Çarpıcı Soruyla Dinleyiciyi Hazırlama
Ashab-ı kiram, Efendimiz (s.a.v.)’in bütün sözlerini derin bir istekle dinlerdi. Bununla beraber Hz. Peygamber (s.a.v.) dikkatlerini toplamak ve ilgilerini artırmak için onlara sorular yöneltirdi. Ama bu soruları rasgele değil muhatabı uyaran, zihinleri konuya hazırlayan bir yöntemle sorardı. Hatta sorusunu kimi zaman üç defa tekrarlamak suretiyle hem konunun önemini belirtmiş olur, hem de dinleyicilerin ilgisini tek hedef üzerinde yoğunlaştırırdı. Bir defasında Hz. Peygamber (s.a.v.): “Büyük günahların en ağırını size haber vereyim mi?” diye sordu ve bu sorusunu üç kez yineledi.
Ashab-ı kiram da: ‘Evet, haber ver, ya Rasûlallah!’ dediler. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem “Allah’a şirk koşmak ve anaya-babaya asi olmaktır.” buyurdu ve yaslandığı yerden oturumunun üzerine gülerek:
“Bir de yalan yere şahitlik etmektir.” dedi.
Bu hadisi şerifi rivayet eden Ebu Berke diyor ki, bu sonuncu sözü durmadan tekrarlıyordu. Onun namına üzüldüğümüz için kendimize 'Keşke sussa!' dedik.' (1)
Görüldüğü üzere Peygamber Efendimiz “günah-ı kebair” diye anılan büyük günahların ağır birer suç olduğuna dikkatleri çekmek için söze başlarken kullandığı üslup ile yetinmemiş, yalan yere şahitlik yapmanın Allah (c.c.)’a şirk koşmak da dahil bütün günahların temeli olduğunu vurgulamak istercesine yaslandığı yerden hemen dizlerinin üzerine gelmiş ve mübarek nefesini tüketerek aynı sözü tekrarlayıp durmuştur.
Bütün bunlardan sonra Ashab-ı kiram’ın bu önemli yasakları unutması, ihmal etmesi veya aynı üslup ile diğerlerine duyurmaması elbette mümkün değildi.
Bir gün yine sahabelerine şöyle sordu:
- Size oruçtan, namazdan ve sadakadan daha üstün bir ibadetin ne olduğunu söyleyeyim mi? Bütün sahabeler:
- Evet, ya Rasûlallah, söyle! Diye beklediler. Çünkü bildiklerine göre, Allah (c.c.)’a imandan sonra en büyük ibadet namaz kılmak, oruç tutmak, zekat ve sadaka vermekti.
Acaba bunlardan daha önemli yeni bir ibadet mi emredilmişti? Zaten kendini can kulağıyla dinleyen ashabını tam anlamıyla dikkatli hale getirdikten sonra şöyle buyurdu: “Araları bozulmuş iki kişiyi barıştırmıştır.” (2)
Böylece Rasûl-i Ekrem (s.a.v.), birey ve toplum hayatının sağlığını koruyacak iki denge unsuruna dikkatleri çekmiş oluyordu. Zira namaz, oruç ve sadaka ferdin manevi hayatını canlı ve diri tutacak birer motor idi. Küskünlük, dargınlık ve birbirine sırt çevirmek de toplum hayatını sarsıp zayıflatacağı için çevredeki Müslümanların duruma derhal müdahale ederek araları bozulmuş iki kişiyi barıştırmaları, birlik ve beraberlikleri yeniden canlandırıp diriltecekti.
Bir başka seferinde sahabesine sordu:
“Yezid İbni Esed! Söyle, cennete gitmek ister misin?”
Sorudaki çarpıcılığa dikkat edilmelidir.
İnsanların en büyük emeli olan cenneti, Rasûl-i Ekrem, bir adım atınca gidecek, elini uzatınca tutacakmış gibi adeta sahabesine gösteriyordu. Yezid, sevinç ve heyecandan ne söyleyeceğini şaşırmış bir şekilde gözleri parlayarak tasdik etti:
- Evet, ya Rasûlallah! Efendimiz ona şu üstün ahlâk prensibini öğretti:
“Kendin için istediğini kardeşin için de iste!” (3)
Elbette Yezid ve cennet özlemini duyan diğer Müslümanlar, İslâm ahlâkının belki de en önemli esası olan bu gerçeği hem hızla insanlar arasında yayacak ve hem de kendileri yaşacaklardı.
Veda Haccı sırasındaydı. Peygamber (s.a.v.) devesinin üzerinde ashabına konuşma yapıyordu. Bir ara sordu:
“Ey müminler! Bugün hangi gündür?” Ashab-ı Kiram, Efendimizin böylesine önemli bir günü bilmemesine asla ihtimal vermediği için sustular ve bugüne kadar yeni bir isim vereceğini zannederek beklediler. Efendimiz:
- “Kurban günü değil mi, canım?” diye sorusunu tekrarladı. Ashab-ı Kiram:
- “Evet ” diye cevap verdi. Hz. Peygamber (s.a.v.) tekrar:
- “Bu ay hangi aydır?” diye sordu. Sahabeler yine aynı düşünceyle sustular. Resûlallah (s.a.v.):
- “Niye Zilhicce’dir.” değil mi?” diye ashabına baktı.
Onlar:
- “Evet, Zilhicce’dir.” dediler. Resûl-i Ekrem, ashabını daha da şaşırtan bir soru sordu:
- “Bu içinde bulunduğumuz şehir hangi şehirdir?”
Ashab-ı Kiram, belki de Mekke’nin adını değiştirecek diye pür dikkat dinlemeye başladılar. Efendimiz:
- “Burası Mekke değil mi?” diye ashabını süzdü. Onlar derin bir hayret içinde:
- “Evet” diyebildiler. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Kanlarımız, mallarımız, ırz ve namuslarımız bu şehir içinde, bu ayda bugünün haram olduğu gibi, birbirinize haramdır. Muhakkak ki siz, Rabbinize kavuşacak ve o zaman yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekileceksiniz. Ey insanlar! Aklınızı başınıza toplayınız da, benden sonra birbirimizin boynunu vuracak şekilde sapıklığa düşmeyiniz!” (4)
Peygamber Efendimizin bu tür öğretim tarzının pek çok örneği vardır. Yine bir defasında ashabına şöyle bir soru yöneltti:
- “Ne dersiniz bakalım! Birinizin kapısı önünde bir nehir bulunsa da, o kimse bu nehirde her gün beş defa yıkansa, o adamda kir diye bir şey kalır mı ?”
Ashab-ı Kiram, böylesine net ve berrak ama ne için örnek olarak verildiği belli olmayan bir soru karşısında, “Hayır, bu su, o kimsede kir bırakmaz.” demekle beraber, Efendimiz (s.a.v.)’in söyleyeceklerini merakla beklemeye başladılar. Hz. Peygamber, üzerine dikilen meraklı bakışlara şu sözlerle cevap verdi:
“ İşte beş vakit namaz da böyledir. Allah Teala namaz sayesinde kulun yaptığı günahları silip temizler.”
------------------------------ ---------
(1) Buharî, Şehadet, 10.
(2) Ebu Davud, Edep, 50.
(3) Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned, 70.
(4) Buharî, İlim, 9, 37; Fiten, 8; tevhid, 24; hac, 132; Müslim, hasame, 29-30.
--
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder