Ahmed Şahin
a.sahin@zaman.com.tr
AİLE-SAĞLIK
Korkulması gereken en büyük hak, kul hakkıdır!
Soru: Camide namazı kıldıktan sonra avluya çıkıyor, bekleyen cenazenin namazına iştirak ediyoruz. Ancak biz cenaze namazını kıldıktan sonra ötelerde bekleyen bir kısım insanlar, omuza alınıp götürülen cenazeyi alkışlıyor, bir bakıma cenazeyi alkışla gönderiyorlar. Sanki cenazenin gidişine seviniyor da alkış tutuyorlar gibi geliyor bize. Biz de bu gibi tavırlardan sıkılıyoruz adeta. Bu konularda bilgi verebilir misiniz? Ölülerimize karşı son görevlerimizi yerine getirirken nelere dikkat etmeli, nasıl bir saygı ve hürmet içinde cenazelerimizi takip etmeli, onlara ait görevlerimizi nasıl eksiksiz yerine getirmiş olmalıyız?
Cevap: Ölen insan her türlü hayra muhtaç hale gelmiş demektir. Arkasından gönderilecek en küçük sevaba bile ihtiyacı vardır artık. Bundan dolayı en başta cenaze namazına iştirak etmek, hem komşuluk hakkını yerine getirmek olur, hem de son yolculuğunda gereken vefa ve saygımızı göstermiş sayılırız.
Ancak cenazeye arkasından alkış tutmak, sloganlarla taşkınlıklar yaparak göndermek sevap getiren amellerden sayılmaz. Çünkü İslam’da cenaze alkışlamak diye sevap getiren bir amel yoktur.
Cenazeyi arkasından takip edenler, tekbir dahi almadan, derin bir tefekkürle takip etmeleri gerekir, diye uyarılar var kitaplarımızda.
Çünkü cenazeyi görenlerin tam bir tefekküre dalmaları gerekiyor. Önünde giden cenaze dahi düşündüremiyorsa bu insanı, hangi ibretli olay düşündürecektir bu gafil adamı?
Ayrıca cenazeyi definden sonra geçen üç gün, taziye günüdür. Cenaze sahibi ister bir mescidde, isterse evinin münasip olan bir yerinde taziyeleri kabul edip eş dostla üzüntüsünü paylaşır, merhuma dualar eder, sevaplar gönderirler.
Ancak üç gün geçtiği halde tekrar tekrar taziyede bulunmak, ailenin ölüm acısını tazelemek gibi bir rahatsızlığa da sebep olur. Bu sebeple taziye için üç gün müddet konmuştur. Sadece uzakta olanların mazeretleri sebebiyle üç günden sonra da taziyede bulunabilecekleri ifade edilmiştir.
Bu taziye günlerinde merhum için yapılacak en önemli hizmet ve himmet, borçlarının bulunup bulunmadığını araştırıp tespit etmek olmalıdır. Üzerinde kul hakkı varsa geç kalmadan ödeyerek büyük vebalden kurtarmak gerekmektedir.
Çünkü kul hakkı başka haklara benzememektedir. Ölen insan şehid de olsa kul hakkını ödemedikten sonra şehitlik makamına erişememektedir!
Bu sebeple mirasçılar, cenazenin kimlere borcu varsa, kimin hakkı üzerinde kalmışsa sorup öğrenerek hak sahipleriyle mutlaka helalleşmeyi sağlamalıdırlar.
Ölmüşlerimizin üzerinde kalan kul hakları, o kadar önemlidir ki, Efendimiz (sas) Hazretleri cenazenin borcu olup olmadığını soruyor, borcu var denirse kendisi namazını kıldırmıyordu.
Bunu öğrenen cemaat ise heyecanlanarak hemen aralarında topladıkları yardımlarıyla merhumun borçlarını orada ödüyor, bundan sonra Efendimiz namazını kıldırıyordu. Böylece cenazeyi, kul hakkı yükünden kurtararak borçsuz şekilde gitmesini sağlıyorlardı o günkü cenaze cemaati.
Bundan dolayı, taziye günleri geçmeden merhumun mirasçılarına düşen en acil hizmet, ölen yakınlarını kul hakkı yükünden kurtarmak olduğu ifade edilmiştir.
Zira kul hakkıyla gidenlerin vardığı yerde rahat etmeleri mümkün değildir. Önce kazandığı tüm sevaplarını verecek hak sahiplerine. Yetişmezse hak sahibinin tüm günahlarını yüklenecek, böylece hadisin ifadesiyle (Allah korusun) tam bir müflis durumuna düşecektir orada.
İşte taziye günlerinde kul hakkının bu öneminin unutulmaması gerekmektedir. Şayet, ölülerini kabir azabından kurtaran vefalı dirilerden olmak istiyorsa bu mirasçı tabii?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder