16 Mayıs 2014 Cuma

NİHAT HATİPOĞLU - Hepimiz aynı Allah'a mı inanıyoruz?

NİHAT HATİPOĞLU - Hepimiz aynı Allah'a mı inanıyoruz?

NİHAT HATİPOĞLU
 

Hepimiz aynı Allah'a mı inanıyoruz?  

 
 
Hz. İsa'yı Allah'ın oğlu zanneden felsefe ile Nirvana'ya ulaşmayı hayatın gayesi sayan düşüncenin vardığı ortak nokta panteist bir imandır. Bu iman; insanı nefsin derecelerini (ki nefsin dereceleri öğretiden öğretiye değişiyor) geçerek yarı ilah bir vasfa büründüren bir sürece mahkûm eder. Hint fakirlerini çileye zorlayan bu bakış tarzıdır. Sadece ferdi tekamül, Allah'la bütünleşme. Belki müthiş bir ego tatmini. Benmerkezcilik. Kâinatı kendi çerçevene mahkûm etme.
 
 
İslam bu noktada bu anlayıştan net bir şekilde ayrışır. İslam nefsin derecelerini aşmayı, kemal imanı yarı ilahlaşma yani sözde isevileşmek için değil, kulluğa layık olmak için arar. Allah'ın rızası için. Ferdi tekamülü değil, insanlığın tekamülünü ön plana çıkarır. Onun içindir ki; bin yıl halvette olan bir riyazatı adil bir hâkimin bir saatlik mesaisine veya bir alimin kaleminden dökülen birkaç satıra denk sayar. Dağda halvet ile kemal yerine, halk içinde zevale düşmemiş bir imanı yeğler. İslam'ı, Budizmden, Şintuizmden, Musevilikten, Manastır Hıristiyanlığından, Brahmanizmden ayıran en önemli noktalardan biridir bu.
 
 
Şahsi tekamülle uğraşmak yerine, orada fani olmak yerine, umumun imanına vesile ile bu manevi mertebeye varmak beraberce aşılabiliyorsa "ni-imma hiye" ne güzeldir o, denilebilir.
 
Hz. Peygamber (s.a.v.) kendisine Medine'de inzivai bir hayat için ev kiralayan, hayattan ve hanımından el çekmiş, sokağa çıkmamaya karar vermiş, her gün oruç, her gece sabaha kadar namaza niyetlenmiş olan Osman bin Mazun adlı sahabesini hayata ve hayatın mücadelesine çeker. Şöyle buyurur: Osman! Ben ruhbanlık için gönderilmedim. Apaçık, ölçülü ve müsamahalı bir dinle geldim.
 
 
Oradan çık ve hayata katıl. Ben sizin için güzel bir örnek değil miyim? Ailemle de olurum, ibadet de yaparım. Uyurum da, yemek de yerim, oruç da tutarım...
 
Tabii ki bu satırlardan 'tasavvufi' derinliğin veya yolculuğun İslam'ı öğretiye zıt olduğu gibi 'Sakim ve Sakil' -( Hasta ve Ağır) bir sonuç çıkarılmamalıdır. Çünkü tasavvuf yolculuğunun sonunda Allah'ta yok olma, Allah'a kullukta yok olma noktası hedeflenir.
 
Hz. Ebu Bekir'in (r.a.); Sübhaneke! Ma arafnake; diye başlayan "Sen bütün eksikliklerden uzaksın Rabbim! Seni hakkıyla bilemedik ve sana hakkıyla ibadet edemedik" sözü de uzlet ve halvette fani olmanın bir tezahürüdür.
 
Yüce Allah'ı bizden ayıran hicab perdesi aralansa -yani Yüce Rabbi görsem- dahi imanımdan bir zerre çoğalma ve azalma olmaz, diyen büyük müminin teslimiyeti ile insanı tanrılaştırmaya çalışan hasta anlayış arasında aşılmaz bir fark vardır.
 
İslam'ı diğer din ve felsefelerden ayıran bir önemli nokta da Allah'a bakış yöntemidir. Haklı olarak şu soru soruluyor: Hıristiyan'ın, Müslüman'ın, Yahudi'nin Allah'ı bir değil mi? Neden bu fark öyleyse. Cevaben elbette birdir deriz. Varlıkta ve var olmakta elbet birdir. Ama önemli olan Yüce Allah kendini nasıl tanımlıyor ve biz O'nu nasıl tanıyoruz. Bizim O'na bir tanım biçme hakkımız var mı? O'nu istemediğimiz gibi görme hakkımız ve bir ötesi yetkimiz var mı? Yoksa O, kendini nasıl tanımlıyorsa O, O mudur? Bu noktalarda; Allah'ı belli bir ırkın Rabbi gibi gören veya Allah'ı seçkin insanlardan birinin babası gibi gören ve 'taraf tutan', 'güçlüden yana olan', 'bir ırkı üstün gören' Rabb anlayışı ile 99 ismiyle bize görünebilir bir kudreti hayal ettiren doğmamış ve doğurulmamış bir ilah anlayışı arasında ciddi fark vardır. Onun içindir ki sizin Allah'a nasıl baktığınızdan önce, O'nun kendini nasıl anlattığı önemlidir. Bu tıpkı; Hz. İsa'yı kabul edip Hz. Musa'dan nefret eden; veya Hz. Musa'yı kabul ederken Hz. İsa'yı lekeleyen hasta anlayışa karşı bütün peygamberleri, tümden ön koşulsuz kabul eden Hz. Muhammed'in (s.a.v.) bakışı gibidir.
 
 
Bu nedenledir ki Yüce Allah'ı O'nun kendini tarif ettiği gibi görebilselerdi Hz. Muhammed'i (s.a.v.) tartışmazlardı. Yüce Allah'a yol haritası çizmek gaflet ve gayretinden uzak dururlardı. Ve sen kendini övdüğün gibisin Ya Rabbi deyip teslimiyetlerini dillendirirlerdi.
 
Rab aynı Rab. Bir ateistin bile boşluğa düştüğünde yalvardığı Allah aynı Allah. Rabbimiz değişmiyor. Ama Rabbi tanımlama değişiyor. Bakış tarzı değişiyor. O'nun isteğine teslim olup olmama değişiyor. Değişen algı. Değişen Rabbımız değil. O Yüce Allah kendini anlattığı gibidir. Bunu da ancak kutsal kitap belirler. Değişime uğramış olan eski metinlerin bahsettiği ilah kavramından bahsetmiyorum elbette.
 
 
NOT: Yukarıdaki bölümü bu konuda gelen yoğun sorular üzerine yazma ihtiyacı hissettim.
 
Soma'da hayatını kaybedenlere
 
Hz. Peygamber (s.a.v.) "göçük altında kalıp hayatını kaybeden şehittir" buyurmuştur. Bu bir tesellidir. Bir rahatlamadır.
Bu söz tedbir almayın demek değildir. Bu konularda ihmali olanı görmezden gelin demek de değil. Elbette tedbir alınıp ona göre her şey sorgulanmalıdır. Bu zaten yapılacaktır. Benzeri acıları yaşamayalım.
 
Yüreğimiz yanıyor. O kardeşlerimize üzülüyoruz. Dua ediyoruz. Mekânları cennet olsun diyoruz. Hepsi ailelerine helal rızık getirmek için oradaydılar. Rabbim ahiretlerini güzel eylesin. Rabbımdan dileğim ailelerine sabrı cemil vermesidir. Millet olarak duamızı gönderelim.

 
BESMELENİN FAZİLETLERİ
 
Euzu besmele nedir? Yani; "Euzu billahi mineşşeytani'r- Racim Bismillahir- Rahmani'r-Rahim" nedir. Yani anlamı ne? Euzu besmelenin anlamı şudur:
 
"Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah'a sığınırım. Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla."
 
Biz bu ilk cümleye euzu besmele diyoruz. Euzu besmele her hayrın başıdır. Binaya çıkarken kapıyı çalmak ile Kuran'a ve hayırlı bir işe başlarken euzu besmele okumak aynıdır. Besmele Kuran-ı Kerim'i anlamanın kapısıdır. Belki Kuran-ı Kerim sarayına girmenin anahtarıdır.
 
Onun içindir ki bazı alimler dünyadaki bütün zehirlere panzehir besmeledir derler. Allah'ın adıyla bir işe başladığımızda; oluşacak bütün şer etkileri, enerjiyi, kötülükleri etkisiz kılarsınız.
 
Denilir ki Firavun ilahlık taslamadan önce sarayının kapısına 'Bismillah' sözünü yazdırıp astırdı. Hz. Musa Firavun'a gidip ona tevhidi tebliğ etti. Ancak Firavun'un inadıyla karşılaştı. İyilik göremedi. Durumu Yüce Allah'a arz eden Hz. Musa şöyle dedi: Allah'ım! Firavun'u helak et.
 
Yüce Rabbimiz ise şöyle cevap verdi: Musa sen hemen helak et diyorsun. Elbette helakı ertelememin sebebi kapısına yazdırdığı besmeledir. Onun hürmetine erteliyorum.
 
Hz. Nuh'un gemisi "Bismillahi mecra-ha - Allah'ın adıyla yüzdürürüm" talimatıyla yüzmeye başladı.
***
 
Besmele ile ilgili şu hususları da not edelim.
Euzu besmele okunduğunda şeytan uzak durur.
Euzu billah (Allah'a sığınırım) denilince kalbe vesvese veren şeytan uzak olur.
Kuran-ı Kerim'deki her surenin başına besmele yazılması farzdır. Sadece Tevbe suresine besmele ile başlanmamış ve besmele yazılmamıştır. O da surenin Mekkeli müşriklere sert bir ikaz, ültimatomuyla başlamasından ötürüdür.
Denilir ki abdest alındığında besmele çekilirse bütün organlar manevi haz alırlar. Temizlenirler. Besmele çekilmezse sadece yıkanan organlar manen durulanır. Abdest geçerli olsa da manevi etkisi az olur.
Hz. Enes (r.a.) der ki: Elbiseni çıkarmadan evvel besmele çekersen bütün mahrem yerlerini şeytanlardan korumuş olursun.
Regl veya lohusa kadının besmele çekip çekemeyeceği sorulduğunda kadın sufilerden Ferganiyye şöyle der: Besmele dostun adını anmaktır. Dostun adını anmaktan kimse men edilemez.
Besmele çeken kendini Allah'ın emanetine terk eder.
Rabbim yüreğimizi besmele ile doldursun...
 
 
Kısacası Besmele her adımda hayırla başlamaktır. Besmelesiz her işin sonu yarımdır. Bu nedenle de her korkumuzu Euzu billah ile aşalım. Her hayırlı işe de besmele ile başlayalım.
 
 
 
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder