2 Ağustos 2016 Salı

MUAMELÂT-2

MUAMELÂT-2

Aile

İslâm, toplumsal gerçekliliğin diğer temeli olan ailenin kurulmasına ve korunmasına büyük önem vermiştir. İslâm toplumunda aile kavramı ile, karı-koca ve çocuklardan oluşan modern aile değil, aksine genellikle büyük anne ve babaları, amca, hala ve dayıları hatta onların çocuklarını bile içeren ve bireyin kendisini onunla tanıttığı geniş aile tipi anlaşılır. Bu İslâmî toplum ve aile tarzında anne-babaya saygı büyük rol oynar. Şu ayette olduğu gibi Kur’an, Müslümanlara anne-babaya saygılı olmalarını ve onlara ‘öf’ bile söylemelerini emrediyor: “Ancak Allah’a ibadet et ve anne ve babana, yetim ve muhtaçlara yumuşak davran.” (Bakara sûresi, 2/83.)

Ayrıca aile ilişkileri ve kan bağı öylesine vurgulanmıştır ki, Müslümanların aile bireylerini ziyaret edip onlarla yakınlaşmaları ve aile bağlarını korumaları dinî bir görev olarak görülmüştür.

Aynı şekilde evliliğin vurgulanması ve bekârlığın hoş görülmeyişi de ailenin İslâm toplumundaki birleştirici fonksiyonuyla büyük oranda ilgilidir. Ailenin önemine dayanan İslâm’ın gerçekçi bakış açısı, ekonomik zorunluluk, sağlık nedenleri veya toplumsal gerçekliğin başka şekilde aile sahibi olma imkânı vermediği kadınların bir aile ile bütünleşebilmeleri için özel koşullarda çok eşliliğe izin verir.

Burada şunu belirtmek ilginç olacaktır ki, örneğin boşanmayı yasaklayan geleneksel Katolikliğin aksine, İslâm boşamaya izin vermiştir. Ancak boşanma, İslâm’ın  çok önem verdiği bir ailenin bozulması olacağı için bütün koşulların zorlanarak bunun gerçekleşmemesini istemektedir. Hz.Peygamber bir Hadisinde ‘helâl olan fiiller arasında Allah’ın en sevmediği fiilin boşanma olduğunu’ bildirmektedir. İslâm, karı ile koca arasındaki evliliğin artık yürüyemeyeceği kesinleşen koşullarda boşanmaya izin verir. Karı ve koca evlilik konusunda artık ümitsiz bir duruma düşüp onu sürdüremeyeceklerini anladıkları zaman boşanabilirler. Ancak bu öğretiye karşılık boşanma
İslâm dünyasında Hristiyan Batı’daki kadar yaygın olmamıştır. Dolayısıyla İslâm’da boşanmanın ‘caiz’ olması aile bağlarını ve kurumunu zayıflatmamıştır.

İslâm’ın öğretileri, ekonomik ve sosyal olarak şu ya da bu sebeple sağlıklı bir şekilde toplum içinde yaşamını sürdüremeyecek olanların durumuyla da ilgilenir. Örneğin, İslâm yetim ve öksüzlerin korunmasına büyük önem verir. Kur’an-ı Kerim yetimleri koruyup kollama faziletinin büyüklüğünü tekrar tekrar vurgular. Hz.Peygamber (s.a.v.)’in kendisi de büyük babası ve amcası tarafından büyütülen bir yetim idi. İkinci olarak; yoksulları, kimsesizleri doyurmak, komşuları korumak ve tüm toplum üyelerinin ihtiyaçlarıyla ilgilenmek öylesine önemsenmiştir ki, bir Hadis-i şerif’te "bütün müminlerin tek bir bedenin uzuvları gibi" olduğu
buyurulmuştur.

Her toplumda umursamaz insanlar vardır. Bu öğretiler, İslâm tarihi boyunca belki her yerde tam olarak uygulanamamıştır, ama onlar İslâm’ın en önemli toplumsal öğretilerini oluştururlar. Aslında ilginç olan, kimilerinin bu öğretileri izlememiş olması değil, çok sayıda insanın onları izlemiş olduğudur. İslâm tarihi boyunca, İslâm’ın yoksul ve muhtaçlara ilişkin öğretilerine duyulan saygının gereği olarak, zenginlerin kendi katkılarıyla yaptırdığı çok sayıda darü’l-aceze, yetimhane, imarethane ve fakirhane vardır.

Buna paralel olarak, komşuya yardım etmek ve onun haklarına saygı göstermek de geleneksel olarak öylesine önem kazanmıştır ki, çoğu Müslüman şehirde bir komşuluk bağı ve komşuluğu ikinci bir aile olarak görme bilinci gelişmiştir. Bir kasabaya veya daha büyük şehirlerde bir mahalleye bağlılık, giderek söz konusu bölgelerde yaşayan bireylerin düzen, mal ve yaşamını korumaya fırsat veren ahlâkî erdemleri olan ‘dinî bir bağlılık’ halini almıştır. İslâm tarihi boyunca bölgelerinde yaşayan insanların yaşam ve mallarını korumayı ve örneğin kadınların günün belli vakitlerinde ve geceleyin rahatsız edilmeksizin dolaşabilmelerini sağlamayı üstlenen insanları çıkmıştır. Allah
(c.c.) korkusunun ve O’nun emirlerine gösterilen saygının İslâm toplumlarında ne denli güçlü olup da bugün bile birçok İslâm şehrinde bazı geleneksel toplumsal bağların zayıflamasına rağmen geceleyin dolaşan insanlara karşı bir koruma duygusunun olması ilginçtir.  Bir İslâm şehrinin en yoksul semtindeki güvenlik, çok zengin olan ve bu yüzden görünüşte hırsızlık yapma ve başkalarına saldırma sebebi bulunmayan Batı’daki çoğu şehirden daha iyidir. (Genç Müslümana Modern Dünya Rehberi, S. H. Nasr, Trc. Ş. Yalçın.)

İslâm’ın ideal toplum konusundaki öğretilerinin uygulanması ve bunlardan sapanların cezalandırılması için, hukukî yaptırımları olan bir sistemi de vardır. Bu uygulamalardan bazıları elbette komşuya saygı göstermek gibi sadece ahlâkî olan ilkelerle alakalı olmasına karşılık, diğerleri örneğin hırsızlığı, adam öldürmeyi, sarhoş eden içkileri, kumarı, zinayı, faizi, yalancılığı, alış-verişte aldatıcılığı, iffetli kadınlara ve insanlara iftira etmeyi ve sokakta dolaşanları rahatsız etmeyi yasaklayan yasaların hepsi de yaptırımlara sahiptir. Bu yüzden bu yasaları ihlâl edenler İslâm’ın ön gördüğü cezalara çarptırılır. Bu öğretilerin engelleyici olup toplumda kök
salmalarını sağlayan herhangi bir polis gücünden ziyade insanların tüm hareketlerinde Allah (c.c.)’ın varlığının, kudretinin, gücünün ve yargısının bilincini içlerinde taşımaları olmuştur.



http://www.islamahlaki.com/default.asp?kat_no=781

--

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder