AZ YİYEN MELEK OLUR, ÇOK YİYEN HELÂK OLUR
Eskilerin bir adeti “Az yiyen melek olur, çok yiyen helâk olur”, “Az yiyen her gün yer, çok yiyen bir gün yer” gibi vurgulu sözleri hat sanatçılarına yazdırıp yemek odalarına astırmalarıydı. Bunu seçen gözler ölçüyü kaçırmaz, doymadan sofradan kalkmayı bilir ve Peygamber Efendimizin sünnetini de yerine getirmiş olurdu.
Malumunuz bu mübarek ramazan sahuru ve iftarıyla eskilerin değimiyle nev’i şahsına münhasır bir aydır ki, biraz da mide ile alâkalıdır. Hal böyle olunca Ramazandaki sofralar bir başka, adabı ise pek alâ olur.
Sözü edilen o iftar sofraları önceleri pek abartılı gelir insana ama oradaki incelik mideyi tıka-basa doyurmak değil, bu aya hürmeten eşe dosta, fakir fukaraya Allah rızası için iftar vermektir. Zira bir Hadîs-i şerîfte “Bir kimse, bu ayda, bir oruçluya iftar verirse, günahları affolur. Hak teâlâ, onu cehennem azabından azat eder. O oruçlunun sevabı kadar, ona sevap verilir.” Buyrulur.
İşte herkes kesesinin yettiğince iftariyelikleri sofralarında hazır eder ama bu tamamıyla İslamiyet ölçüleri içindedir, israf ve gösteriş asla vâki değildir. Her selamün aleyküm diyenin dahil olduğu bu sofralarda İslamî kaideler içinde yenir, içilir ve kalkılır.
O zamanlar günde iki öğün yemek adettir ki bu aslında peygamber efendimizin sünnetidir. Bu adet İstanbul’un alınışından yirminci yüzyılın başına kadar hemen hiç değişmez. O zamanki sabah yemeği bugünkü kahvaltıdan çok farklıdır. Bu kahvaltıdan çok daha doyurucu ve tok tutucu bir sabah öğününe benzer. Çoğu kez çorba sofradan eksik olmaz, sabah yemeği insanı akşama kadar tok tutacak şeylerden müteşekkildir. İkinci öğün olan akşam yemeğine ise ancak ikindi namazından sonra oturulur.
DOYMADAN KALKILA...
Bir Hadîs-i şerîfte “İnsan kalbi, tarladaki ekin gibidir. Yemek, yağmur gibidir. Fazla su, ekini kuruttuğu gibi, fazla gıda kalbi öldürür” buyrulur. Eskiler bunları çok iyi bilir, “Çok yemek, hastalıkların başı, az yemek ise ilaçların başıdır” der, ölçüyü softada koyar. Eskilerin bir adeti de “Az yiyen melek olur, çok yiyen helâk olur”, “Az yiyen her gün yer, çok yiyen bir gün yer” gibi vurgulu sözleri usta hat sanatçılarına levha üzerine yazdırıp yemek odalarına astırmalarıdır. Bunu seçen gözler ölçüyü kaçırmaz, doymadan sofradan kalkmayı bilir. İftar vakti girince önce cemaat ile namaz kılınır, ardından sofraya geçilir.
Mütemâdiyen hurmanın eksik olmadığı sofralara eller yıkanmadan oturulmaz, önce gençler, yemekten sonra, önce yaşlılar yıkar. Besmelesiz sofraya geçildiği vâki değildir, hatta herkese hatırlatmak için yüksek sözle söylenir. Alâ olanı tabağın kenarından yemek, kendi önünden yemek, sağ ayağı dikip, sol ayak üstüne oturmaktır ve sünnettir. Bu sofralar herkesiz sus-pus oturup kaşıkların bir tabaktan diğerine salladığı ortamlar değildir, zira konuşmamak ateşe tapanların adetidir, Müslümanlar sofrada neşeli şeylerden bahseder, ölümden, hastalıktan ve cehennemden konuşmaz. Karnı doyan mümin, bunu günah işlemekte kullanmamak için dua eder, bunun kıyametteki hesabını düşünür ve ibadet yapmaya kuvvetlenmek niyeti ile yer.
Tuz ile bitirmenin sünnet ve şifâ olduğunu bilenler bir tutam tuz ile iftarını tamamlar, “Elhamdülillah” demeyi de unutmaz.
Yemekten sonra eller açılıp, “El-hamdü-lillahillezî eşbeanâ ve ervânâ min-gayri-havlin minnâ ve lâ kuvveh. Allahümme at’imhüm kemâ at’amûnâ. Allahümmerzuknâ kalben takıyyen, mineşşirki beriyyen lâ kâfiren ve şekıyyen velhamdülülillahi rabbilâlemîn” duası edilir ve ardından ev sahibine, bereket, rahmet ve mağfiret ile dua yapılır.
TAAM SOFTASININ ADABI
Eskiden sofra adabında İslamiyetin etkisi hayli çoktu. O zaman ki alimlerin pek çoğunun eserlerinde muhakkak “yeme-içme adabı” konusunda doyurucu bilgiler yer alıyordu. İşte büyük alimlerden Muhiddin-i Arabi hazretlerinin “El Tedbiratü'l İlahiyye İslahü Memleketi İnsaniye” adlı eserinin “El-ekl ve'ş-Şurb” (Yemek ve İçmek) başlıklı bölümünden bazı satırları aktaralım:
“Ancak ihtiyacına göre ye ve doyma. Suyu çok içme. Tesannunen ve taazzuzen yeme. Fakat taama ihtiyacın kadar ye. Acele etmeden ve teenni ile lokmayı ortalama olarak al. Ağzına koyduğun vakit iyi çiğne ve besmele çek. Anı çiğnediğin vakit yut. Badehu sana anları ihsan eden Allahü teâlâ'ya hamd et ve bu esnada diğer lokmaya elini uzatırsan keza besmele çek. Yutuncaya kadar evvelki gibi yap, ba'dehu Allahü teâlâya hamd et ve hacetini alıncaya kadar diğerlerine elini uzatırsan ve yalnız olsan bile sui edebi i'tiyad etmemek için önünden ye ve şehvetten hazer et ve seninle beraber yiyen kimsenin yüzüne ve eline bakma ve bunda yediren ve yedirilmeyen kimsenin tenzihine kalbin ile nazar et ki sana noksan mütebeyyin olsun.
Böyle olunca eklinde ibadette olursun ve sana 'az yiyorsun' diyen kimsenin sözüne iltifat ve isga etme ki bu senin anı terkine müeddi olur. Varsın, 'sen az yiyorsun denilsin.
Ve taam sofrasına hazır olduğun vakit sen el kaldıran kimsenin ahiri ol ve sofra kalkıncaya kadar kıyam etme. Davet olunduğun bir cemiyette cemaate karşı nezaket eseri gibi gösteriş yapmak kasdıyle gayet az yemek yemek ve naz ve istiğna göstermek için iptida kendi hanende yemek yeme ve oraya karnı tok olarak gitme ve sana iltifat kasdiyle 'aman ne kadar az yemek yiyor denilmesine meydan verme ve eğer öyle derlerse sen onlara kulak asma ve kendi haklarını bozma. Muhakkak bu münafıkların ahlakındandır ve yemen bir vakitten bir vakite olsun...”
Eskilerin bir adeti “Az yiyen melek olur, çok yiyen helâk olur”, “Az yiyen her gün yer, çok yiyen bir gün yer” gibi vurgulu sözleri hat sanatçılarına yazdırıp yemek odalarına astırmalarıydı. Bunu seçen gözler ölçüyü kaçırmaz, doymadan sofradan kalkmayı bilir ve Peygamber Efendimizin sünnetini de yerine getirmiş olurdu.
Malumunuz bu mübarek ramazan sahuru ve iftarıyla eskilerin değimiyle nev’i şahsına münhasır bir aydır ki, biraz da mide ile alâkalıdır. Hal böyle olunca Ramazandaki sofralar bir başka, adabı ise pek alâ olur.
Sözü edilen o iftar sofraları önceleri pek abartılı gelir insana ama oradaki incelik mideyi tıka-basa doyurmak değil, bu aya hürmeten eşe dosta, fakir fukaraya Allah rızası için iftar vermektir. Zira bir Hadîs-i şerîfte “Bir kimse, bu ayda, bir oruçluya iftar verirse, günahları affolur. Hak teâlâ, onu cehennem azabından azat eder. O oruçlunun sevabı kadar, ona sevap verilir.” Buyrulur.
İşte herkes kesesinin yettiğince iftariyelikleri sofralarında hazır eder ama bu tamamıyla İslamiyet ölçüleri içindedir, israf ve gösteriş asla vâki değildir. Her selamün aleyküm diyenin dahil olduğu bu sofralarda İslamî kaideler içinde yenir, içilir ve kalkılır.
O zamanlar günde iki öğün yemek adettir ki bu aslında peygamber efendimizin sünnetidir. Bu adet İstanbul’un alınışından yirminci yüzyılın başına kadar hemen hiç değişmez. O zamanki sabah yemeği bugünkü kahvaltıdan çok farklıdır. Bu kahvaltıdan çok daha doyurucu ve tok tutucu bir sabah öğününe benzer. Çoğu kez çorba sofradan eksik olmaz, sabah yemeği insanı akşama kadar tok tutacak şeylerden müteşekkildir. İkinci öğün olan akşam yemeğine ise ancak ikindi namazından sonra oturulur.
DOYMADAN KALKILA...
Bir Hadîs-i şerîfte “İnsan kalbi, tarladaki ekin gibidir. Yemek, yağmur gibidir. Fazla su, ekini kuruttuğu gibi, fazla gıda kalbi öldürür” buyrulur. Eskiler bunları çok iyi bilir, “Çok yemek, hastalıkların başı, az yemek ise ilaçların başıdır” der, ölçüyü softada koyar. Eskilerin bir adeti de “Az yiyen melek olur, çok yiyen helâk olur”, “Az yiyen her gün yer, çok yiyen bir gün yer” gibi vurgulu sözleri usta hat sanatçılarına levha üzerine yazdırıp yemek odalarına astırmalarıdır. Bunu seçen gözler ölçüyü kaçırmaz, doymadan sofradan kalkmayı bilir. İftar vakti girince önce cemaat ile namaz kılınır, ardından sofraya geçilir.
Mütemâdiyen hurmanın eksik olmadığı sofralara eller yıkanmadan oturulmaz, önce gençler, yemekten sonra, önce yaşlılar yıkar. Besmelesiz sofraya geçildiği vâki değildir, hatta herkese hatırlatmak için yüksek sözle söylenir. Alâ olanı tabağın kenarından yemek, kendi önünden yemek, sağ ayağı dikip, sol ayak üstüne oturmaktır ve sünnettir. Bu sofralar herkesiz sus-pus oturup kaşıkların bir tabaktan diğerine salladığı ortamlar değildir, zira konuşmamak ateşe tapanların adetidir, Müslümanlar sofrada neşeli şeylerden bahseder, ölümden, hastalıktan ve cehennemden konuşmaz. Karnı doyan mümin, bunu günah işlemekte kullanmamak için dua eder, bunun kıyametteki hesabını düşünür ve ibadet yapmaya kuvvetlenmek niyeti ile yer.
Tuz ile bitirmenin sünnet ve şifâ olduğunu bilenler bir tutam tuz ile iftarını tamamlar, “Elhamdülillah” demeyi de unutmaz.
Yemekten sonra eller açılıp, “El-hamdü-lillahillezî eşbeanâ ve ervânâ min-gayri-havlin minnâ ve lâ kuvveh. Allahümme at’imhüm kemâ at’amûnâ. Allahümmerzuknâ kalben takıyyen, mineşşirki beriyyen lâ kâfiren ve şekıyyen velhamdülülillahi rabbilâlemîn” duası edilir ve ardından ev sahibine, bereket, rahmet ve mağfiret ile dua yapılır.
TAAM SOFTASININ ADABI
Eskiden sofra adabında İslamiyetin etkisi hayli çoktu. O zaman ki alimlerin pek çoğunun eserlerinde muhakkak “yeme-içme adabı” konusunda doyurucu bilgiler yer alıyordu. İşte büyük alimlerden Muhiddin-i Arabi hazretlerinin “El Tedbiratü'l İlahiyye İslahü Memleketi İnsaniye” adlı eserinin “El-ekl ve'ş-Şurb” (Yemek ve İçmek) başlıklı bölümünden bazı satırları aktaralım:
“Ancak ihtiyacına göre ye ve doyma. Suyu çok içme. Tesannunen ve taazzuzen yeme. Fakat taama ihtiyacın kadar ye. Acele etmeden ve teenni ile lokmayı ortalama olarak al. Ağzına koyduğun vakit iyi çiğne ve besmele çek. Anı çiğnediğin vakit yut. Badehu sana anları ihsan eden Allahü teâlâ'ya hamd et ve bu esnada diğer lokmaya elini uzatırsan keza besmele çek. Yutuncaya kadar evvelki gibi yap, ba'dehu Allahü teâlâya hamd et ve hacetini alıncaya kadar diğerlerine elini uzatırsan ve yalnız olsan bile sui edebi i'tiyad etmemek için önünden ye ve şehvetten hazer et ve seninle beraber yiyen kimsenin yüzüne ve eline bakma ve bunda yediren ve yedirilmeyen kimsenin tenzihine kalbin ile nazar et ki sana noksan mütebeyyin olsun.
Böyle olunca eklinde ibadette olursun ve sana 'az yiyorsun' diyen kimsenin sözüne iltifat ve isga etme ki bu senin anı terkine müeddi olur. Varsın, 'sen az yiyorsun denilsin.
Ve taam sofrasına hazır olduğun vakit sen el kaldıran kimsenin ahiri ol ve sofra kalkıncaya kadar kıyam etme. Davet olunduğun bir cemiyette cemaate karşı nezaket eseri gibi gösteriş yapmak kasdıyle gayet az yemek yemek ve naz ve istiğna göstermek için iptida kendi hanende yemek yeme ve oraya karnı tok olarak gitme ve sana iltifat kasdiyle 'aman ne kadar az yemek yiyor denilmesine meydan verme ve eğer öyle derlerse sen onlara kulak asma ve kendi haklarını bozma. Muhakkak bu münafıkların ahlakındandır ve yemen bir vakitten bir vakite olsun...”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder