Kuran’da Tevbe
Günlük dilde kullandığımız birçok dini kavram var ki, Arapça aslı çok geniş manaya sahip olduğu halde Türkçede anlam daralmasına uğramıştır ve biz onun sadece bir anlamını biliriz. Mesela tevbe denilince çoğumuzun aklına hemen günah gelir. Çünkü tevbe bir günah işlendiği zaman bundan dönmek, vazgeçmek manasına kullanılır.
Elbette bu mana yanlış değildir ama aslında Kur'an ı Kerim’e baktığımız zaman tevbenin çok geniş manaya sahip olduğunu ve hatta Allaha karşı kulluğun hem ilk hem de son rüknü olduğunu görürüz.
İslam’da kulluk vazifelerinin ilk basamağı ve temel esası nedir? Elbette o olmadığı takdirde diğer hiçbir şeyin kıymeti olmayacağı bildirilmiş olan imandır. Ve esasen iman tevbedir; inkardan, şirkten, batıl itikadlardan, şüphelerden, tevbe edip yüz çevirmek; Allah’a ve Allah’ın Resulüne indirilmiş olana tüm kalbinle yönelmektir.
Nitekim bütün bir Kur’an-ı kerim’de buna işaret eden ayetler görebilirsiniz. Birçok ayette “tevbe etmek”ten, iman etmeden önceki safha olarak bahsedilir. Çünkü imana dönmek küfürden, şirkten vazgeçmek demektir: “ Ama tövbe edip iman eden ve salih amel işleyen kimsenin kurtuluşa erenlerden olması umulur. (Kasas, 67)
Tevbe, iman ettikten sonra hayat tarzını düzeltmek, inandığın gibi yaşamaya yönelmek manasına da gelir. Burada tevbe bir dönüşüm geçirmek, hayata bakışını düzeltmek manasındadır. Kur'an ı Kerim’e baktığımızda Peygamberlerin kavimlerini imana ve tevbe etmeye davet ettiğini görürüz:
“Semûd kavmine de kardeşleri Salih'i peygamber gönderdik. Dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin ondan başka hiçbir ilahınız yok. O sizi yeryüzünden (topraktan) yarattı ve sizi oranın imarında görevli (ve buna donanımlı) kıldı. Öyle ise Ondan bağışlanma dileyin; Ona tövbe edin. Şüphesiz Rabbim yakındır ve dualara cevap verendir. (Hud, 61, ayrıca bkz. Hud; 3, 52, 90)
Elbette bu mana yanlış değildir ama aslında Kur'an ı Kerim’e baktığımız zaman tevbenin çok geniş manaya sahip olduğunu ve hatta Allaha karşı kulluğun hem ilk hem de son rüknü olduğunu görürüz.
İslam’da kulluk vazifelerinin ilk basamağı ve temel esası nedir? Elbette o olmadığı takdirde diğer hiçbir şeyin kıymeti olmayacağı bildirilmiş olan imandır. Ve esasen iman tevbedir; inkardan, şirkten, batıl itikadlardan, şüphelerden, tevbe edip yüz çevirmek; Allah’a ve Allah’ın Resulüne indirilmiş olana tüm kalbinle yönelmektir.
Nitekim bütün bir Kur’an-ı kerim’de buna işaret eden ayetler görebilirsiniz. Birçok ayette “tevbe etmek”ten, iman etmeden önceki safha olarak bahsedilir. Çünkü imana dönmek küfürden, şirkten vazgeçmek demektir: “ Ama tövbe edip iman eden ve salih amel işleyen kimsenin kurtuluşa erenlerden olması umulur. (Kasas, 67)
Tevbe, iman ettikten sonra hayat tarzını düzeltmek, inandığın gibi yaşamaya yönelmek manasına da gelir. Burada tevbe bir dönüşüm geçirmek, hayata bakışını düzeltmek manasındadır. Kur'an ı Kerim’e baktığımızda Peygamberlerin kavimlerini imana ve tevbe etmeye davet ettiğini görürüz:
“Semûd kavmine de kardeşleri Salih'i peygamber gönderdik. Dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin ondan başka hiçbir ilahınız yok. O sizi yeryüzünden (topraktan) yarattı ve sizi oranın imarında görevli (ve buna donanımlı) kıldı. Öyle ise Ondan bağışlanma dileyin; Ona tövbe edin. Şüphesiz Rabbim yakındır ve dualara cevap verendir. (Hud, 61, ayrıca bkz. Hud; 3, 52, 90)
Halini Islah Etmek
Bunun yanında Kuran’da tevbe bildiğimiz manada, günahlardan dönmek manasında da pek çok yerde kullanılır. Kur'an ı Kerim’e baktığımız zaman tevbenin kabul edilmesinin bazı şartlarını da görüyoruz. Mesela hırsızlık gibi başkasına zulmeden bir kişinin tevbesinin kabul şartı; tevbeden sonra “halini ıslah etmesi” olarak zikredilmiştir:
“Yaptığı bu zulümden sonra tevbe edip halini ıslah eden kimse, bilsin ki Allah onun tevbesini kabul eder. Allah şüphesiz Bağışlayan'dır, merhametli olandır.” (Maide,39)
Yine Kur'an ı Kerim’de tevbeyi geciktirmemek, ömrün sonuna ertelememek emredilmiştir. Sonra tevbe ederim diye ömrünü günahla geçirenlerin son anda yaptıkları tevbe kabul olmaz.
“(Hayatı boyunca) günah işleyip de kendisine ölüm gelince: "İşte ben şimdi tevbe ettim." diyen kimselerin tevbesi kabul edilmez. Kâfir olarak ölenlerin de tevbeleri kabul edilmez. İşte bunlara ahirette can yakıcı bir azap hazırlamışızdır.”(Nisa, 18)
Kur'an ı Kerim’e baktığımız zaman sadece büyük günahlar için değil bizim küçük gördüğümüz kabahatler içinde hemen tevbe etmemizin emredildiğini görüyoruz. Mesela Hucurat suresinde, müminleri birbirine “alay etmek, lakap takmak” gibi kabahatlerden sakındıran ayetin sonunda tevbeye çağrı vardır hem de “İmandan sonra fasıklık ne kötü bir namdır! Kim de tövbe etmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir”(Hucurat 11) şeklinde açık ve net bir ikazla birlikte…
İnsanın yaratılış sırrıdır tevbe. İlk insan Hz. Adem yaratılacağı zaman melekler bile hayret etmiştir, yeryüzünde kan dökecek fesat çıkaracak birinin yaratılacağına… Hele İblis ona secde ile emrolonduğu zaman, çamurdan yaratılmış bir varlığa bu kadar kıymet verilmesini hazmedememiştir.
Evet, meleklerin korktuğu, İblis’in ümit ettiği gibi insan çok kabahatler işlemiştir:
“Andolsun ki, iblis onlar aleyhindeki tahminini gerçekten doğru buldu da içlerinde müminlerden ibaret bir gruptan başkası ona uydular. Halbuki şeytanın onlar üzerinde hiçbir nüfuzu yoktu. Ancak ahirete inananı, şüphe içinde kalandan ayırdedip bilelim diye (ona bu fırsatı verdik). Rabbin gerçekten her şeyi koruyandır.” (Sebe, 20)
Fakat bu Hak Teâlâ’nın insanı yaratmaktaki hikmetine ters düşmemektedir. Çünkü Allah istemiştir ki, kabahatler işlemeye meyilli kulları olsun, tevbe ettiği vakit onların kabahatlerini bağışlasın da böylece Rabbinin affı ve rahmetini bilinsin.
Nitekim Peygamber aleyhissalatu vesselam:
"Nefsim kudret elinde olan Zât'a yemin ederim ki, eğer siz hiç günah işlemeseniz, Allah sizi toptan helâk eder; sonra günah işleyen, arkadan da istiğfar eden bir kavim yaratır ve onları mağfiret ederdi." (Müslim, Tevbe, 9) buyurarak bu sırra işaret ediyor.
Hatta tevbe etmek için günah işlemek şart da değildir. Her ne kadar günahsız kul olmasa da, velev ki olsa bile, bir anlık gafletten, boşa vakit geçirmekten de olsa tevbe etmek gerekir. Çünkü gafletten, lüzumsuz dünya meşgalelerinden, faydasız, malayani işlerden pişman olup yüz çevirmeden kulluk etmek mümkün olmaz. Bundandır ki cennet karşılığında nefisleri ve mallarını satın alınmış, ahdine sadık müminlerin vasfı olarak zikredilir tevbe:
“Bunlar, tövbe edenler, ibâdet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar, rükû' ve secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah'ın koyduğu sınırları hakkıyla koruyanlardır. Mü'minleri müjdele!” (Tevbe, 112 )
Bunun yanında Kuran’da tevbe bildiğimiz manada, günahlardan dönmek manasında da pek çok yerde kullanılır. Kur'an ı Kerim’e baktığımız zaman tevbenin kabul edilmesinin bazı şartlarını da görüyoruz. Mesela hırsızlık gibi başkasına zulmeden bir kişinin tevbesinin kabul şartı; tevbeden sonra “halini ıslah etmesi” olarak zikredilmiştir:
“Yaptığı bu zulümden sonra tevbe edip halini ıslah eden kimse, bilsin ki Allah onun tevbesini kabul eder. Allah şüphesiz Bağışlayan'dır, merhametli olandır.” (Maide,39)
Yine Kur'an ı Kerim’de tevbeyi geciktirmemek, ömrün sonuna ertelememek emredilmiştir. Sonra tevbe ederim diye ömrünü günahla geçirenlerin son anda yaptıkları tevbe kabul olmaz.
“(Hayatı boyunca) günah işleyip de kendisine ölüm gelince: "İşte ben şimdi tevbe ettim." diyen kimselerin tevbesi kabul edilmez. Kâfir olarak ölenlerin de tevbeleri kabul edilmez. İşte bunlara ahirette can yakıcı bir azap hazırlamışızdır.”(Nisa, 18)
Kur'an ı Kerim’e baktığımız zaman sadece büyük günahlar için değil bizim küçük gördüğümüz kabahatler içinde hemen tevbe etmemizin emredildiğini görüyoruz. Mesela Hucurat suresinde, müminleri birbirine “alay etmek, lakap takmak” gibi kabahatlerden sakındıran ayetin sonunda tevbeye çağrı vardır hem de “İmandan sonra fasıklık ne kötü bir namdır! Kim de tövbe etmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir”(Hucurat 11) şeklinde açık ve net bir ikazla birlikte…
İnsanın yaratılış sırrıdır tevbe. İlk insan Hz. Adem yaratılacağı zaman melekler bile hayret etmiştir, yeryüzünde kan dökecek fesat çıkaracak birinin yaratılacağına… Hele İblis ona secde ile emrolonduğu zaman, çamurdan yaratılmış bir varlığa bu kadar kıymet verilmesini hazmedememiştir.
Evet, meleklerin korktuğu, İblis’in ümit ettiği gibi insan çok kabahatler işlemiştir:
“Andolsun ki, iblis onlar aleyhindeki tahminini gerçekten doğru buldu da içlerinde müminlerden ibaret bir gruptan başkası ona uydular. Halbuki şeytanın onlar üzerinde hiçbir nüfuzu yoktu. Ancak ahirete inananı, şüphe içinde kalandan ayırdedip bilelim diye (ona bu fırsatı verdik). Rabbin gerçekten her şeyi koruyandır.” (Sebe, 20)
Fakat bu Hak Teâlâ’nın insanı yaratmaktaki hikmetine ters düşmemektedir. Çünkü Allah istemiştir ki, kabahatler işlemeye meyilli kulları olsun, tevbe ettiği vakit onların kabahatlerini bağışlasın da böylece Rabbinin affı ve rahmetini bilinsin.
Nitekim Peygamber aleyhissalatu vesselam:
"Nefsim kudret elinde olan Zât'a yemin ederim ki, eğer siz hiç günah işlemeseniz, Allah sizi toptan helâk eder; sonra günah işleyen, arkadan da istiğfar eden bir kavim yaratır ve onları mağfiret ederdi." (Müslim, Tevbe, 9) buyurarak bu sırra işaret ediyor.
Hatta tevbe etmek için günah işlemek şart da değildir. Her ne kadar günahsız kul olmasa da, velev ki olsa bile, bir anlık gafletten, boşa vakit geçirmekten de olsa tevbe etmek gerekir. Çünkü gafletten, lüzumsuz dünya meşgalelerinden, faydasız, malayani işlerden pişman olup yüz çevirmeden kulluk etmek mümkün olmaz. Bundandır ki cennet karşılığında nefisleri ve mallarını satın alınmış, ahdine sadık müminlerin vasfı olarak zikredilir tevbe:
“Bunlar, tövbe edenler, ibâdet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar, rükû' ve secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah'ın koyduğu sınırları hakkıyla koruyanlardır. Mü'minleri müjdele!” (Tevbe, 112 )
Tevbe Kulluğun Ruhudur
Allah’ın haklarını ve hükümlerini hıfzedip korumak, ona karşı haşyet duymak, saygıyla ürpermek, kalben her an ona yönelmiş bulunmak… Bunlar kulluğun kemal derecesine erişmesi için lüzumlu hallerdir. Kulluğu riyadan, kibirden, kendini beğenmekten temizlemeden haşyet ve inabet hali hasıl olmaz. Bu basamaklar ancak ihlaslı bir kulluğa yakışmayan bütün bu kusurlara tevbe etmekle çıkılır.
“ Onlara şöyle denir: "İşte bu (cennet), size (dünyada) vaad edilmekte olan şeydir. O, her tövbe eden, onun emrini gözeten için, görmediği halde sırf saygıdan dolayı Rahmân'a karşı haşyet duyan ve O'na yönelmiş bir kalp ile gelen kimseler içindir." (Kaf, 33)
Tevbe kulluğun aslı ve ruhudur. Allah’a yönelmedikten ve onun karşısında kendini mücrim ve kusurlu saymadıktan sonra ibadetlerin asıl maksadına ulaşmak mümkün olmaz. Peygamber aleyhissalatu vesselama hiçbir cürmü olmadığı ve ufak tefek bir kusuru olacak olsa bile peygamberlik yolunda çektiği onca çileye mukabil bağışlandığı halde “İstiğfar et” buyrulmuş olması bize her şeyi anlatmaya yetmez mi?
Müminler yalnız kabahatlerinden değil ibadetlerinden bile tevbe ederler, “Ya Rabbi Sana layık olan kulluk bu değil, ama benim elimden ancak bu geliyor” diye noksanlarını itiraf ederler. Kur'an ı Kerim’de buna en güzel örnek, Hz. İbrahim ile Hz. İsmail aleyhisselamın, onca imtihandan yüz akıyla geçtikten ve Kâbe’nin inşa ettikten sonra “tevbemizi kabul buyur” diye dua etmesidir:
“Ey bizim Rabbimiz, hem bizim ikimizi yalnız senin için boyun eğen müslümanlar kıl, hem de soyumuzdan yalnız senin için boyun eğen müslüman bir ümmet meydana getir ve bize ibadetimizin yollarını göster, tevbemizi kabul et, hiç şüphesiz Tevvâb sensin, Rahîm sensin.” (Bakara, 128)
Uzun sözün kısası tevbe dinin tamamıdır. Herkes için her an gereklidir. Allah-u Zülcelal’in kulu üzerindeki hakkıdır. Allah, amelleriyle böbürlenen kulunu değil kusurlarını itiraf eden kulunu sevmektedir.
Allah’ın haklarını ve hükümlerini hıfzedip korumak, ona karşı haşyet duymak, saygıyla ürpermek, kalben her an ona yönelmiş bulunmak… Bunlar kulluğun kemal derecesine erişmesi için lüzumlu hallerdir. Kulluğu riyadan, kibirden, kendini beğenmekten temizlemeden haşyet ve inabet hali hasıl olmaz. Bu basamaklar ancak ihlaslı bir kulluğa yakışmayan bütün bu kusurlara tevbe etmekle çıkılır.
“ Onlara şöyle denir: "İşte bu (cennet), size (dünyada) vaad edilmekte olan şeydir. O, her tövbe eden, onun emrini gözeten için, görmediği halde sırf saygıdan dolayı Rahmân'a karşı haşyet duyan ve O'na yönelmiş bir kalp ile gelen kimseler içindir." (Kaf, 33)
Tevbe kulluğun aslı ve ruhudur. Allah’a yönelmedikten ve onun karşısında kendini mücrim ve kusurlu saymadıktan sonra ibadetlerin asıl maksadına ulaşmak mümkün olmaz. Peygamber aleyhissalatu vesselama hiçbir cürmü olmadığı ve ufak tefek bir kusuru olacak olsa bile peygamberlik yolunda çektiği onca çileye mukabil bağışlandığı halde “İstiğfar et” buyrulmuş olması bize her şeyi anlatmaya yetmez mi?
Müminler yalnız kabahatlerinden değil ibadetlerinden bile tevbe ederler, “Ya Rabbi Sana layık olan kulluk bu değil, ama benim elimden ancak bu geliyor” diye noksanlarını itiraf ederler. Kur'an ı Kerim’de buna en güzel örnek, Hz. İbrahim ile Hz. İsmail aleyhisselamın, onca imtihandan yüz akıyla geçtikten ve Kâbe’nin inşa ettikten sonra “tevbemizi kabul buyur” diye dua etmesidir:
“Ey bizim Rabbimiz, hem bizim ikimizi yalnız senin için boyun eğen müslümanlar kıl, hem de soyumuzdan yalnız senin için boyun eğen müslüman bir ümmet meydana getir ve bize ibadetimizin yollarını göster, tevbemizi kabul et, hiç şüphesiz Tevvâb sensin, Rahîm sensin.” (Bakara, 128)
Uzun sözün kısası tevbe dinin tamamıdır. Herkes için her an gereklidir. Allah-u Zülcelal’in kulu üzerindeki hakkıdır. Allah, amelleriyle böbürlenen kulunu değil kusurlarını itiraf eden kulunu sevmektedir.
Muhammed Kadiroğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder