Prof Dr. Mahmud Esad Coşan (1938-2001) |
HAYIRLI CUMALAR
Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..
Cumanız mübarek olsun, aziz ve sevgili Akra dinleyicileri! Allah bu mübarek sevaplı, nurlu günün hayrından, bereketinden en güzel tarzda hissemend olmayı cümlenize nasîb eylesin...
(UZUN GÖRÜNDÜĞÜNE BAKMAYIN, BİR SOLUKTA OKUNUYOR, ÇOK AKICI BİR YAZI... EMEKLİ OLMADAN İŞYERİNDE KULAKLIKLA ŞİMDİ İSE YATAĞIMDA KÜÇÜK RADYOMDAN HERGÜN SABAH 9:30'DA VE ÖĞLEDEN SONRA 15'DE M. ESAD HOCAEFENDİNİN AKRA FM'DE SOHBETLERİNİ DİNLİYORUM. Ankara Akra FM: 107.4 )
Bismillâhir-rahmânir-rahîm
BELÂLAR KARŞISINDA MÜ'MİNİN DURUMU
Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..
Aziz ve sevgili izleyiciler ve dinleyiciler! Cumanız mübarek olsun... Cenâb-ı Hak Teàlâ sizi hem dünyada hem ahirette hayırlara erdirsin, hayırları işletsin, sevdiği kul eylesin, mutlu ve bahtiyar eylesin...
a. Hasta Ziyaret Etmenin Sevabı
Peygamber SAS buyuruyor ki:
RE. 380/4 (Mâ minimriin müslimin yedü müslimen illebteasellàhu seb'îne elfe melekin yüsallûne aleyhi fî eyyi sâàtin-nehâri kâne hattâ yümsiye ve eyyi sâàtil-leyli kâne hattâ yusbiha)
Hazret-i Ali RA ve KV Efendimiz'den rivayet edilmiş bir hadis-i şerifin metnini okuduk. Hasta ziyareti ile ilgili. Bu konuda zaman zaman hadis-i şerifler geçiyor, hasta ziyaret etmenin sevabını anlatıyoruz, söylüyoruz. Özellikle cuma günü hasta ziyaret ederse, kabir ziyaret ederse, sadaka verirse, oruçlu olursa, cumayı kılarsa, ne kadar büyük mükâfâtları olacağını hadis-i şerifler müjdeliyor.
(Mâ minimriin müslimin) "Hiçbir müslüman kul yoktur ki, (yedü müslimen) bir müslüman kulu ziyaret etmiş olsun da, (illebteasellàhu seb'îne elfe melekin) Allah yetmişbin melek görevlendirmiş, göndermiş olmasın o kimseye..."
Àde - yedü; hasta ziyareti mânâsına da gelen, geri dönmek mânâsına da gelen bir kelime. Hasta ziyareti mânâsına geldiği zaman, masdarı iyâdet oluyor. Yâni bir müslüman, hasta bir müslüman kardeşini ziyaret etti mi, Allah o ziyaretçi kimseye yetmişbin melek gönderir. (Yusallûne aleyhi) O melekler, bu ziyaret eden kimseye dua ederler. (Fî eyyi sâàtin-nehâri kâne hattâ yümsiye) Günün hangi saatinde ziyaret etmişse, akşamlayıncaya kadar ona dua ederler. (Ve eyyi sâàtil-leyli kâne hattâ yusbiha) Gece hangi saatte ziyaret etmişse, sabaha kadar bu yetmişbin melek, bu hasta ziyaret eden kimseye dua ederler."
Demek ki, vazifelerimizden bir tanesi, müslümanın müslümana karşı güzel kardeşlik, sevgi, muhabbet nişanesi olan vazifelerinden bir tanesi, o hastalanınca ziyaretine gitmek, gönlünü almak, şifa dilemek, onu teselli etmektir. Bunun sevabı çok. Özellikle cuma günü yapılırsa, daha da büyük mükâfâtı var. Onun için hasta ziyaretine bir zaman ayıralım! Haftalık yapacağımız işlerin tasarımında, yazdığımız kâğıdımızda veyahut aklımızda, niyetimizde bir bölüm olsun, hasta ziyaretlerini ihmal etmeyelim!
Hasta olan insan ziyaretçiyi çok seviyor. Ben çok hasta olup hastanelerde yattığım için, biliyorum. Fevkalâde memnun oluyor. Hattâ bir koğuşta birkaç hasta yatıyor. Birisini birileri ziyaret eder de ötekisini ziyaret eden olmazsa, ziyaret edilmeyen de çok üzülüyor, mahzun oluyor. O bakımdan hasta ziyaretini ihmal etmeyin!
Hem hastaneleri ziyaret etmekte ibret de vardır. İnsanlar maalesef günlük telâşlar, alışkanlıklar ve hayatın hızlı olaylarının akışı içinde maalesef ahireti unutuyorlar. Temenni ederiz ki sıhhatleri, afiyetleri hiç bozulmasın, dâimâ sağlıklı yaşasınlar ama, iş de öyle olmuyor. Yâni biraz hasta ziyaret edip de, işin öbür tarafını da görmekte fayda var.
İnsan hastaneleri ziyaret ettiği zaman, hem o hastalara teselli oluyor, hem de kendisi sağlığının ne kadar önemli, büyük bir nimet olduğunu anlamış oluyor. Bu da çok önemli... Yâni insan içinde yaşadığı nimetin farkına varmayabiliyor. "Ol mâhîlerdir ki deryâ içredir, deryâyı bilmezler." İnsan bazen nimetler denizinin içinde yüzüyor da, nimette olduğunu düşünemiyor, nimetler elden gidinceye kadar anlamıyor.
Sağlık çok büyük bir nimettir, sağlığın kadrini kıymetini bilmek lâzım! Onun için de hastanelere gidip, hastaların neler çektiğini görüp, onlara da acıyıp, "Cenâb-ı Hak bana bu hastalığı vermemiş, çok şükür... Ben Cenâb-ı Hakka şükredeyim, bir de sağlığımın kıymetini bileyim." demesi lâzım!
Bir de maalef, bizde bir millî gelenek haline gelmiş, sağlığımıza pek aldırmıyoruz. Biraz da efelik tarafımız gàlip geliyor. Halbuki insan sağlığını, daha sağlığı bozulmadan hem iyi korumalı, hem de sağlığı korumak için tedbirleri almalı! Doktorlara muayene olmalı! "Ben sağlıklıyım, hiçbir şikâyetim yok ama, ne yapmam lâzım?" diye, şöyle bir tepeden tırnağa kendisini muayene ettirmekte çok çok büyük faydalar var.
İşte insan o zaman anlıyor. Çok kere erken teşhis dediğimiz, yâni bir amansız zorlu hastalık bile olsa, erkenden o anlaşılırsa, o zaman tedavisi kolay oluyor. Ama ilerlemiş olduğu zaman, doktorlar "İkinci derece, üçüncü derece..." filân diyorlar. "Geç kalmışsın! Şimdiye kadar nerdeydin kardeşim?" diyorlar.
Şehirdeydi ama, hiç düşünmedi bu durumları, işte birden başına bu hal geldi. Onun için, bu sağlık meselelerinde biraz uyanıklığa da vesîle olur diye de düşünebiliriz. Hasta ziyaretinin çok yönlü faydaları var, bir de sevabı var. Hasta ziyaretini tavsiye ederiz.
Hasta kardeşlerimizi ziyaret yaparsınız, gönüllerini alırsınız. Bir de onların dualarını talep edin, "Bize dua edin!" diye dua isteyin. Çünkü hastanın duası makbul olan dualardandır. Mazlumun duası makbuldür, hastanın duası makbuldür... Onların duasını almakta fayda var.
Elini tutarsınız, şefkatle yüzüne bakarsınız. Siz ona dua edersiniz, ondan sonra gönlünü alırsınız. "Bize de dua edin!" dersiniz. O da size dua eder böylece karşılıklı istifade edersiniz.
İki müslüman bir araya geldi mi, birisi ötekisini tertemiz yapar, yıkar; iki elin birisi ötekisini yıkadığı gibi... Onun için müslümanların ictimâî görevlerini yapmakta çok titiz, dikkatli ve gayretli olması lâzım! Öyle gevşek olmaması lâzım! Bu hadis-i şerif bu hususta hepimizi tekrar ikaz etmiş oluyor, göreve davet etmiş oluyor.
b. Musîbete Uğrayan Kimse
İkinci hadis-i şerif, açtığımız sayfadaki hadis-i şeriflerden.
RE. 380/6 (Mâ minimriin müslimin tusîbühû müsîbetün tuhzinühû feyerciu illâ kàlellàhu azze ve celle limelâiketihî: Evca'tü kalbe abdî fesabera vahtesebe, ic'alû sevâbehû minhel-cennete ve mâ zekera musîbetehû feraccea illâ ceddedallàhu ecrehâ.)
Bu hadis-i şerif de bir başka hususta bize faydalı bir şeyi, söylememiz gereken bir sözü hatırlatıyor. Diyor ki Peygamber Efendimiz:
(Mâ minimriin müslimin tusîbühû müsîbetün) "Musîbete mâruz kalmış hiçbir müslüman kul yoktur ki, (tuhzinühû) musîbet onu üzmüş, mahzun etmiş... Kendisini mahzun eden bir musîbete mâruz kalmış hiçbir müslüman kul yoktur ki, (feyerciu) diyor ki: "Ne yapalım, Allah'tan geldi. İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râcin. Biz Allah'ın kullarıyız, ona döneceğiz. Bu Allah'ın kaderi..." diyor. Bu mânâya gelen bir kelime.
İstercia, "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râcin" demek. (Yerciu) veyahut (yürciu) "Allah'tan geldiğini düşünüyor ve bunu ifade eden Arapça sözü söylüyor." Yâni, musîbete uğramış kişi "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râcin" diyor. Ne olur?.. (Kàlellàhu azze ve celle limelâiketihî) "Pek aziz olan, çok celil olan Cenâb-ı Hak, Allah-u Teàlâ buyurur ki meleklerine: (Evca'tü kalbe abdî) 'Ben kulumun gönlünü acıttım. Yâni musîbeti ben gönderdim ona.'
Musîbet tabii tatlı bir şey değil, acı bir şey, üzücü bir şey... İnsanın gönlünü perişan ediyor, gözünü yaşlara boğuyor. Saç baş yoldurtuyor, diz döğdürtüyor. Tabii, bunları tabir olarak söylüyoruz ama, İslâm'da saç baş yolmak, diz döğmek yok. Sabırla karşılamak var.
İnsan üzülüyor tabii, malına bir noksanlık gelse, vücuduna, bedenine bir hastalık gelse, çoluk çocuğuna, eşine akrabasına bir musîbet gelse, hemen telefona sarılıyor: Eyvâh, aman, bilmem ne... Bir telâş, bir hüzün, bir üzüntü...
Karşısına arkadaşı bir gelip,
"--Ne var yâ, seni bugün çok üzüntülü gördüm?" diye sorsa;
"--Sorma işte, başıma şu musîbet geldi." diyor.
Bunun Allah'tan geldiğini bilip de, kendisini üzen bu olayın karşısında iyi kulluğunu koruyabilen bir kimse için, aziz ve celîl olan Allah-u Teàlâ Hazretleri der ki: "Ben kulumun gönlünü acıttım, içini yaktım ama, (fesabera) o sabretti; (vahtesebe) ecrini sevabını da benden bekledi."
Tabii, bir mü'min bir musîbete niye bir inançsız gibi, bir kâfir gibi feryad figan etmiyor. Çünkü Allah'tan geldiğini biliyor. Sabredince Allah'ın mükâfât vereceğini, sevap vereceğini biliyor. Onun için sevabı bekliyor, dişini sıkıyor. Halbuki başka insanlar böyle yapmıyorlar.
(Men âmene bil-kader, ve emine minel-keder.) "Kadere inanan insan kederden uzak oluyor." En çok intihar olayları inanmayanlar arasında oluyor. Müslüman ülkelerde halkın inancı kuvvetli olduğu için, intihar olaylarına çok az rastlanıyor. Hattâ bunun için incelemeğe yapmağa gelmişler ülkemize, İsveç'ten.
"--Biz halkımıza her türlü rahatı, konforu hazırlıyoruz. Sosyal devlet olarak çalışıyoruz, çabalıyoruz. İntihar olayları dünyada en çok bizim ülkemizde görülüyor. Sizin ülkenizde sıkıntılar var, yol yok, su yok, ilaç yok, doktor yok, maaş yok, iş yok... Halk daha sıkıntıda... Fakat burda intihar olayları çok az. Bunu rakamlar gösteriyor. Bu neden?" diye tedkike geliyorlar.
Neden olacak? İslâm'dan dolayı, imandan dolayı mü'min sabrediyor. Mü'min biliyor ki sabrıh çok büyük mükâfâtı var; sabrediyor ve sevabını Allah'tan bekliyor. Hattâ dinin, yâni dindarlığın, sevap kazanmanın yarısı şükürdür, yarısı da sabırdır. Nimetlere şükredersin, mihnetlere de sabredersin. Tamam, dini bütün bir müslüman olarak yaşayıp Allah'ın lütfuna erersin.
(Vahtesebe) "Sevabını benden bekledi bu kulum. (İc'alû sevâbehû minhel-cenneh) Bu musîbetten dolayı onun sevabını cennet yapın ey meleklerim! Yâni kul cennetlik olsun, emrediyorum onu cennetlik eyleyin, cennete sokun!" der Cenâb-ı Hak.
Evet, musîbet gelmeseydi iyi olurdu ama, sonuç da güzel oluyor. Sonunda, sabreden kul cennete giriyor.
(Ve mâ zekera musîbetehû feraccea illâ ceddedallàhu ecrehâ.) "Hattâ, o musîbet geçse, aradan yıllar geçse, o musîbeti tekrar hatırlasa, biraz üzülüp de 'İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râcin' diye tekrar istircâ eylese, 'Ne yapalım, biz Allah'ın kullarıyız, olur böyle şeyler, kaderin cilvesidir.' diye tekrar söylese, Allah onun ecrini tekrar bir kere daha verir. Yâni musîbeti hatırlayıp Allah'a bağlayınca işi, Allah sevabını, mükâfâtını bir daha veriyor, bir daha veriyor... "Bir defa verdim, artık yeter!" demiyor, her seferinde sevabını Cenâb-ı Hak tazeliyor.
O halde, musîbetlere sabredelim, musîbetlerin karşısında, bunun Allah'tan geldiğini bilelim!..
İki sebepten gelebilir. Allah'tan kula musibetin gelmesinin iki sebebi vardır:
1. İmtihanı kazansın, derecesi artsın, mükâfâtı çok olsun diye. Onun için peygamberlere ve evliyâullaha musîbetler çok gelmiştir. Eyyûb AS'ın biliyorsunuz ne kadar uzun hastalığı olmuş, ne kadar sıkıntılar çekmiş. Tarihe geçmiş olan bir olay. Peygamber, Allah'ın sevdiği bir kul, ama öyle sıkıntıları çekmiş.
Demek ki, sevap kazansınlar diye Cenâb-ı Hak dünyada, sevgili kullarını böyle imtihan ediyor. Onların da hàlisliklerinden, muhlisliklerinden dolayı imtihanı başarmalarının karşılığında, onlara çok büyük ecirler sevaplar veriyor. bir sebep budur.
2. Kul bir kabahat işlemiştir, bir suç işlemiştir. Yapmaması lâzımdı. Onun için Allah bir ceza vermiştir. O ceza o suçuna dünyada bir karşılık olur, keffaret olur. Ahirette kurtulur hiç olmazsa. O bakımdan insan, "Bu belâ benim başıma sıkıntı neden geldi?" diye düşünmeli, sebebini bulmağa çalışmalı!
Bazen anlayabilir kendisi de, "Hà, ben böyle yaptım, şöyle söyledim; bak ondan dolayı Cenâb-ı Hak bana bunu verdi. Bir daha öyle kabahat, yanlışlık yapmayayım. Bak edince, ettiğini insan buluyor. Yanlış iş yapınca da, böyle ceza geliyor. Bundan sonra böyle yapmayayım!" diye hatasını anlar insan.
Bu iyi bir şey, insanın hatasını anlaması güzel bir şey. Hatası görünmüyorsa, "Belkim hatam vardır ama ben anlayamadım. Belki Cenâb-ı Hak fazla sevap vermek için, imtihan için böyle yapıyor." deyip, o belâya sabredip, ecrini sevabını Allah'tan beklemeli!
Şu fikir yanlış:
"--Allah'ın sevgili, mübarek kulları balla kaymakla rahat yaşayacaklar; Allah'ın kötü kulları da çok sıkıntı çekecekler..."
Hayır, dünyada böyle değil! Dünyada aksine Firavunlar, Karunlar, zalimler, cebbârlar, arsızlar, yüzsüzler muhakkak bir iyi yaşam sürüyorlar. Ama bu bir şey değil; çünkü dünya hayatı ahiret hayatının yanında sıfırdır, kıymetli değildir, önemli değildir, çok değildir, azdır, önemi yoktur.
Cenâb-ı Hakk'ın yanında dünya, bir sineğin kanadı kadar değer ifade etmediğinden böyle şeyler oluyor. Onlar onu kâr sanıyor ama, bir göz yumup açıncaya kadar geçen dünya hayatından sonra, ebedî azaba uğrayacaklar. O çok fenâ bir şey, onu anlayamıyorlar.
Cenâb-ı Hak peygamberlerle, indirdiği kitaplarla bunun böyle olduğunu bildiriyor ama, insanların anlayanları var, anlamayanları var; uygun hareket edenleri var, yanlış hareket edenleri var...
Allah-u Teàlâ Hazretleri bizim basîretimizi açsın... Kur'an'a göre, Peygamber Efendimiz'in hadis-i şeriflerine göre gerçekleri, ilâhî adetullahı, imtihanları anlayıp, ona göre hareket etmeye muvaffak eylesin... İmtihanları kazanmayı nasîb eylesin cümlemize...
c. Müslümanın Yardımına Koşmak
Üçüncü hadis-i şerif:
RE 380/7 (Mâ minimriin yahzülümreen müslimen fî mevtınin yüntakasu fîhi min ırdıhî, ve yüntehekü fîhi min hurmetihî, illâ hazelehullàhu fî mevtınin yuhibbu fîhi nusratehû.
Ve mâ min ehadin yansuru müslimen fî mevtınin yüntakasu fîhi min ırdıhî, ve yüntehekü fîhi min hurmetihî, illâ nasarahullàhu fî mevtınin yuhibbu fîhi nusratehû.)
Ahmed ibn-i Hanbel, Taberânî, Ebû Dâvud, Buhàrî gibi kaynaklarda ve İbn-i Ebid-Dünyâ'nın eserinde rivayet edilmiş bir hadis-i şerif. Bu da bir ilâhî kanunu anlamamıza yardımcı olacak bir hadis-i şerif, bilgileniyoruz:
(Mâ minimriin) "Hiç bir adam yoktur ki, müslüman bir kula yardım etmiyor. (Fî mevtınin) Öyle bir yerde ki, (yüntakasu fîhi min ırdıhî) onun haysiyetine, ırzına saldırı olan bir yerde; (ve yüntehekü fîhi min hurmetihî) kendisine hürmet edilmesi gereken yerde, bir müslümana lâyık olmayan bir muamele yapılıyor. Bu da onu görüyor, ona yardım etmiyor, onu yardımsız bırakıyor."
Bu yardıma koşmayan, yardıma muhtaç müslüman kardeşinin yardımına koşmayan kişinin durumu ne olur?.. (İllâ hazelehullàhu fî mevtınin yuhibbu fîhi nusratehû) "Allah'ın yardımının gelmesini istediği bir zamanda, bir yerde de Allah onu yardımsız bırakır. Hem dünyada yardımsız bırakır, hem ahirette... Bir de bakar ki umduğu yardımlar kesilmiş, hiçbir yerden yardım gelmiyor ve gelen belâsının altında ezilmiş."
Neden?.. Çünkü bir zamanlar kendisi böyle bir durumda yardıma muhtaç olan müslüman kardeşinin yardımına koşmamıştı da, bu onun cezası... Ondan böyle oluyor.
Allah saklasın, Allah kusurlarımızı affetsin... Bizi böyle musîbetlere uğratmasın... Bir zamanlar idare ettiğimiz ülkelerdeki bizim canımızdan, kanımızdan parçamız olan ciğerpâremiz, kardeşlerimiz Bosna'da, Kosova'da, Kırım'da, Kafkasya'da, Orta Asya'da, Keşmir'de, Cezayir'de, Mısır'da, dünyanın her yerinde çeşitli bütün milletlerin gözü önünde haksız muamelelere mâruz kalıyor. Büyük devletlerin de göz yummasıyla, herkesin gözü önünde, herkesin bildiği, insaflı insanların, "Bu böyle yapılır mı?" diye itiraz ettiği, vicdanlarının kabul etmediği zulümler yapılıyor.
Şimdi bu zulümler yapılıyor, ötekilerinin kılı kıpırdamıyor. Bir tepki oluşmuyor, bir yardım gelişmiyor. Ne olur?.. Sonra ona benzer bir belâ, bu yardım etmeyen kimseye gelir, ona da yardım olmaz. nedir? İlâhî kanundur. "Sen bir zamanlar müslüman kardeşine yardım etmedin, şimdi sen benden yardım istiyorsun ama, sana yardım etmiyorum!" diye ceza olarak yardımını vermez.
Bu mukàbil, bunun aksine, (Ve mâ min ehadin) "Hiçbir kişi yoktur ki, (yensuru müslimen) bir müslümana yardım ediyor, imdadına yetişiyor. (Fî mevtınin yüntakasu fîhi min ırdıhî) Haysiyetine, ırzına, namusuna saldırı olan bir yerde onun yardımına koşuyor. (Ve yüntehekü fîhi min hurmetihî) Hürmetine aykırı, onu hor, zelil etmeğe çalışan bir tecavüz yapılmak isteniyor kendisine; bu da onun yardımına koşuyor.
(İllâ nasarahullàhu) Allah da o kimseye muhakkak yardım eder. (Fî mevtınin yuhibbu fîhi nusratehû.) Allah'ın nusretini umduğu, Allah bana yardım etse diye beklediği bir yerde, Allah da ona yardım eder."
Demek ki sevgili, değerli izleyiciler ve dinleyiciler! Cenâb-ı Hak kulları bu dünyada imtihan ediyor. Davranışlarının şekline göre, bu dünyada onlara yardım ediyor veya yardımsız bırakıyor.
Bir müslüman kardeşinin bir yardıma ihtiyacı olduğunu gördüğün zaman, yardımına koşacaksın ki; ileride sen hayatın cilvesi, kaderin çizgisi dolayısıyla, yazgısı dolayısıyla yardıma muhtaç bir duruma gelirsen, o zaman;
"--Yâ Rabbi bu belâyı başımdan def et!.. Yâ Rabbi, beni kurtar! Aman yâ Rabbi, gemimiz batmasın! Aman yâ rabbi uçağımız düşmesin!.." diye Cenâb-ı Hakk'a dua ettiğin zaman;
"--İyi ama, sen böyle dua ediyorsun ama, sen falanca zamanda yapman gereken görevi yapmamıştın, o zaman kardeşinin yardımına gitmemiştin!" diye Allah o zaman yardım etmiyor.
Onun için yardımsever olalım, uyanık olalım, gayretli olalım, dikkatli olalım!.. Çevremize bakalım, iyi işler yapalım, kötülüğü engellemğe çalışalım! İyi işleri yapmanın bir şekli de, kötülükleri engellemektir.
--Falanca adam var, hiç etliye sütlüye karışmıyor. Evinden camiye, camiden eve gidiyor. Bu adam iyi huylu bir insan mı?..
Hayır! Toplumun meseleleriyle ilgilenmeyen, yanındaki müslüman kardeşinin durumuyla ilgilenmeyen; komşusu aç mı, tok mu, ilgilenmeyen; kötülüğü engellemeyen, emr,i ma'ruf nehy-i münker yapmayan, iyiliği teşvik etmeyen, çalışmayan çabalamayan bir müslümanda hayır yoktur. Hattâ bizden değildir diye, SAS Efendimiz kendisinin bulunduğu mübarek zümrenin içine bile kabul etmiyor. İtiyor, dışında sayıyor.
Onun için elimizden geldiği kadar her hayrı işlemeğe ve yaptırmağa çalışacağız. Her şerri de yaptırmamağa, engellemeğe gayret edeceğiz.
Hadis-i şerifler böyle... Sen bir hastayı ziyaret edersen Cenâb-ı Hak seviyor. Sen bir açı doyurursan, Cenâb-ı Hak seviyor. Sen bir çıplağı giydirirsen, Cenâb-ı Hak seviyor. Sen birisinin yardımına koşarsan, Cenâb-ı Hak seviyor. Sen ihlâslı olursan, Cenâb-ı Hak seviyor. Aksini yaparsan, Cenâb-ı Hak da senin muamelenin cinsinden sana ceza veriyor. Sana yardım etmiyor, sana hastalık veriyor, seni o duruma düşürüyor. Senin ayıpladığın şeyi senin başına getiriyor... vs.
O bakımdan, âdetâ kişiler dünyadaki imtihanlarda karşılarına gelen durumlarda, davranışlarının iyi olmaması dolayısıyla, ileride başına gelecekleri sanki kendileri hazırlamış gibi oluyorlar. Onun için bu hususta çok dikkatli olalım, gayretli olalım!..
Allah-u Teàlâ Hazretleri cümlemize hakkı hak olarak görüp ona uymayı, hayrı yapmayı nasî etsin... Haktan yana olmayı nasîb etsin..
Bâtılın bâtıl olarak görüp, boş olduğunu, yanlış olduğunu görüp, ondan uzak durmayı nasîb etsin... İyi işler yapıp, kötü işlerden uzak durup, iyilikleri teşvik edip, kötülükleri engelleyip, yardıma muhtaca yardım edip, hayırlı, verimli, olumlu ömür sürmeyi nasîb etsin...
Huzuruna böylece, emirlerini tutmuş bir kul olarak, imtihanı kazanmış olarak varmayı nasib etsin...
(Ve izibtelâ ibrâhîme rabbühû bikelimâtin feetemmehünne) [Bir zamanlar Rabbi İbrâhîm'i birtakım kelimelerle sınamış; onları tam olarak yerine getirince...] (Bakara-124) ayet-i kerimesinin izahında, tefsir derslerimizde geçmişti. Peygamberleri bile Cenâb-ı Hak çeşitli musibetler gönderiyor, imtihan ediyor; başarınca taltif ediyor. O hususta hatâlı davranınca da, te'dib ediyor, öyle yapmaması gerektiğini beyan ediyor.
Onun için hayatın ilâhi imtihan olduğunu hiç unutmayalım! Gayreti bir an bile kenara koymayalım, gayûr müslüman olalım! İyi insan olalım, iyilikleri destekleyelim, kötülükleri engellemeğe çalışalım!
Allah hepinizi hayırlara muvaffak etsin... Dünyanız ahiretiniz mâmur olsun...
Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû, sevgili izleyiciler ve dinleyiciler!..
11. 02. 2000 - AVUSTRALYA
HAYIRLI CUMALAR
Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN
************************
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder