13 Temmuz 2017 Perşembe

Güzel Ahlâk ve Edep

Güzel Ahlâk ve Edep

 

Ebedî Fecre
Yıl: 2005 Ay: Ekim Sayı: 08
 
SONSUZ HAZİNE…
 
İnsanoğlunun bu dünyada da öbür dünyada da en büyük ve sonsuz hazinesi, sahip olduğu güzel ahlâk ve edebidir.
 
Onun, yani insanın bütün değer ve kıymeti de ancak bu ulvî ve şerefli hazinesinin kıymet ve değeri kadardır.
 
Nitekim Cenâb-ı Hak, Hazret-i Peygamber’in yüksek değerini ifade sadedinde âyet-i kerîmede;
وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظ۪ٖيمٍ
“Şüphesiz ki Sen, yüce bir ahlâk üzeresin” (el-Kalem, 4) buyurmuştur.
 
Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de;
 
“Ben başka bir maksatla değil, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” (İmâm Mâlik, Muvattâ, Hüsnü’l-hulk, 8) buyurarak vazifesini tarif etmiş ve bütün insanlık âlemine «üsve-i hasene», yani mükemmel bir ahlâk nümûnesi olmuştur.
 
Bu bakımdan ahlâk, dînin özünü teşkil etmiştir.
اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ د۪ٖينَكُمْ
diye başlayan ve dînin tamamlandığını ifade eden âyet-i kerîme nâzil olduktan sonra Cenâb-ı Hak hadîs-i kudsîde şöyle buyurmuştur:
 
“Bu, Benim Zâtım için râzı olduğum bir dindir. Bu dîne yakışan da ancak cömertlik ve güzel ahlâktır. Müslüman olarak yaşadığınız müddetçe bu iki hasletle ikrâm ediniz.” (Ali el-Müttakî, Kenz, VI, 392)
 
EN MÜKEMMEL MÜ’MİN…
 
İnsanlık tarihi, peygamberlerin eşsiz güzellikteki nice ahlâkî davranış tezâhürleriyle doludur. Bunun en güzel misallerinden birisi şüphesiz Hazret-i Yusuf -aleyhisselâm-’dır. O, âyet-i kerîmede buyurulduğu üzere kendisine açık bir şekilde zulmetmiş olan kardeşlerine;
 
“Bugün size başa kakma ve ayıplama yoktur, Allah sizi affetsin! O merhametlilerin en merhametlisidir.” (Yûsuf, 92) diyerek, affedebilmenin kâbına varılmaz bir misâlini sergilemiştir.
 
Bu itibarla Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;
 
“Mü’minlerin îman cihetinden en mükemmeli, ahlâken en güzel olanıdır.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 250) şeklindeki beyanlarıyla, ahlâkın, îmânın meyvesi ve kemâlinin alâmeti olduğuna işaret buyurmuşlardır. Allah dostları da, işte bu Muhammedî ahlâk ile ahlâklanan mâneviyat rehberleridir.
 
Ebû Muhammed Cerîrî;
 
“Tasavvuf, güzel ahlâkı benimsemek ve kötü ahlâktan sıyrılmaktır.” derken yine bu hakikate işaret etmiştir.
 
Dolayısıyla güzel bir kul olmak isteyen herkes, öncelikle nefsini dâimâ hesaba çekmeli, kendisinde hangi kötü ahlâk varsa bunların herbirini tedricî bir sûrette terk etmeye azmedip tevbe etmelidir.
 
Daha sonra da bu kötü huyların tersi ve mukabili olan güzel ahlâk ile ahlâklanmaya çalışmalıdır. Meselâ kibre mağlûp biriyse, tevâzû ve mahviyete bürünmelidir. Kin ve hasetle mâlûl biriyse, mü’min kardeşlerini kendisinden üstün görüp, onların kusurlarından önce kendi kusurlarıyla meşgul olmalıdır.
 
Mü’minin mü’min için bir ayna olduğunu, kötü gözle baktığında kötülükler; iyi gözle baktığında ise güzellikler göreceğini düşünmeli ve nefsini mü’minlerin güzel yönleriyle meşgul etmelidir.
 
İÇ DÜNYAMIZDA İKİ ZIT KUTUP…
 
İnsanın iç yapısında biri hayrı ve takvâyı, diğeri şerri ve isyanı emreden iki zıt kutup vardır. Herkes, bir ömür bu iki zıt kutbun çatışmalarıyla hâl ve gidişâtına istikamet vermektedir. Takvâ galip geldiğinde, sâlih amellere ve güzel ahlâka yönelmekte; aksine fücûr galip geldiğinde ise türlü günahlara ve ahlâksızlıklara düşmektedir.
 
Âyet-i kerîmede buyurulur:
 
(Allah,) ona (yani insana) fücûru da takvâyı da ilham etmiştir.” (eş-Şems, 8)
 
Fücûr, insanı Allah’tan uzaklaştıran her şeydir.
 
Takvâ da, kulu Allâh’a yaklaştıran amel-i sâlih ve her türlü güzel davranışlardır.
 
Kul, bu iki özellikten hangisine göre yaşarsa, değer ve kıymeti o yönde olur.
 
Nitekim Hazret-i Ömer’e, geceleri kāim (ibâdet hâlinde) gündüzleri sâim (oruçlu) bir şahıstan bahsedip hayli övdüklerinde o, söylenenlere aldırmayıp şöyle dedi:
 
“–Siz bana bahsettiğiniz kişinin;
 
a. Ticareti,
 
b. Komşuluğu,
 
c. Yol arkadaşlığı nasıl, onu söyleyin!”
 
Hazret-i Ömer’in dikkat çektiği bu üç husus, insan nefsinin darlandığı anda azgın bir canavar gibi şahlandığı üç aynadır. Nasıl ki sâkin görünen bir kedi dar bir köşeye sıkıştırıldığında içindeki bütün hırçınlığı ortaya dökerse; insan da; ticaret, komşuluk ve arkadaşlıkta dar anlarda iç yapısı neyse onu ortaya koyar. Denilebilir ki, insan ömrü bilhassa bu üç hususla imtihan ile geçmektedir.
 
Dünya imtihanında aşılması gereken en büyük engellerden biri olan «nefs», umûmiyetle insanın maruz kılındığı menfî temâyülleri akla getirir. Hâlbuki onun özünde bir mücevher gibi müsbet bir mahiyet de vardır. İnsanoğlunun vazifesi onu, toz-toprak hükmündeki menfîliklerden mânevî terbiye ile arındırarak özündeki cevheri ortaya çıkarmaktır.
 
Aksi hâlde insanın nefsi, bir kötülükler fabrikası gibi gece-gündüz şeytana çalışır. Hazret-i Mevlânâ bu gerçeği şöyle anlatır:
 
“Allâh’ın lutfu, ihsanı; Nil Nehri gibi akıp gidiyor. Fakat biz, Firavun ahlâklı olursak, o nehir bize kan kesilir.”
 
“Görmüyor musun? Senin yumuşak huylu temiz dostun, menfaatine dokununca, onunla zıt olunca yılan gibi olur.”
 
Şeyh Sâdî Hazretleri de şöyle söyler:
 
“Her gözü, kulağı, ağzı olan insan değildir! Gerçek insan; ahlâkı güzel olan kişidir!”
 
KATIR İLE DEVE…
 
Hazret-i Mevlânâ, güzel ahlâklı olan kişi ile ahlâksız olan kişilerin hayatlarını katır ve devenin hâline benzeterek şöyle anlatır:
 
Katır deveye;
 
“–Ey güzel yoldaş, dedi: Yokuş olsun, iniş olsun, sen, en dar yolda bile güzelce gidiyorsun; hiç düşüp kapaklanmıyorsun. Ben ise, yolunu şaşırmış kimseler gibi tepetaklak oluyorum. Yol ister kuru olsun, ister çamurlu olsun, ben her zaman yüzükoyun düşüyorum. Bunun sebebinin ne olduğunu anlat da, ben de nasıl yaşamam gerektiğini öğrenmiş olayım.”
 
Deve şu cevabı verdi:
 
“–Benim gözüm senin gözünden daha parlaktır. Bundan başka bir de ben, yüksek yerden bakmadayım. Yüksek bir dağa çıkınca, oradan patikanın sonunu rahatça görürüm. Cenâb-ı Hak, gözüme bütün yolların iniş ve çıkışını gösterir.
 
Ben her adımı görerek atarım. Onun için sürçmekten, düşmekten kurtulurum.
 
Sen ise, üç adımdan ötesini göremezsin. Dâneyi görürsün de, tuzağı göremezsin. Bir yere konmakta, oturmakta, inmekte, yürümekte; âmâ bir adamla gören bir adam bir olur mu?”
 
HER ŞEY AHLÂKIMIZIN YANSIMASIDIR…
 
Gerek bu dünyada karşımıza çıkan gerekse âhirette karşımıza çıkacak olan neticeler, hep bizim ahlâkımızın semerelerinden ibarettir. Cehennemdeki alevler insanların kötü sıfatları ile tutuşur; cennetteki bağlar, ağaçlar da yine insanların güzel sıfat ve ahlâkı ile yeşerir.
 
Hazret-i Mevlânâ’nın ifadesiyle:
 
“Kim hürmet ederse hürmet görür, şeker getiren de badem helvası yer. ”
 
Seyyid Nizam Hazretleri de ne güzel söyler:
 
Ahlâk-ı zemîmendir tâmûda sana ateş,
Bir zerre kadar anda, bir âteş-i sûzan yok.
 
“Kötü huyların cehennemde sana ateş olacaktır. Yoksa cehennemde bir zerre bile ateş yoktur.”
 
EDEP TÂCI…
 
Edep, ahlâkın zirve noktasıdır. Bu, ham insanı ihsan duygusu ile kâmil insan hâline yükselterek Allâh’a karşı edep sahibi kılmaktır ki, edebin en yücesidir. İkinci edep, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e karşıdır. Cenâb-ı Hak, Hucûrât Sûresi ve sâir sûrelerde mü’minlere Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e karşı edebi muhafaza etmelerini hâssaten emreder.
 
Bu edepleniş; üstâda, ana-babaya, mü’minlere ve böyle silsile hâlinde bütün mahlûkāta uzanır.
 
Süfyân-ı Sevrî –kuddise sirruh– buyurur:
 
“Güzel edep, Allah Teâlâ’nın gazabını söndürür.”
 
İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhumâ- buyurur:
 
“Bütün edeplerin başı, hem rahatlıkta hem de darlıkta Allah Teâlâ’nın emirlerine riâyet etmek ve yasaklarından da kaçınmaktır.”
 
Yine buyurulmuştur ki:
 
Üç haslet vardır ki, bunlara sahip olan mahrum kalmaz:
 
1. Güzel edep sahibi olmak,
2. Edep ehliyle oturmak,
3. Başkalarını incitmemek endişesi içinde olmak.
 
Edebin husûsiyetini şair ne güzel ifade eder:
 
Edeb bir tâc imiş nûr-i Hudâ’dan
Giy ol tacı emîn ol her belâdan!..
 
Yûnus Emre Hazretleri de bu hakikati şöyle dile getirir:
 
Ehl-i diller arasında aradım kıldım taleb,
Her hüner makbûl imiş; illâ edeb, illâ edeb…
 
Bu nükte sebebiyledir ki «ehlullah»tan bazıları, tasavvufu «edepten ibarettir» şeklinde tarif etmişlerdir.
 
Hazret-i Mevlânâ buyurur:
 
“Aklım, kalbime;
«-Îman nedir?» diye sordu. Kalbim ise aklımın kulağına eğilerek;
«-Îman edepten ibarettir.» dedi.”
 
 
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder