Hekimoğlu İsmail
RAMAZAN2014
Depresyonun bir dermanı da riyazettir…
Tank taburu olarak atış yapmak için Karaburun’a gitmiştik.
Çadırları kurduk; geceyi çadırlarda geçirip sabahleyin atışa başlayacaktık. Yağmur, fırtına çadırları uçurdu. Sabaha kadar dışarıda, yağmurun altında bekledik. Sırılsıklam olduk. Güneş doğunca çamaşırlarımızı çıkarıp sıktık. Eğrelti otlarının arasında oturduk, oturduğumuz yer de çamur… Bekliyoruz, kıyafetlerimiz biraz kurusun da giyinelim. Ekmek, yemek yetişmedi; açız… Sonra sırayla çorba dağıttılar. Çorba İkinci Dünya Savaşı’ndan kalan peksimetlerle yapılıyor. Kaynayan suya biraz yağ, biraz salça atıyorlar, peksimetleri de bu suya döküyorlar, oluyor çorba. 5-6 senedir bekleyen bu peksimetler kurtlanmış, dolayısıyla çorbanın üzerinde kurtlar dolaşıyor. Aşçı kepçeyle ne kadarını atsa da herkesin karavanasına biraz düşüyor. Biz de evvela kurtları ayıklıyoruz, sonra kaşıklıyorduk. Bir Cumhuriyet Bayramı’nda helva çıkmıştı, çamur mu çamur. Bir kaşık aldım, ikincisini almam mümkün değil. Tahta ranzalar, ot yataklar, bir de battaniye… Su sıkıntısı çekilirdi. Sabunun az olduğu, kaşıkların cepte taşındığı, ot yataklarda yatıldığı bu yerlerde biti önlemek de mümkün değildi. Burası ayrı bir âlemdi. Omuzlarımızın çöktüğü zamanlarda komutan gür sesiyle haykırırdı, “Bu hal savaş ortamından bir örnektir. Savaşta hiçbirinize somyalı karyola, ipek yorgan, kaz tüyü yastık vermezler. Et, baklava ikram etmezler. Düşman karşısında aç, susuz, zor şartlar içinde savaşırsınız.”
O zaman şu düşünce bizi teselli ederdi: “Her türlü zorluğa rağmen kumandana itaat ederek, vatanımız için çalışıyoruz. Öyleyse düşmana hayır, çileye evet!” Böylece şartlara aldırmaksızın çalışır, psikolojik yönden de rahat ederdik.
Aynen öyle de Ramazan’da çekilen zahmetler, “Nefsime hayır, cennete evet!” demektir. Mesela Hindistan’da Budistler şöyle düşünüyorlar: “Çile çekmek insanı olgunlaştırır.” Bu düşünceyle öyle az yerler ki, bir deri bir kemik kalırlar. Tahtaya çiviler çakıp üstünde yatarlar, sadece bir elbiseleri vardır. Budistler de biliyor ki çile çekmekte ruhu güçlendiren bir şeyler var... Tabii onlarda da akıl var. Amma aklın vazifesi İslamiyet’i anlamaktır. Onların çektiği çilenin Allah katında bir değeri yoktur... Bu sebepten biz, “Niyet ettim Allah rızası için oruç tutmaya. Niyet ettim Allah rızası için namaz kılmaya.” diye niyetimizi belirtiriz. Niyetsiz ibadet olmaz.
Mesela Mehmet Zahid Kotku Hazretleri bir sohbetinde anlatmıştı; Allah dostu bir zat buyurmuş ki: “Benim için bir gecede yiyeceğim ekmekten bir lokma eksik yemek, sabaha kadar ibadet etmekten hayırlıdır. Çünkü lokma azaldıkça gönle nur dolar.”
Mideyle kalp ters orantılıdır. Meyvenin özü geliştikçe, kabuk incelir. Beden beslendikçe maneviyat geriler. Karanlık dünyama güneş gibi doğan Bediüzzaman Hazretleri buyurmuştu ki: “Öyle bir hayat yaşayın ki, hapishanede evi aramayasınız.” Bu dersi aldıktan sonra çok zamanlar kuru ekmeği ıslatıp yedim, acîp bir lezzet aldım. Bazen de zeytin çekirdeklerini yiyip açlığımı gidermeye çalıştım. Olur ki, yolum hapishaneye düşer, açlıktan ölmektense çekirdekle, ekmekle iktifa etmek daha iyidir.
Gerçekten de gün geldi, dini çalışmalarımdan ötürü beni hapse attıklarında, peynir ekmek yemek zoruma gitmedi. Zaten hep yediğim şey… Mesela bir akrabam belki elli senedir, senenin her günü yalnız öğle yemeği yer. Adam her gün oruçlu gibi. Hal böyle olunca da Ramazan’daki oruç onu zorlamıyor. Bana göre şimdilerde yaygın olan depresyonun bir dermanı da riyazettir. Nefsin isteklerine tabi olmamak, dünya zevklerinden uzaklaşmak…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder