M. Nedim Hazar - Şampiyondan çok fazlası
Televizyonların evlere girmesiyle komşuluk kültüründe farklı bir alışkanlığa geçiş yapmıştı Türkiye. Özellikle Salı akşamları yayınlanan Türk filmleri esnasında evlerinde TV cihazı bulunan ailelerin misafirleri hayli kalabalık oluyor, sinemanın yerini alan beyazcam mahalle kültürünü farklı bir düzleme taşısa da özünden bir şey yitirmiyordu. Akşam belli bir saatte açılıp, gece yarısı sona eriyordu TRT yayınları.
Çırak olarak çalıştığım berber dükkânında bir gazete haberi okumuştum: Muhammed Ali’nin her yumruğu 500 kilo çekiyor. Bir de kocaman fotoğraf süslemişti haberi ama çocuk aklım almıyordu bu sıklet hesabını. Tamam ‘ağır sıklet’ şampiyonuydu ama 500’er kilodan iki yumruk, toplamda bir ton sadece yumruklarıydı, geri kalanları da toplasak bir dev adam olması gerekiyordu şampiyonun. “Everlast”ı bir marka olarak biliyorsak bu Muhammed Ali Clay sayesindedir emin olun!
Semt pazarında ucuz dokuma kumaşının üzerine ‘Tarkan ve Kurt’ resimlerinin yanı sıra Muhammed Ali’nin gardını almış görsellerinin olduğu tişörtler de satılmaya başlamıştı. Üzerinde de meşhur afilli mottosu: Kelebek gibi uçar, arı gibi sokarım!
Yıllar sonra izlediğim bir maçındaki hareketlerine şahit olunca idrak edecektim bu deyimin anlamını. 6 Ağustos 1966 tarihinde Londra’da Brian londohn isimli boksörle yaptığı maçı izleyin imkânınız olursa. Bir insan nasıl bu kadar seri yumruk atabiliyor siz de hayrete düşeceksinizdir eminim.
Malcolm X’teki o meşhur sahne geliyor sonra aklıma. Trende garsonluk yapan zencilerin bir yandan radyodan onun maçını dinleyip mutlu oluşları. Geçtiğimiz hafta vizyona giren Race-Rüzgarın Oğlu filminde bir sahne var. Berlin Olimpiyatları’nda 4 altın alarak ülkesini gururlandıran Jesse Owens milyonlarca kişi tarafından karşılanır ama kendi devleti, sırf derisinin renginden dolayı yıllarca kabul etmez bu başarıyı. Resmen tanımaz. Ve Owens’ın şerefine bir akşam yemeği verilir, ülkenin en lüks otelinde. Owens eşiyle beraber yemeğe katılmak için otele gittiğinde görevli, ‘Özür dilerim, siz arka kapıdan girmek durumundasınız’ der. Zenciler ön kapıdan giremez o zamanlar. Olimpiyat şampiyonu kendi adına verilen yemeğe otelin arka kapısından girmek zorunda kalır.
1960 yılında, sadece 18 yaşındayken Roma Olimpiyatları’nda altın madalya almıştı Ali. Bundan iki gün sonra yemek için girdiği bir lokantada zencilere yemek verilmediğini öğrenmiş ve aldığı madalyayı Ohio nehrine atmıştı. Bir sivil itaatsizdi merhum şampiyon. Vietnam savaşına katılmayı reddettiği için yıllarca boykot uygulandı, horlandı, aç bırakıldı. Hayatı boyunca İslam’ın muazzez yönünü ön plana çıkarmak için uğraştı. Şöhretini başka şeylere değil, inancının yeryüzüne olumlu etkisine araç olarak kullandı.
Ömrünün büyük kısmında çok ağır bir hastalıkla mücadele etti. Evinden bile zor çıkıyorken 11 Eylül saldırısı gerçekleşince duramadı. Başında itfaiye şapkası ile enkaz yerine giderek mağdurlara destek oldu, terörü lanetledi. Enkaz başında şunları söyledi: “Beni asıl inciten, İslâm ve Müslüman adının bulaştırılması ve sorun çıkarılıp nefret ve şiddete yol açılması. İslâm, katil dini değildir. İslâm, barış demektir. Evde öylece oturup insanların sorunun kaynağı olarak Müslümanları yaftalamalarına seyirci kalamazdım.”
Bizim jenerasyon sabah namazı saatinde kalkıp, TRT’nin özel olarak yayın yaptığı maçları izleyen şanslı bir kuşak. Dünyanın pek çok yerinde bir sporcudan çok daha fazla anlam ifade ediyordu Muhammed Ali…
Mekanı cennet olsun…
Mekanı cennet olsun…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder