen maddi ve manevi desteği mazluma aktarmakladır. Bize düşen zalimin yanında yer almamamızdır. Bize düşen her anımızda Müslüman kardeşlerimiz için duada, niyazda, yardımda bulunmamızdır.
المُسْلِمُ أَخُو المُسْلِمِ ، لا يظْلِمُه ، ولا يُسْلِمهُ ، منْ كَانَ فِي حَاجَةِ أَخِيهِ كَانَ اللَّهُ فِي حاجتِهِ ، ومَنْ فَرَّج عنْ مُسْلِمٍ كُرْبةً فَرَّجَ اللَّهُ عنْهُ بِهَا كُرْبَةً مِنْ كُرَبِ يوْمَ الْقِيامَةِ ، ومَنْ ستر مُسْلِماً سَتَرهُ اللَّهُ يَوْم الْقِيَامَةِ
“Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir Müslüman’dan bir sıkıntıyı giderirse, Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir Müslüman’ın ayıp ve kusurunu örterse, Allah Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter.” (Buhari, Mezalim 3)
Ey Müslüman! Sakın kardeşinin başına gelen musibete memnun olma
Felaketlere sevinilmez. “İyi oluyor bunlara” denmez. “Hak etmişti bunlar” söylenemez. Müslüman -kim olursa olsun- kötülüklere mutlu olan bir insan değildir.
لا تُظْهِرِ الشَّمَاتَة لأخيك فَيرْحمْهُ اللَّهُ وَيبتَلِيكَ
“Kardeşinin uğradığı felâketi sevinçle karşılama! Allah onu rahmetiyle o felâketten kurtarır da seni derde uğratır.” (Tirmizi, Kıyamet 54)
BU YAZI AŞAĞIDAKİ SİTEDEN ALINMIŞTIR:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder