İslam’da selâmın, selamlaşmanın ve selâmlaşmayı yaygınlaştırmanın faziletleri Kur’ân-ı Kerim’de şöyle açıklanıyor.
  1. “Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, geldiğinizi farkettirip ev halkına selâm vermeden girmeyin.” (Nûr sûresi (24), 27)

Nûr sûresin’de bir sonraki âyetin anlamı şöyledir: “Orada kimse bulamazsanız, size izin verilinceye kadar girmeyin. Eğer size geri dönün denilirse hemen dönün. Çünkü bu sizin için daha temiz bir davranıştır”. Bu âyetler bize başkalarına ait evlere girme ve misafir olma gibi önemli bir konuda nasıl davranılacağının edebini öğretmektedir. Çünkü başkalarının mülküne izinsiz girmek, İslâm nazarında haram, hukuken de yasaktır. İnsanın kendi mülkü olan, dinen ve hukuken girmeye hakkı bulunan ev içerisinde bile başkalarının  odalarına habersiz ve selâmsız girmek, din açısından ve terbiye yönünden yasak kılınmıştır. İnsanın bir eve geldiğini farkettirmesi, ev halkından içeri girmek üzere izin istemesi demektir.   Gerçekte iznin mahiyeti, evin girmeye müsait olup olmadığını öğrenmektir. Herhangi bir eve veya odaya baskın yapar gibi girmek câiz değildir. Âyette geçen “istînâs” kelimesini Resûl-i Ekrem, öksürerek, tekbir ve tesbih ile ev halkını haberdar etmek olarak açıklamıştır. “Teslim” ise, es-selâmü aleyküm demektir. Böyle girilmediği takdirde, ev sahibinin girmek isteyene karşı her türlü müdafaa hakkı doğar. Çünkü meskenler, her türlü tecavüzden ve edepsizlikten korunmalıdır.

Câhiliye Arapları birinin evine vardıkları zaman mahremiyete saygı göstermez dünya ve âhiret saadetini temenni etmek olan selamı da bilmezlerdi. “Sabahınız hayat olsun”  veya “hayr olsun”, “aydın olsun”, “akşamınız hayat olsun” gibi sözler söylerlerdi. Bunlarla günümüzde kullanılan “günaydın”, “tünaydın” sözleri arasında  garip bir benzerlik vardır. Bunlar kötü bir şey olmamakla beraber, İslâm’ın selâmının yerini tutmayan anlık temennilerdir. Üstün bir medeniyet olan İslâm’ın bize öğrettikleriyle güdük medeniyetlerin âdetleri olan sözlerle kıyas edilemez.

Bir eve gelindiğinde izin isterken veya günümüzde yaygın bir âdet olan kapıların zilleri çalındıktan sonra yüzünü kapıya doğru dönmeyip, sağa veya sola yönelerek, içeriyi görmeyecek şekilde durup beklenilmelidir. Bir adam Peygamberimiz’e gelerek:

– Annemden de izin isteyecek miyim, diye sormuştu. Efendimiz:

– Evet, annenden de izin istiyeceksin, buyurdu. Adam:

– Ama onun benden başka hizmet edeni yok, her girişimde izin mi isteyeyim, deyince:

Ananı çıplak görmeyi arzu eder misin, cevabını verdiler (Süyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr, VI, 173).
  1. “Evlere girdiğiniz zaman, Allah tarafından mübarek ve güzel bir yaşama dileği olarak kendinize (birbirinize) selâm verin.” (Nûr sûresi (24), 61)

Mü’minler kendi evlerine girdiklerinde de âile fertlerine selâm verirler. Çünkü selâm, insanın başkalarına hem dünya hem âhirette sâadet dilemesidir. Selâmı alan da aynı şekilde dua ile mukabelede bulunmuş olur. Durum böyle olunca, kişinin kendi aile efradına selâm vermesi daha da önem kazanır. Hatta bu âyet evde kimse olmasa bile, giren kimsenin kendi kendine selâm vermesi gerektiğine  delil getirilmiştir. Bu durumda verilecek selâmın  “es-selâmü aleynâ ve alâ ibâdillâhi’s-sâlihîn” şeklinde olması gerektiği belirtilir.
  1. “Bir selâm ile selâmlandığınız zaman siz de ondan daha güzeliyle selâm verin veya verilen selâmı aynen iâde edin.” (Nisâ suresi (4), 86)

Âyet-i kerîmede geçen “tahiyye” kelimesinin Arap dilinde başka anlamları varsa da, İslâm’da selâm anlamına kullanılmıştır. Kur’an âyetleri bunu açıkça belirtir. Mü’minlerin cennette birbirlerine iyilik temennileri selâmdır [İbrâhîm suresi (14), 23]. Allah’a kavuştukları gün de Allah’ın onlara iltifatı selâmdır [Âhzâb suresi (33), 44]. Bilindiği gibi selâmın en kısası “es-selâmü aleyküm” sözüdür.

Kendisine böyle selâm verilen kimse, bir kelime artırarak selâmı alır, “ve aleykümü’s-selâm ve rahmetu’l-lâh” derse işte bu daha güzeliyle selâm vermek diye adlandırılır. Bu tarzda selâm verme âdeti İslâm ümmetine hastır. Aşağıda açıklayacağımız hadislerde konuyu daha etraflıca ele alma imkânı bulacağız. “Selâm” aynı zamanda Allah Teâlâ’nın güzel isimlerinden biridir. Bu sebeple, müslümanlar selâma ve selâmlaşmayı yaygın hale getirmeye çok büyük önem vermişlerdir. Diğer milletlerin selâmı çoğunlukla işaretlerledir. Meselâ hıristiyanların selâmı elini ağzına koymak, yahudilerinki birbirine parmaklarla işaret etmek veya baş eğip bel kırmak, mecûsîlerinki eğilmek, Cahiliye  Araplarınınki de Allah ömürler versin demek şeklinde olduğu nakledilir.

Bu âyet-i kerîmeden hareketle ulemamız selâm vermenin sünnet, almanın farz-ı kifâye olduğu hükmüne varmışlardır. Fakat bunun yeri konusunda bazı sınırlar çizmişler, meselâ oyun oynayana, şarkı söyleyene, abdest bozmakta olana, hamamda veya başka bir yerde çıplak bulunana selâm verilmeyeceğini; hutbe, sesli olarak Kur’an okuma, hadis rivayeti, ilim okutma, ezan ve ikâmet esnasında da selâm alınmayacağını ifade etmişlerdir.
  1. “İbrahim’in şerefli misafirlerinin haberi sana geldi mi? Hani onlar İbrahim’in huzuruna girmişlerdi de, selâm sana, demişlerdi. İbrahim, size de selâm, demişti.” (Zâriyât sûresi (51), 24-25)

Müfessirler, İbrahim’in şerefli konuklarının melekler olduğunu ifade ederler. Bu görüşlerini âyetteki “el-mükramîn: ikram edilenler” kelimesini açıklayan “lutuf ve ihsâna mazhar olmuş kullardır” âyetine dayandırırlar [Enbiyâ sûresi (21), 26]. Buradaki selâm kelimesi, sana selâm verir selâmet dileriz, anlamındaki Arapça dua metninin kısaltılıp hafifletilmiş ifadesidir. Böylece selâmın meleklerin âdeti ve İbrahim aleyhi’s-selâm’ın da sünneti olduğunu öğrenmiş olmaktayız.

İSLAM’IN HANGİ ÖZELLİĞİ DAHA HAYIRLI?

Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Bir adam, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:

– İslâm’ın hangi özelliği daha hayırlıdır, diye sordu? Resûl-i Ekrem:

“Yemek yedirmen, tanıdığın ve tanımadığın herkese selâm vermendir” buyurdu. [1]

HANGİ MÜSLÜMAN DAHA HAYIRLI?

Resûl-i Ekrem Efendimiz’e en çok sorulan sorulardan biri, hangi müslümanın veya hangi İslâmî özelliklerin daha hayırlı olduğu idi. Peygamberimiz bu sorulara çeşitli cevaplar vermiştir. Bunun sebebi, çoğu kere soran kimsenin ihtiyacının ne olduğunu bilmesidir. İslâm dininin yeryüzünde sağlamaya çalıştığı temel esaslardan biri, insanların birbirlerine karşı sevgi ve saygı duymalarıdır.

Bunun için gerekli ve yararlı olan her şeyi dinimiz teşvik etmiştir. Bunların zıddı olan ve insanların birbirlerinden nefret etmesine, uzaklaşmasına sebep olan şeyleri de yasaklamıştır. Kardeşlik, dostluk, sevgi ve saygı mutlak anlamda hayırdır. İnsanlara yemek yedirmek, selâm vermek ve benzeri davranışlar mutlak hayır değil, mutlak hayra vesile olan davranışlardır. Bu sebeple de bu özellikler teşvik edilmiştir. Fakirlere, yoksullara, düşkünlere, aç kalanlara veya eşe dosta yemek ikram etmek, cömertliğin ve güzel ahlâk sahibi olmanın göstergesidir. Çünkü açlık, insanın hayatta karşılaşabileceği felâketlerin en başta gelenlerinden biridir. Bu sebepledir ki zekât ve sadaka mâlî ibâdet sayılmış ve mü’minler bu ibadete ısrarla teşvik edilmişlerdir. Zira diğer bütün ibadetlerimizden farklı olarak bu ibadetin sosyal boyutu toplumda dengeyi sağlar, huzur ve güvene katkıda bulunur, insanların birbirine sevgi ve saygı duymasında en önemli rolü oynar.

Selâm, müslümanların âdeta parolasıdır. Birbirini tanımayan insanlar birbirlerine selâm verip alınca, aralarında ilk anlaşma va kaynaşma sağlanmış olur. Çünkü her ikisi en büyük müşterekte, din kardeşi olma ortak paydasında buluşmuşlar demektir. Ayrıca selâm, dostluğun, kardeşliğin, karşısındakine sevgi ve saygı duymanın, mütevazi davranmanın, insanların kalplerini kazanmanın da ilk basamağıdır. Bu sebeple tanıdık tanımadık her müslümana selâm vermek Efendimiz’in bir çok hadislerinde teşvik edilmiştir. Abdullah İbni Ömer’den gelen bir rivayette Peygamberimiz: “Selâmı yayınız, fakir ve yoksulları doyurunuz, böylelikle Azîz ve Celîl olan Allah’ın size emrettiği şekilde kardeşler olunuz”  buyurmuşlardır (İbni Mâce, Et’ıme 1). Ebû Hüreyre’den gelen bir rivayette de:

“İmandan sonra güzel davranışların en üstünü, insanlara karşı sevgi beslemektir” buyurulmuştur (Süyûtî, el-Fethu’l-kebîr, I, 207).

HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ

1- Yemek ikramı dinimizin teşvik ettiği güzel davranışlardan biri olup, kalplerin birbirine ısınmasına, sevgi ve kardeşliğin artmasına vesile teşkil eder.

2- İslâm cömertliği teşvik etmiş, cimriliği ise kınamıştır.

3- Müslümanların, birbirlerini tanısınlar tanımasınlar, selâmlaşmaları dînî bir vazifedir. Bu anlamda selâm vermek sünnet, almak ise farzdır.

4- Selâm, dostluğun, kardeşliğin, tevâzuun ve insanlarla medenî ilişki kurmanın vesilesi ve ilk adımıdır.

5- Başka hiçbir söz selâmın yerini tutmaz, onu asla tam olarak karşılamaz.

[1] Buhârî, Îmân 20; İsti‘zân 9, 19; Müslim, Îmân 63. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 131; Nesâî, Îmân 12.

Kaynak: Riyazüs Salihin, Hadis-i Şerif Tercümesi, Erkam Yayınları

http://www.islamveihsan.com/selamlasmanin-fazileti.html