Müslüman Emanete ve Ahitlere Riâyet Eder
وَالَّذِينَ هُمْ لِأَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ
Hiç şüphe yok ki bir müslümanın en belirgin özelliği güvenilir ve dürüst olmasıdır. Çünkü Peygamberimiz ve bütün peygamberler bu özellikleriyle tanınırlar.
Hatta peygamberlerde bulunması gerekli sıfatlardan birisi dürüst, diğeri de güvenilir olmaktır. Peygamberler gönderildikleri toplumlara önce bu özelliklerini hatırlatarak:
إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ
''Haberiniz olsun ki ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim'' (Şuara, 26/107, 125, 143, 162, 178) demişlerdir.
Peygamberlerin, ''Ben güvenilir bir peygamberim'' demeleri sözden ibaret değildi. Gerçekten onlar her yönü ile güvenilir kimselerdi.
Onların hayatları incelendiği zaman bu husus görülecektir.
İslâmiyet'in kısa zamanda ve hızla yayılmış olması, şüphe yok ki, onu tebliğ eden peygamberin yüksek ahlakı ve dürüstlüğü ile ilgilidir. İnsanlar onun dürüstlüğüne ve güvenilir olduğuna inanmasalardı, inançlarından, adet ve geleneklerinden vazgeçerek ona inanır ve etrafında toplanırlar mıydı?
İşte Kur'an-ı Kerim de bütün müminlerde bu özelliğin bulunmasını istiyor. Bu konuda peygamberi örnek almalarını söylüyor.
Peygamberimiz Müslümanın güvenilirliğini ortadan kaldıran dört kötü huya dikkatimizi çekiyor ve şöyle buyuruyor:
قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صعلم) أَرْبَعٌ مَنْ كُنَّ فِيهِ كَانَ مُنَافِقًا خَالِصًا وَمَنْ كَانَتْ فِيهِ خَلَّةٌ مِنْهُنَّ كَانَتْ فِيهِ خَلَّةٌ مِنْ نِفَاقٍ حَتَّى يَدَعَهَا إِذَا حَدَّثَ كَذَبَ وَإِذَا عَاهَدَ غَدَرَ وَإِذَا وَعَدَ أَخْلَفَ وَإِذَا خَاصَمَ فَجَرَ
''Dört huy vardır ki, bunlar kimde bulunursa, o kimse katıksız münafık olur. Kimde bunlardan bir şey bulunursa -onu bırakıncaya kadar- kendisinde nifaktan bir haslet var demektir. (bunlar:) konuştu mu yalan söyler, söz verirse sözünde durmaz. Vaat ederse vadinden döner, bir dava ve duruşma esnasında haktan ayrılır.''(Müslim, İman, 25)
Toplumda güven duygusu büyük önem taşır. Bu duygunun toplum fertleri arasında bulunmaması, toplumun birlik ve beraberliğini etkiler. Bu özelliği kaybeden milletin varlığı çöker, huzuru bozulur. Kendilerine kamu görevi ve sorumluluğu verilecek olan kimselerde aranacak özelliklerin başında onların dürüst ve güvenilir olmaları gelir.
Bakınız Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor:
إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُكُمْ أَن تُؤدُّواْ الأَمَانَاتِ إِلَى أَهْلِهَا وَإِذَاحَكَمْتُمْ بَيْنَ النَّاسِ أَن تَحْكُمُواْ بِالْعَدْلِ إِنَّ اللّهَ نِعِمَّايَعِظُكُم بِهِ إِنَّ اللّهَ كَانَ سَمِيعًا بَصِيرًا
''Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz vakit adaletle hükmetmenizi emrediyor. Şüphesiz Allah, her şeyi bilen ve görendir.'' (Nisa, 4/58)
Mümin verdiği sözde durur. Sözünde durmamak mümine yakışmaz. Hele Allah'ın adını anarak, O'nun adına and içerek verdiği sözde durmaması düşünülemez.
Peygamberimiz buyuruyor:
عَنْ النَّبِيِّ (صعلم) قَالَ قَالَ اللَّهُ تَعَالَى ثَلَاثَةٌ أَنَا خَصْمُهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ رَجُلٌ أَعْطَى بِي ثُمَّ غَدَرَ وَرَجُلٌ بَاعَ حُرًّا فَأَكَلَ ثَمَنَهُ وَرَجُلٌ اسْتَأْجَرَ أَجِيرًا فَاسْتَوْفَى مِنْهُ وَلَمْ يُعْطِهِ أَجْرَهُ
''Allah Teâla buyurdu ki: Ben kıyamet gününde şu üç çeşit insandan davacıyım: 1) Benim adıma and içer de sonra yemini bozar, verdiği sözü yerine getirmez. 2) Hür bir adamı köle diye satar da aldığı parayı yer. 3) Bir işçi tutar, onu çalıştırır da ücretini vermez.'' (Buhârî, İcare, 10)
Allah adını anarak verilen sözü yerine getirmemek, Allah adına gösterilmesi gerekli olan saygıyı göstermemektir ki, büyük bir suçtur.
Hiç şüphesiz bu suçu işleyen kimse en ağır cezayı hak etmiş demektir. Bunun için mümin verdiği sözü tutar. Hele bu sözü Allah adına and içerek vermiş ise artık bir zaruret olmadıkça o sözü tutmaması düşünülemez.
Doğrularla Beraber Olmak
Değişme, meyletme, kalıba girme, ayrılıp gitme eylemleri, “kalb” kelimesiyle anlatılır. Kalbin yapısında bu nitelikler olduğu için bu isimle adlandırılması son derece ilginçtir. (El-İsfehani, a.g.e. K.L.B mad. s. 411) Bu nedenle kalbin kötü duygulardan/batıldan korunması ve devamlı hayır telkinlerine muhatap kılınması gerekir.
Bunun yolu da, Hz. Peygamber’in; "Din nasihatten ibarettir!" (Müslim, İman, 95, (55); Ebu Davud, Edeb, 67; Nesai, Bey'at, 31) sözü doğrultusunda, kalbin her zaman iyi ve güzel şeylere yönlendirilmesidir.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَكُونُواْ مَعَ الصَّادِقِينَ
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla/sadıklarla beraber olun.” (Tevbe, 9/119) ilâhî emri, Allah’ın sadık kullarıyla beraber olmayı ve onların etki dairesi içinde bulunmayı ifade etmektedir. Dünyada doğrularla beraber olmak, cennette de beraber olmayı, yani cennet nimetlerine kavuşmayı sağlayacaktır. (Taberi, Camiu’l-Beyan, Daru’l-Fikr, Beyrut 1988, VII/62; M. Hamdi Yazır, a.g.e., IV/2644)
Evrende gerek fizikî bakımdan, gerekse ruhî bakımdan bir aynîleşme durumu söz konusudur.
Meselâ bir bardak çay içine atılan şeker, çayın her tarafına eşit oranda yayılarak homojen bir karışım hâline gelir. Bu, Allah’ın kâinattaki değişmez yasasıdır. Beşerî hayatta da bu etkileşim aynen geçerlidir ve bunu sağlayan temel araç sevgidir. Nefret ise oluşacak bu etkileşimi engeller. Bu nedenle her türlü ahlâkî güzelliklerin kaynağı durumundaki Allah’ın elçileri ve onların takipçileriyle beraber olmak, insan gönlünün ve ruhunun bu güzelliklere meyletmesinin ve onları benimsemesinin en önemli nedenidir.
Esasında insan doğasındaki mevcut eğilimlerden biri de, taklit etme hissidir. Bir çocuk, başlangıçta bütün tavır ve davranışlarını bu duygu ile düzenler. Bu eğilim ileri yaşlarda azalsa da hayat boyu -az ya da çok- devam eder. Bu bakımdan doğruluk ve dürüstlük gibi tüm ahlâkî güzelliklerle bezenmiş insanlarla beraber olanlar, her zaman bu erdemleri taklit etme hissini içlerinde taşıyacaklardır.
Nitekim geçmişi cahiliye insanı olan sahabe, eşsiz bir örnek olan Hz. Peygamber (s.a.s.)’e karşı hissettikleri bu duygu ile zirveleşerek insanlığın övünç kaynağı olmuşlardır.
Doğruluğun ve her türlü güzelliğin en güzel örneği olan (Mümtehine, 6) Sevgili Peygamberimizin sohbet meclisinde bulunan sahabenin, cahiliye devrinin merhametsiz, vicdansız, kız çocuklarını diri diri toprağa gömecek kadar katılaşabilen kalpleri erimiş, aynı siluet içinde bu defa gözü-gönlü yaşlı sıddıklar, adalet ve haya timsali insanlar ortaya çıkmıştır.
Evrensel ahlâk anlayışında olduğu gibi, İslâm ahlâkında da doğruluk ve dürüstlük, insan onurunun ve sağlıklı bir toplum yapısının vazgeçilmez şartlarından biri olarak kabul edilmiştir. Dolayısıyla doğruluk, gerek fert, gerekse toplum için zorunlu olan ahlâkî niteliklerin tamamını kendinde toplar.
Karı-koca arasında sadakat duygusu mutlaka olmalıdır. Hem günlük çalışma ortamındaki görevleri açısından, hem de iffetlerini koruma açısından birbirlerine tam bir güven vermelidirler. Bu dürüstlük ve güven sayesinde, “eşlerin huzur bulmaları, birbirine ısınmaları, meyledip ülfet etmeleri, sevgi ve merhamet” gerçekleşecektir.
Doğruluğun Dışa Yansıması
Kur’an-ı Kerim’in ilk sûresinde “Bizi dosdoğru yola ilet!” (Fatiha, 6) ayetinde ifade edilen yol, en geniş anlamıyla Kur’an’ın çizdiği yol ve bu doğrultuda yaşayan Allah elçilerinin ve salih kimselerin yoludur.
Dolayısıyla Müslüman, bir günde kıldığı namazın her bir rekâtında Allah’tan dosdoğru yol üzerinde kalmayı, doğru olmayı arzulamaktadır. (Tefsiru İbn Kesir, Daru’l-Fikr, Beyrut 1981, I/28, 29; Fahreddin Razi, et-Tefsiru’l-Kebir, I/188, 256-257)
Allah’tan geldiği kesin olarak bilinen doğruları kabul edip onaylayan mümin kişinin en belirgin özelliği, kendisinin de sadık ve güvenilir olmasıdır. Bu anlam “mümin” kelimesinin iç yapısında zaten mevcuttur.
Dolayısıyla kendisine güvenilmeyen bir mümin düşünülemez. Zira bu kelimenin bir anlamı da “güvenlikte kılan, güven veren” dir. Güvenilmezlik ise münafıkların en belirgin özelliğidir. (Buhari, İman, 24; Müslim, İman, 107-108; Tirmizi, İman, 20)
Toplum fertlerinin birbirleriyle ilişkileri doğruluk ve dürüstlük gibi evrensel ahlâkî ilkeler ve erdemler çerçevesinde şekillendiğinde, Hz. Peygamber (s.a.s)’in uyarısındaki bu güvensizlik ortamı giderilmiş ve ideal bir toplum örneği ortaya konmuş olur.
Bu ortamın sağlanması için, toplumun en küçük yapı taşı olan aile fertlerinin -başta eşler olmak üzere- dürüstlük ve güvenilirliği kendilerine ilke edinmeleri gerekir.
Bu bakımdan karı-koca arasında sadakat duygusu mutlaka olmalıdır. Hem günlük çalışma ortamındaki görevleri açısından, hem de iffetlerini koruma açısından birbirlerine tam bir güven vermelidirler.
Bu dürüstlük ve güven sayesinde, ayette (Rum, 21) işaret edilen “eşlerin huzur bulmaları, birbirine ısınmaları, meyledip ülfet etmeleri, sevgi ve merhamet” gerçekleşecektir. (Ayetin yorumu için bkz. M. Hamdi Yazır, Kur’an Dili, İst. 1979, 6/3811) Aksi durumda, bir yuvada iğreti duran eşler ve problemli nesillerin doldurduğu, güven ve sevgiden yoksun bir toplum kaçınılmaz olacaktır.
(son)
Not: Altınoluk Şubat 2000 Fahrettin Yıldız; Diyanet Aylık Dergi (Sayı:162) Zafer Koç, Makalelerinden istifade edilmiştir. Recep Toraman
(Devam edecek)
BU YAZI AŞAĞIDAKİ WEB SİTESİNDEN ALINMIŞTIR:
http://www.islamdahayat.com/
--
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder