Ayşe Özkalay - Sahi sizin de putlarınız var mıydı?
Şeyh Ebu’l Abbas Kasap, hırkasını dikmekle meşgul bir derviş gördü. Derviş, hırkanın düzgün olmayan taraflarını söküyor, dikişlerini çözüp tekrar dikiyordu. Bunun üzerine Şeyh, dervişe şu sözü söyledi: O senin putundur!
İrkildim. Put, yani ilah; kendisinden bir şey umulan, meşgul eden, kalbin takılıp kaldığı, aklın ondan kendisini alamadığı şey… Demek ki, kul derviş de olsa her an Allah’tan gayrısına meyletme tehlikesiyle karşı karşıya. Bilhassa şu mübarek günlerde dilimizden ‘Lâ ilahe illallâh’ı düşürmemeye çabalarken dille kalp aynı şeyi söylüyor muydu ve benim ‘putum’ neydi acaba?
Her namazda tekbir için ellerimizi kaldırırken hal dilimizle de “Dünyayı ve içindekileri elimin tersiyle arkaya itip ‘yalnızca Sana kulluk edip yine yalnızca Senden yardım dilediğimi’ söylemeye geliyorum Allahım!” deriz ama, zihinler hayatın getirdiği yüklerle o kadar doludur ki, bırakın her tekbirde Kabe’yi görmeyi, belki çoğumuz namaz esnasında dünyalık bir şeyin zihinden geçmemesi için adeta kendimizle mücadele ederiz. En özel anımızda bile zihnimizi meşgul eden şeyler aslında iç kimliğimizi ele verir ve onlar putlarımızdır maalesef.
Tersten okuyacak olursak, bir kere dahi izlememiş olsam da şehit haberlerinin yağdığı günde bile gündem olmayı başaran Survivor bir ‘puttur’ mesela. Ya da reyting rekorları kıran, hipnoz olmuşçasına izlenilen evlilik ve moda programları… Hâsılı televizyon da bu anlamda bir ‘put’ değil mi?
Kalbimizi ve aklımızı kendisine bağlayan şey ise put; yüz yüze bakıp dertleri dermana çevirmek varken başların gömüldüğü ve sürekli ‘ben’imizi selfileyen ve akıllı denilen telefonları da bu listeye ekleyebiliriz.
Aklı sürekli “Ne yesem?” sorusuyla meşgul etmek ya da çok yemek de bir ‘put’ mesela. Ev düzeni, dekorasyonu, evi aşırı temiz, titiz tutma gayreti.. Kıyafet seçimlerimiz ve belki sürekli modayı takip eder halimiz…
Kalpte böyle bir sürü ‘put’ varken, yalnız dille şahadet getirmek fayda vermiyor işte. Onları kalpten çıkarmadıkça, “Allah’tan başka ilah yoktur!” demekte ne kadar fayda vardır bilinmez. Neye, kime itimat ediyorsa insan, ona ilah odur.
Özetle, bir kimse herhangi bir şeyi, uğrunda fedakârlık edilecek, kendisi için veli, yardımcı, kötülükleri uzaklaştıran, ihtiyaçlarını gideren, zarar ve fayda vermeye gücü yeten ve hatta emirlerine mutlak itaat edilecek bir varlık olarak görüyorsa işte bu, o kişinin putudur.
Efendimiz (sav), miraçta Burak’tan indirilir ve bir müddet sonra O’na yol arkadaşlığı yapan Hz. Cebrail’den de ayrılıp Refref denen o aşk asansörüne bindirilir, Rabb’inin huzuruna çıkarılır ve Enîs (dost) kürsüsüne oturtulur. Perdesiz, birebir Rabbisiyle görüşür. Tahiyyat bize ötelerden gelen ve her oturuşta aynı heyecanı yaşatacak bir hatıradır. Biz de her namazın son oturuşunda Rabbimizin karşısında Enîs kürsüsünde oturup O’nunla sohbet ederken, O’na bakacak yüzümüzün olması için, haydi tekrar iman tazeleyelim.
“Yalnızca Sana dua ederim, yalnızca Senden yardım isterim. Sana sığınır, Sana güvenirim. Sadece Senin her sözün mutlak doğrudur. Kayıtsız şartsız, mutlak itaate layık olan tek Sensin. Senin korkun önüne hiçbir şeyin korkusunu geçirmem. En çok Seni severim, en çok Senin sevdiğini bilirim, Senden gayrısına eyvallah etmem.”
Kalbimizdeki putları bir bir kıralım sevgili okur! Putları kırdığımızda ne mi olacak? “Rabbinin makamından korkan ve nefsini kötü arzulardan alıkoyanın (ve nehe’n-nefse ani’l-hevâ) varacağı yer cennettir.” (Nâziât 79/40,41)
https://www.yenihayatgazetesi.com/sahi-sizin-de-putlariniz-var-miydi-ayse-ozkalay-27917
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder