Çocuklarımızın üzerine titremek, onları kuru kuru yasaklarla boğmak değildir. Bu titreyiş, mutlaka sevgi ve muhabbet iklimindeki meltemler gibi okşayıcı olmalıdır. Asla itici bir fırtınaya dönüşmemelidir.

Yavrularımıza sevgi dolu öyle bir eğitim vermeliyiz ki, biz yanlarında olsak da olmasak da onlar kendilerini yüksek bir murâkabe (gözetim) altında tutabilmelidirler. Meselâ sergiledikleri davranışlarda onların kendi kendine:

“Acaba Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- benim bu yaptığımı beğenir mi?” diye sorabilmeleri, başına dikilecek polis ve jandarmadan daha tesirli ve doğruya yönlendiricidir.

Anne-babalar, hocaefendiler ve eğitimciler, unutmamalı ki, çocuklar ancak sevginin sesini duyarlar…

Büyük insanlar da aslında korkudan ziyade Allâh’ı sevdikleri için günahtan çekindiklerinde daha fazla haz ve feyz ile dolmuyorlar mı?

Öyleyse sevginin yeşertici üslûbu ve aşkın ihmal tanımayan gayreti, bütün eğitimcilerin en belirgin vasfı ve hasleti olmalıdır. Elimizdeki emanetlere hakkıyla riâyetin güç kaynağı da, işte bu vasıf ve hasletlerdir.
Mehmed Akif, ideal bir eğitimciyi şöyle tarif eder:
Muallimim diyen olmak gerektir îmanlı,Edepli, sonra liyâkatli, sonra vicdanlı…

Yani bir muallim, her şeyden önce “îmanlı” olacak; yüreğinden rahmet taşıracak. “Edepli” olacak; örnek bir karakter ve şahsiyet inşâ edecek. “Liyâkatli” olacak; mesûliyet şuuruyla kendini yetiştirip vazifesinin ehli olacak. “Vicdanlı” olacak; merhamet, şefkat, fedakârlık gibi fazîletlerle insanlığını tescil ettirecek.

Ancak böyle bir kıvam için insanın her şeyden önce kendisini zâhiren ve bâtınen eğitmesi zarurîdir. Çünkü ilmi ve irfanı zihne ulaştırmak için ağız kâfîdir, ama kalbe ulaştırmak için onun gönülden çıkması gerekir. Bunun için de olgun bir kalbe sahip olmak lâzımdır. Yoksa eskilerin tâbiriyle:

Kendisi muhtâc-ı himmet bir dede,
Nerde kaldı gayriye himmet ede?!


Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Muhabbet ve Marifet, Yüzakı Yayınları.

http://www.islamveihsan.com/ogretmenlerin-vasiflari.html