Hazret-i Eyüb Aleyhisselâm'ın Kıssası
Geçmiş zamanların birinde bağlarıyla ünlü Suriye topraklarında Eyüb adında zengin ve iyi ahlaklı biri yaşardı. ‘Para insanı saptırır’ derler ya, onunkisi öyle değildi; malı gün geçtikçe çoğalıyor, o da gün geçtikçe daha çok hayırsever biri oluyordu. Malın mülkün Allah vergisi olduğunu, onların bir gün hesabını vereceğini aklından çıkarmaz, dilinden şükrünü, ma...lından sadakasını eksik etmezdi.
Bir insan hem varlıklı hem ahlaklı olunca, onu çekemeyenler de elbette olacak… Bazıları şöyle diyordu:
Bir insan hem varlıklı hem ahlaklı olunca, onu çekemeyenler de elbette olacak… Bazıları şöyle diyordu:
“–İnsan bu kadar varlıklı olduktan sonra elbette herkese dağıtır… Malı nasıl olsa çok..! Dağıt, dağıt bitmez ki...! Bu kadar refah içinde olan biri tabi ki iyi ahlaklı olur; ona sataşan yok, çatışan yok… Herkes ona nasıl olsa saygılı davranıyor…”
Oysa Allah, kulu Eyüb’ün samimiyetini ve Hakk’a bağlılığını biliyordu. Bunu diğer insanlara da göstermek istedi. Hem böylece Eyüb gelmiş geçmiş herkese sabrın simgesi olacaktı.
Hz. Eyüb’ün tıkır tıkır giden işleri ilk kez hayvanlarının peş peşe hastalanmaya başlamasıyla bozuldu. Kısa süre içinde koca sürüden bir tek sıska inek, bir tek kara keçi kalmadı; hepsi telef oldu. İnsanlar Eyüb’ün bu duruma ne diyeceğini merak ediyor; ağzını yoklayarak:
“–Nedir bu başına gelenler…!” diyor ah vah ediyorlardı. Eyüb peygamber yüksek ahlakından ödün vermeksizin:
“-Allah verdi; Allah aldı; her şey O’nun değil mi?” diyordu.
Eyüb Peygamber hayvanlarını kaybetti ama sabrını ve metanetini kaybetmedi.
Belalar geldiğinde aile ve akrabalarıyla gelirmiş...! Eyüb Peygamber bir gün dışarıda işleriyle meşgul iken acı bir haber aldı. Ani bir sarsıntıyla evleri yıkılmış, tüm çocukları göçük altında kalmıştı.
Yıkıntıdan sağ kurtulan yalnızca karısıydı. Hz. Eyüb’ün gözleri evlat acısından kanlı yaşlarla doldu; ama ‘sabır’ dedi.
Eyüb Peygamber çocuklarını kaybetti ama sabrını ve metanetini kaybetmedi.
Belalar henüz bitmemişti. Hz. Eyüb’ün vücudunda yaralar çıkmaya başladı. Küçük küçük çıbanlar, gün geçtikçe büyüdü; bütün vücuduna yayıldı. Eyüb Peygamber hekimlere gitti, ilaçlar kullandı ama nafile…
Yaralar iyileşeceğine azıyordu. Eyüb Peygamber’in hastalığı arttı. Artık çalışamadığı için elde avuçta ne varsa hepsini tüketti. Karısı ona bakıyor, evi geçindirmeye çalışıyordu.
Eyüb Peygamber’in yaraları çok fenalaştı. Hastalığının bulaşıcı olması ihtimaline karşı kimse onun yanına yaklaşmak istemiyordu. Eyüb Peygamber yapayalnız kalmıştı. Acı ve ıstıraplar içindeydi…
Allah’a dua etmeye ve O’ndan sabır istemeye devam etti. Ama artık bırakın vücudunu hareket ettirmeyi, dudaklarını kıpırdatacak takati kalmamıştı.
Bir insanın başına gelebilecek her türlü felaket ve müsibet, onun başına gelmişti ve o, tıpkı sağlıklı ve varlıklı günlerinde olduğu gibi Allah’tan uzaklaşmamış, O’na olan bağlılığını ve güvenini kaybetmemişti.
Hz. Eyüb imtihanını başarıyla geçmiş ve insanlara örnek bir kul olmuştu.
Eyüb Peygamber sağlığını kaybetti ama sabrını ve metanetini kaybetmedi.
Hastalığının şiddetlendiği bir anda:
“Ey Rabbim!” diye dua etti. Halim sana malumdur. Adını anamayacak kadar hastayım! Ey Şifa Veren! Şifana muhtacım…”
Yüce Allah, kulundan hoşnuttu. Eyüb Peygamberin makamını, katında daha da yüceltti. Ona:
“–Ayağını yere vur” diye vahyetti. Eyüb Peygamber güçlükle ayağını kaldırıp indirdi. Ayağını
indirdiği yerden berrak bir su kaynamaya başladı. Eyüb Peygamber o suyla yaralarını temizledi.
Yaraları kısa sürede kuruyup kayboldu; sudan doyasıya içti, içindeki dertler şifa buldu. Eyüb Aleyhisselâm, hastalanmadan önceki sağlığına tez zamanda kavuştu. Sağlığını kazanan Hz. Eyüb, servetini de yeniden kazandı.
Böylece o, refah ve sağlık içindeyken Allah’ı unutmadığı gibi, yoksul ve hastalıktayken de O’na küsmedi, isyan etmedi.
Böylece Eyüb Aleyhisselâm, Allah’ın sadık ve sabırlı bir kulu olarak tarihe geçti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder