Hekimoğlu İsmail
AİLE-SAĞLIK
Her insan, bildiğinin âlimidir…
Nasıl ki her evde mutfak var, kiler var, mefruşat var; o evde bir de kütüphane olmalı. Yoksa o ev lokantaya benzer. Şimdiki evlerde en güzel mobilyalar, en pahalı mefruşatlar, halılar, vitrinler...
Amma kütüphane yok!.. İnsanın kütüphanesi varsa, kitaplar sayısı kadar konuşacak dostu var demektir. Mazi geçip gitmemiş, kitaplarda duruyor. İstikbalimiz ise karanlıktır. Mesela her biyografik eser geleceğimize ışık tutar, kitaplar, istikbalimizi de aydınlatır.
Kitap deyince, aklımıza önce Kur’an-ı Kerim gelir. Sayısız ilimler, bu kitaptan türemiştir. Her dinin ya suhufu veya kitabı vardır. İlk insan, ilk peygamberdir; o da kitapla gelmiştir. Dolayısıyla din de kitap da, insanlık tarihi kadar eskidir. Allah okuyan göz vermiş, okunacak Kur’an’ı da göndermiş; “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” buyurmuş. Onun için dinleyen kulak vermiş, anlayan beyin vermiş, konuşacak âlimleri göndermiş. Canlılar içinde ilim ve ahlak gibi üstün kabiliyetler yalnız insana verilmiş. Kur’an’daki ilk ayette “Oku!” diye emredilmiş. Bu sebeple, insanla kitap bütünleşmiş. Karıncaların yuvaları, arıların kovanları vardır amma hiçbirinin kütüphanesi yoktur. Yani insanı hayvandan ayıran, ilim ve ahlaktır. İnsan, okuyarak, düşünerek, dinleyerek, bir de ilim adamlarını takip ederek bilgisini artırır.
Cehalet, bilgisizlik değil, hakla bâtılı karıştırmaktır. Mesela yüksek tahsilli bir şahıs, “Öldükten sonra dirilmeyi anlamıyorum.” dedi. İşte bu şahıs diplomalarına, başarılarına rağmen cahildir. Mukaddes kitaplarda, “İlmi ile amil olmayan, üzerinde kıymetli kitaplar taşıyan eşeğe benzer.” denilmiş. İlmin kaynakları, suhuflar ve kitaplardır. Gayeleri, Lâ ilahe illallah’tır. Bakınız, her şey ölüyor ve diriliyor. Ölmüş gıdaları midemizde dirilten Allah, ölmüş insanları da diriltecektir ki hayatın hesabını sorsun. Demek ki okumalıyız, her insan bildiğinin âlimi, bilmediğinin cahilidir.
Kitaplar, kolektif beyin gibidir. Pek çok insanın bilgisi, görgüsü, tecrübesi kitaptadır. Kütüphaneler de süs değildir. Kitap okuyan, hayatı çabuk öğrenir.
Her zaman konulara kendimizden başlamamız lazım. “Çocuğum neden okumuyor?” diye sordu bir hanım bana. Cevaben dedim ki “Peki ebeveyni okuyor mu?” Dergilere, gazetelere abone oluruz, kütüphane kurarız; o çocuk da bazen dergilerdeki bir konuyu merak eder, okur. Bazen bir resme bakar, gazeteyi, kitabı eline alır.
1950’li yıllarda İslami yayın yasaktı. Kitapçıdan aldığım bir eseri pardösünün altına sokar, eve gelir, onu okurdum. Böylece milletim, dinim, hayatım hakkında bilgi sahibi olurdum. Kararlarım isabetli olurdu.
Şevket Eygi ağabey, Yeni İstiklal gazetesini çıkarırdı. Bunları alıp, apartmanların önüne bırakırdım. Gemide, tramvayda unutmuş gibi bırakır giderdim. İsterdim ki insanların, Büyük Doğu’dan, Serdengeçti’den haberi olsun, okumazsa pencereye döşesin, yere serip üzerinde bir şeyler yesin ama bilsin ki böyle bir gazete de çıkıyor, böyle bir dergi de çıkıyor. Şevket ağabeyden satılmayan dergileri de istedim, dedim ki, “Ağabey, Türkiye’de ne kadar cami varsa hepsine Yeni İstiklal’i göndereceğim.” Necip Fazıl derdi ki, “Biz kuş gibiyiz, elimizdeki matbuatı tohum gibi atarız; yeşermezse, toprak utansın.”
Nasıl ki nehirler göllere, ummanlara dökülürse, neticede bir çıkış ararsa... Bir insan da ilimle dolarsa, ya güzel konuşarak veya yazarak bir çıkış bulacaktır. Okumayan bir kimse, bakımı yapılmayan, sulanmayan bir ağaç gibidir, ne meyve verir, ne gölge verir, sonunda kuruyup gider. Okumayan insan neyi anlatacak! Dedikodu ve gıybetin yaygın hal alması okumamaktandır.
Şairin de dediği gibi; Oku!, şayet sana bir hisli yürek lazımsa; Oku, zira onu yazdım, iki söz yazdımsa.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder