1 Ağustos 2014 Cuma

NİHAT HATİPOĞLU - Bütün Müslümanlar tek cemaattir

NİHAT HATİPOĞLU - Bütün Müslümanlar tek cemaattir

NİHAT HATİPOĞLU
 

Bütün Müslümanlar tek cemaattir 

 
Kuran-ı Kerim fitne tehlikesinin cinayetten daha çetin ve zararlı olduğunu belirtiyor. "Fitne adam öldürmekten beterdir (Bakara, 191)" buyuruyor.
 
Fitne dönemindeyiz. Ortalık darmadağınık. İslam beldelerinde masumların kanı akıyor. Müslüman halkların hangi dilden, ırktan, mezhep veya meşrepten olursa olsun büyük ıstıraplar çektiğini biliyoruz. Müslüman beldelerinde kaos, terör ve iç çatışmalar var. Olmayan yerlerde de bunun provaları yapılıyor.
İnsanların bir kısmı menfaatine tapınıyor. Kendi menfaati için yapmayacağı şey, yıkmayacağı duvar yok. Sanki sarhoş olmuş gibiler. Başları kesilmiş tavuk gibi sağa sola sıçrıyorlar. Ortalık, manen boğazlanmış insanlarla dolu. Elimiz görülmeyen kana bulaşmış. Her birimiz, güruh, cemaat, mezhep, meşrep, tarikat, gazete, takım, marka, televizyon, velhasıl inandığımız ve savunduğumuz ne varsa onun uğruna karşımızdakini alt etmek için yapmayacak şey bırakmamış gibiyiz. Tezgâh kuruyoruz. Oyunlar yapıyoruz.
 
Can yakıyoruz. Bel altı vuruyoruz. En mahrem alanlara giriyoruz. Dilimizin ölçüsü yok. Kalemimizin mizanı yok. Sözümüzün süzgeci yok. Sanki Allah hiç hesap sormayacakmış gibi -haşa- davranıyoruz. Sanki bir yazıcı melek yazmıyor gibi çalım atıyoruz. Önce lekeliyor, tekmeliyor, harcıyor, tezgâha düşürüyor, sandalyesini çekiyor, iffetini kirletiyor ve sonra karşısına geçip de "vah vah kim yapıyor bunları" diye yakınıyoruz. Kandırıyoruz. Ama aslında kendimizi aldatıyoruz. Aslında yakalanıyoruz. Faka bastırırken faka basıyoruz. Allah (cc) tarafından işaretleniyoruz.
 
Allah biliyor. Allah yazıyor. Damgalıyor. Kayda geçiriyor. Dosyalıyor. Depoluyor. Zamanı gelince bütün yaptıklarımız karşımıza çıkacak.
 
Kefeninizle daracık mezara konduğunuzda güvendiklerinizin hiçbiri ama hiçbiri sıfatı ve adı ne olursa olsun sizi kurtaramayacak. Kimse size bir kuruş bedel ödemeyecek. Üstünüzü örtüp gidecekler. Yapayalnız, tek başınıza oradasınız. Ne bir yardımcı ne de bir kurtarıcı var. Sadece imanın, amelin ve onları değerlendirecek Rabbin var. O kadar...
 
Üzmüşsen üzüleceksin. Kaşımışsan kaşınacaksın. Nefret-ü kin ekmişsen onu göreceksin. Küfretmişsen bedelini ödeyeceksin. Lekelemişsen lekeleneceksin. Zulmetmişsen cezanı çekeceksin.
O zaman gelin, sıkıntılarımızı, dağınıklığımızı, ayrı gayrı oluşumuzu, düşmanlıklarımızı bedenlerimizden önce toprağa gömelim. Kardeşliğimizi hatırlayalım. Bir olalım. Fitneye su serpelim. Birbirimizin açığını depolayacağımıza dualarımızı depolayalım. Bir ümmet olarak tek cemaat olduğumuzu unutmayalım. Bütün Müslümanlar tek cemaattir. Bu cemaatin yaratıcısı ve emredicisi Cenab-ı Allah'tır. Bu cemaatin lideri ise Hz. Muhammed'dir (sav). Bu cemaatin ilkeleri Kuran-ı Kerim'dir. Bu cemaatin mihrabı Mekke'dir. Bu cemaatin mensupları her Kelime-i Şehadet getirendir. Hz. Peygamber'in "cemaatten ayrılma" buyururken bahsettiği cemaat işte bu cemaattir. Yani müminlerin tümüdür.
 
Bütün bunlar yetmiyor mu? Şu vahdet, şu birlik varken neyin peşindeyiz? Bana der misiniz bütün bunların yerine koyacağınız bir bedel, alternatif, ortak, şerik var mı? Olduğuna inanan varsa -haşa- Rabbiyle problemi var demek ki...
 
Unutmayalım ki, Bedir'deki zafer birlik, inanç ve takvayla kazanılmıştı. Samimiyetle zirveye oturmuştu. Ve yine unutulmamalı ki Huneyn'deki bozgun çokluk duygusuyla böbürlenmekten sonra gelmişti.
 
Siz, ey kardeşim, ey muhatabım; küçüksünüz, hiçbir şeysiniz. Bir hiçsiniz. Dün bir su parçasıydınız. Annenizden ayrıldınız. Bugün bir et ve kemiksiniz. Yarın bir hiçsiniz. Topraksınız. Toprak olacaksınız. Ve unutmayın ki Rabbim diledi mi sizi ve bizi öyle bir darmadağın eder ki ne isminiz kalır ne de cisminiz. İbret alamazsak, ibretlik oluruz.
 
Neyi paylaşamıyoruz? Nedir bu bitmez hırs, açgözlülük? Mezara ve ahirete yığınla kul hakkı ve bedduayla gitmekten korkmuyor musunuz?
 
Bu batmanlarca günahı neyle silkeleyeceksiniz?
 
Dediğim gibi sözün ilk muhatabı benim. Kendim sonra da her mümin. Gizli kodlar, gizli muhataplar aramayın. Bu sözler -haddimi aşmadığımı ümit ederek- fitneye, kötülüğe, savrulmaya karşı Kuran ve Hz. Resul nefesinde birleşmeye bir çağrı sözüdür. O kadar.

HASAN-I BASRİ VE GIYBET EDEN ADAM
 
Büyük İslam alimi olan Hasan-ı Basri özel bir yere sahip mümtaz bir şahsiyettir. Büyük alimlerin düşmanı daha da çok olur. Hazımsız olan insanlar, dedikoducular onları çekiştirirler. Böylece hem dünyalarını hem de ahiretlerini kirletirler.
 
İşte böyle bir bahtsız adam Hasan-ı Basri'yi çekiştirip duruyormuş. Hasan-ı Basri ise bu utanmaz dedikoducuya hediye gönderirmiş.

Bir gün adam sorar: Ben sürekli sizin aleyhinize konuşuyor, insanları sizden uzaklaştırmaya çabalıyorum, Siz ise bana hediye gönderiyorsunuz.
 
Sebebi nedir?
 
Hasan-ı Basri şöyle cevap verir: Aleyhimde konuştukça günahımı alıyor, sevabımı ise çoğaltıyorsun.
Ahirette benim günahımı yüklenip öyle mahşere geleceksin. Sana acıdım. Bari bunca yükün ve hamallığın karşılığını bu dünyada vereyim dedim. Onun için sana hediye gönderiyorum. Sen konuştukça ben de hafifliyorum.
Not: Ramazan boyunca Sultanahmet'ten sunduğumuz iftar ve sahur programlarını izlediniz. Programlarımız Türkiye'de en çok izlenen programlar oldu. Bu başarı benim ve ekibimin değil, siz yüreği güzel insanların desteğiyle gerçekleşmiştir. Dini bir programı bir ay boyunca bütün programların üstüne taşımanız, verdiğiniz desteğin büyüklüğünü gösterir. Sizlere sonsuz teşekkürler.
Bir ay sonra inşallah ATV'de "Dosta Doğru", "Soru -Cevap", "Kuran ve Sünnet" programlarımız başlayacaktır.

HASTALIKLAR GÜNAHLARA KEFARETTİR
 
Hz. Peygamber (sav) elinde tuttuğu kuru bir yaprakla cemaatin huzuruna gelir. Cemaatin huzurunda bu ağaç dalını silkeler. Kuru yapraklar birbiri ardınca dökülür.
 
Peygamberimiz şöyle buyurur: İşte müminin günahı buna benzer. Hastalanan müminin günahı bu kuru yapraklar misali dökülür. Yeter ki hastalığına sabretsin, isyan etmesin.

Sahabeden İmran bin Husayn (ra), 30 yıla yakın süre hastalık çeker. Dostu bu kadar ağır ve acı veren bu hastalığa nasıl sabrettiğini sorar. Hz. İmran şöyle cevap verir: Ben hastalığıma hiç isyan etmedim. Bu sabrın karşılığında Allah beni mükâfatlandırdı.

Biliyor musun ben melekleri gözlerimle görüyor ve onlarla sohbet ediyorum. Bu makama ancak sabırla ulaştım. Belki bu hastalık gelmeseydi bu hale ulaşmayacaktım. Kişi elbette ki hastalık istememeli. Hastalıktan Allah'a sığınmalı. Tedavi olmalı. Allah'ım bana bela ver dememeli. Diyemez.
Bunu caiz görmemişler. Ama bir hal gelince de sabretmelidir.
 
 
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder