a |
Prof Dr. Mahmud Esad Coşan (1938-2001) |
HAYIRLI CUMALAR
Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..
Cumanız mübarek olsun, aziz ve sevgili Akra dinleyicileri! Allah bu mübarek sevaplı, nurlu günün hayrından, bereketinden en güzel tarzda hissemend olmayı cümlenize nasîb eylesin...
(EMEKLİ OLMADAN İŞYERİNDE KULAKLIKLA ŞİMDİ İSE YATAĞIMDA KÜÇÜK RADYOMDAN HERGÜN SABAH 9:30'DA VE ÖĞLEDEN SONRA 15'DE M. ESAD HOCAEFENDİNİN AKRA FM'DE SOHBETLERİNİ DİNLİYORDUM. Ankara Akra FM: 107.4 )
Bismillâhir-rahmânir-rahîm
Vay Zenginlerin Haline!
Bu gün açtığım sayfadan, hadis-i şerif. Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:
RE. 461/9 (Veylün lil-ağniyâi minel-fukarai yevmel-kıyâmeh, yekulûn: Rabbenà bahilû bihukûkinelletî faradte lenâ aleyhim fi emvâlihim. Feyeklüllàhu teàlâ: Ve izzetî ve celâlî leukarribenneküm ve leubâidennehüm.) Sadaka rasûlüllàh, fi mâ kàl, ev kemà kàl.
Tayâlisî, İbn-i Mürdeveyh ve Askerî, Enes RA'den rivayet eylemişler. SAS Efendimiz buyuruyor ki:
(Veylün lil-ağniyâi minel-fukarâi yevmel-kıyameh) "Kıyamet gününde fakirlerden dolayı, vay zenginlerin başına gelecek olanlara!.. (Yeklûne) O fakirler derler ki:
(Rabbenà bahilû bihukkinelletî faradte lenâ aleyhim fi emvâlihim!) 'Yâ Rabbi! Senin bizler için onların boynuna mallarında yüklediğin, farz kıldığın zekât gibi, sadaka gibi mâlî vazifeleri yapmakta, vazifeleri yapmakta, bize fakir olduğumuzdan dolayı haklarımızı vermekte bunlar cimri davrandılar.' diye şikayetlenirler." Zenginin malında fakirin hakkı var ya.
Allah-u Teàla Hazretleri de buyurur ki:
(Ve izzetî ve celâlî) "İzzetime ve celâlime andolsun ki, izzetim celalim hakkı için..." Büyük yemin. (Leukarribenneküm) "Hiç şüphesiz, şeksiz, tereddütsüz bilin ki, sizi kendime yakınlaştıracağım, yakın kullarımdan eyleyeceğim! Mutlaka ve muhakkak yakınlaştıracağım! (Ve leubâidennehüm) Onları da yanımdan, huzurumdan, rahmetimden muhakkak ve mutlaka, kesin surette uzaklaştıracağım!" der.
Veyl kelimesi Arapça'da bir tâbirdir, edattır, "Vay!" mânâsına. Türkçedeki "Vay vay, vay onun haline vay!.." dediğimiz gibi. Bir de cehennemde şiddetli azap gösterilen vâdinin ismi olduğu da hadis-i şerifte bildiriliyor. Veyl deresi denilen bir uçurumdan da hadis-i şerifte bahis geçiyor.
(Veylün lil-ağniyâi) "Vay zenginlerin başına geleceklere!.." Yâni şiddetli azap, şiddetli sıkıntı filân mânâsına. (Aslında bu vey idi, yâni l yoktu; sonra l ile öyle tabirleşti, kalıplaştı diye bazı dil alimleri ifade etmişler.) Yâni başına bir büyük musibet, sıkıntı, sorumluluk, ceza, vebal gelecek kimselere, (Veylün lehû) "Ona veyl olsun!" veya "Veyl olacak!" şeklinde, "Allah kahretsin" filân der gibi, bir beddua gibi de kullanılıyor. (Veylün aleyhi) şeklinde alâ ile de, li harf-i ceriyle de kullanılıyor.
Kur'an-ı Kerim'de de biliyorsunuz Tatfif Sûresi, (Veylün lil-mutaffifîn) diye başlıyor. Kur'an-ı Kerim'de de geçen bir kelime bu. İbn-i Abbas RA bu kelimeyi, "şiddetli azap" diye açıklamış.
(Veylün lil-ağniyâi) "Zenginlere şiddetli azap var." Neden?.. (Minel-fukara') "Fakirlerden yana ihmalleri, fakirlere yapması gereken yardımları yapmadıkları için; (yevmel-kıyâmeh) kıyamet gününde."
O zaman fakirler diyecekler ki: (Rabbenâ) "Yâ Rabbi, ey Rabbimiz! (Bahilû) Bunlar cimrilik yaptılar, bahillik yaptılar, nekeslik yaptılar. (Bihukkinâ) Bizim haklarımızı vermekte cimrilik yaptılar, yâni vermediler. (Elletî faradte lenâ aleyhim fi emvâlihim) O haklar ki, malları konusunda sen onlara bizler için farz kıldın, onların boyunlarına vazife kıldın."
Kur'an-ı Kerim'de;
(Vellezîne fî emvâlihim hakkun ma'lûm. Lis-sâili vel-mahrûm) "Zenginlerin mallarında dilenenler için, yoksullar için, mahrumlar için bir hak vardır." buyruluyor.
Demek ki, zengin o hakkı ayıracak, "Bu fakirin hakkı" diyecek, "Yoksulun hakkı" diyecek; hakkı sahibine verecek, kurtulacak.
İşte onu verdiği zaman, malı temiz bir mal olacak. Çünkü başkasının malına oturmamış, başkasının malını yememiş, başkasının malını gasbetmemiş oluyor.
--Ama ben bunu kendim kazandım?..
Sen kendin kazandın ama, "Bu kazandığının şu kadarı fakirin hakkı!" diyor Allah. Farz kılmış. Yeri göğü yaratan, seni yaratan, sana sağlık veren, sana zenginlik veren, akıl veren; bu işleri, paraları kazanabilecek kabiliyeti, zekâyı veren Allah, her şeyi sana veren Allah, "Malından şu kadarını fakire ver!" diye sana mükellefiyet yüklemiş.
Pekiyi ver demeseydi de, Allah onu da zengin etseydi... "Allah versin!" diyor ya bazıları. Bu Allah versin sözünü bilmiyor insanlar. İstanbul'da filan kullanılır. Dilenci gelip bir şey istediği zaman, "Allah versin!" derler.
Hadis-i şerifte böyle bir tabir geçiyor ama: "Sizden bir şey istediği zaman veriniz. Yarım bir hurma da olsa isteyene istediğini verin! Atın üzerinde de gelse, bunun atı var demeyin!.. Atı vardır ama yiyeceği yoktur, istiyor. Bir içim su, bir yudum lokma verin; ne verebilirseniz. Veremiyorsanız, dua edin!" diyor Peygamber Efendimiz. Yâni, "Bende de yok kardeşim, ne yapayım? Allah sana da, bana da versin... Allah acısın..." filan diye, vermeye imkânı olmadığı zaman dua edecek.
Zengin kasıla kasıla:
"--Allah versin!" diyor. "Kardeşim ben çalışıyorum, kazanıyorum." diyor.
Pekiyi sen çalışıyorsun, kazanıyorsun, doğru gibi görünüyor bu söz. Ama, Allah sağlık vermeseydi çalışabilecek miydin?.. Çalışamayacaktın. Akıl vermeseydi güçlü kuvvetli olduğun halde çalışabilecek miydin?.. Çalışamayacaktın. Müşteri göndermeseydi, işler ters gitseydi...
Meselâ; bir takım kararlardan dolayı Türkiye'de neler yaşadık. Bir gecede herkesin malının üçte ikisi gidiverdi. Eski hükümetlerden birisi bir karar aldı, malının üçte ikisi yok gibi oldu, çalınmış gibi oldu, alınmış gibi oldu. Üçte ikisi gitti, üçte birisi kaldı. Üçte bir nisbetine düşüverdi. Millet onu anladı, anlamadı... Başka yerde küçücük bir yüzde nisbetinde bir değişme olsa, hükümeti devirirler. Millet onu hazmetti, geçti gitti. Türkiye acaip hazımlı bir ülke...
Fakirin zenginde hakkı var, o kesin. Çünkü zengine zenginliği veren, zenginliği sağlamasını temin eden, imkânları veren Allah... Yaratan Allah, yaşatan Allah... Öldürse, diriltemezsiniz. Hasta etse, iyi edemezsiniz. Olayları ters geliştirse, takdîrât, alın yazısı başka türlü olsa, Karadeniz'de gemileri batar, tırı çarpar, arabası devrilir, şu olur, bu olur; sel olur, yangın olur, âfet olur, vs. vs. vs... Yâni vermezse vermez Allah. Veren Allah, alan Allah. İnsanın bunu anlaması lâzım!..
Allah bana verdi, beni imtihan etmek için. Merhametimi ölçmek için, bana "Ver!" diye emrediyor. Yâni, "Bakalım merhametli mi, fakirlere acıyor mu?" diye imtihan bu. Vermesi lâzım.
--Pekiyi Hocam, sen ileri ülkelerde yaşıyorsun; bu Türkiye'de böyle oluyor da, öteki ülkelerde nasıl oluyor?
Öteki ülkelerde yardım Türkiye'dekinden kat kat fazla... Bir kere işsizlik hakkı var, işsiz insanlar dahi alnının akıyla, kimseye el açıp, avuç açıp dilenmeden yaşayabiliyor. Bu Avustralya'da, Avrupa'da, Almanya'da çalışmayanlar bile tıkır tıkır maaş alıyorlar. Hasta olursa bedava bakılıyor, ev kiraları düşük oluyor, ev buluyorlar... Yâni devlet sağlığıyla ilgileniyor; onun sağlığını iyi yapmak, iyileştirmek, tedavi etmek boynunun borcu oluyor. Bunlar için her türlü tedbiri almış, sakatlara her türlü kolaylığı göstermiş, hayretler içinde kalıyor insan...
Bizim arkadaşlardan birisinin annesi ihtiyarladı, bakıma muhtaç duruma düştü. Arkadaşı iş yerinden devlet emekliye ayırdı. Dedi ki:
"--Senin annen bakıma muhtaç, en iyi sen bakarsın. Ben seni emekli ediyorum, bu annene bak!" dedi, annesinin bakımını sağladı.
Sonra evi olmayana ev veriyor. "Senin ev sahibi olman lâzım!" diye, ev alacaklara para veriyor, yardım ediyor. Yâni yardımlar çok fazla...
Sonra halkın kendisi,Ê--yâni devlet araya girmeden-- o kadar yardımsever ki, iki adımda bir kilise, hastane, okul, hayır müessesesi... vs. Her parselde, her adada, şehir planında bakarsanız en güzel yeri, en baş köşesi, mûtenâ yeri bir hayır müessesesinindir veya bir din müessesesinindir. Kesinlikle, kesinlikle bizden daha çok hayır yapıyorlar ve devlet de hayrı bizden daha çok destekliyor, milletine çok çok daha güzel hizmet ediyor. Yüzleri gülüyor...
Alt yapıyı yapmış. Hayat için gerekli ana maddeler su gibi, hatta sudan ucuz. Süt sudan daha ucuz, halis, tertemiz süt... Et ucuz... Öyle aç kalmak, boynu bükmek, ağzı sulanmak, lokantanın önünde açlıktan gözleri kararıp bayılmak gibi şeyler yok!..
Demek ki zengin, Allah'ın kendisine verdiği imkanlarla zengin oldu. Çalışmayla, çalıştım kendim kazandım dese bile, çalışmanın şartlarını da Allah verdi. Aklı da, sağlığı da Allah verdi. Onun için Allah ona, fakire biraz yardım etmesini emretmiş, farz kılmış.
O fakirler şikayet edecekler:
"--Yâ Rabbi! Senin onların boynuna bizler için, mallarından ayırsınlar da versinler diye farz kıldığın haklarımızı bize vermediler, cimrilik yaptılar!" diyecekler.
Onun üzerine Allah-u Teàlâ Hazretleri büyük bir yeminle:
"--İzzetime, celâlime yemin ediyorum ki, sizi kendime yakınlaştıracağım! Muhakkak ve mutlaka, şeksiz şüphesiz sizi kendime, yakınıma alacağım! Onları da uzaklaştıracağım. Yâni sizi rahmetime erdireceğim, onları da rahmetimden uzaklaştıracağım." buyuracak diyor Peygamber Efendimiz.
Bu veylün, eğer cehennemde şiddetli azabın gösterildiği bir uçurumsa, cehenneme atılacaklar; zekâtlarını, sadakalarını, hayrat ü hasenatını yapmadıkları için, cayır cayır yanacaklar demek ki.
Allah-u Teàlâ Hazretleri bizi, sizi kimseye muhtaç etmesin... Yâni kula muhtaç etmesin... Kula muhtaç olmak çok zor. Ama muhterem kardeşlerim, muhtaçların da ne kadar ızdırap çektiğini; yoksulluğun, fakirliğin ne kadar zor olduğunu tahayyül edelim, idrak edelim, anlamaya çalışalım, anlayalım ve onlara gerekli yardımları yapalım! Çünkü yapılmadığı zaman, ahirette cezası var. Yapıldığı zaman da, dünyada ahirette çok faydası var.
Şu Afrika'ya çok acıyorum. Türkiye'ye yakın... Afrika'ya mutlaka yardım elini uzatmalıyız! Sudan'dan mı başlayacağız, Somali'den mi başlayacağız?.. Bir ara Somali'ye bazı yardımlar oldu. Moritanya'dan mı başlayacağız, Senegal'den mi?.. Bir Afrika ülkesinin başkanı da geldi, ziyaret etti geçenlerde Türkiyemizi. Afrika'yla ilişkilerimizde böyle güzel, hayırhah düşüncelerle yardım edelim! Teknik yardım edelim, mâli yardım edelim, gıda yardımı yapalım; o tarafa eğilelim!
Çünkü buralarda televizyonlarda bir sürü açıklamalar, davetler, istekler yapılıyor: "Bunları doyuracağız, bunlara yardım edeceğiz. Para verin, işte şuraya para yatırın!" diye fakirler gösteriliyor. Ondan sonra, onları nasıl derleyip toparladıklarını, nasıl üstlerini giydirdiklerini, nasıl sınıflarda okutturduklarını, vahşilikten, ilkellikten kurtardıklarını gösteriyorlar televizyonlarda.
Tabii onları aynı zamanda kendi dinlerine, kültürlerine göre yetiştiriyorlar. Hem kendi dillerini öğrendikleri için, kendilerine yardımcı oluyor, kendilerinin etki alanları genişliyor. Hem de dinlerine çektikleri için, onların başına papaz gönderiyorlar. Sonra onlar vasıtasıyla, onların yaşadıkları yerleri de elde ediyorlar, sömürüyorlar.
Şimdi bizim de, hem Türkiye içinde, hem Türkiye dışında yardım çalışmalarımız olmalı! Tabii, evvelâ yakın akrabalardan başlamak gerektiğine göre, Azerbaycan'dan başlayarak Orta Asya'daki Türkî cumhuriyetlere her türlü yardımı, yardımlaşmayı, iş birliğini mutlaka sağlamalıyız.
Sonra Balkanlar çok önemli... Bosna bizim kalemiz. Bulgaristan'da, Makedonya'da, Arnavutluk'ta, Romanya'da pek çok dindaşlarımız, kardeşlerimiz var.
Geçen gün çok sevindim, bir kardeşimiz Bulgaristan'da, Tuna boyunda güzel bir caminin yapılmasına elini uzatmış. Allah hepimize nasib eylesin... Sordum:
"--Nasıl orda durum?.."
"--Gayet güzel... Belediye başkanına çıktık, iyi karşıladılar." dedi.
Yâni muhtaçlar bize. Bulgar devlet başkanı da gelecekmiş Türkiye'yi ziyarete. Yâni işbirliğine mecburlar. Biz de akıllıca davranırsak, tekrar eski güzel işbirlikleri olabilir. Onun için her yönden çok gayretli, çok dikkatli olmanızı acizane hatırlatıyorum sevgili izleyiciler ve dinleyiciler!
HAYIRLI CUMALAR
04. 08. 2000 AKRA CUMA SOHBETİ
Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN
************************
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder