MUAMELÂT-4
Siyaset
Son olarak İslâm’ın siyasi öğretilerine gelince; öyle görünüyor ki, Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerim’de sonraki asırlarda da örnek alınacak belli bir siyasi kurumun kuruluşuyla ilgili açık hükümler koymayı yüksek hikmetine uygun görmemiştir. Bununla beraber, örneğin evrenin tek sahibinin Allah (c.c.) ve tüm kudret ve kuvvetin de sonuç olarak O’na ait olduğu ilkesi gibi bazı çok önemli siyasi yönetim prensibi ortaya konulmuştur.
İkinci olarak, ilk İslâm toplumunun kurucusu olarak Hz. Peygamber, ilk devlet başkanı olması nedeniyle siyasi konularda sonraki kuşaklar için bir örnek olmuştur. O, bir anlamda peygamber-devlet başkanı id. Yani sadece dini bir önder değil, aynı zamanda toplumu yöneten siyasi bir liderdi de.
Üçüncüsü, bunların bir sonucu olarak siyasi güç İslâm’da hiçbir zaman dinden ayrı düşünülmemiş ve Hristiyanlığın aksine İslâm, Allah (c.c.)’ın hakimiyetini, Sezar’ın hakimiyetinden kesinlikle ayırmamıştır. İslâm toplumunda siyasi yönetim, biçimi ne olursa olsun her zaman dini bir boyuta sahiptir. Din ve siyâset İslâm tarihi boyunca hep birbirleriyle ilişkili düşünülmüştür. Ancak birçok İslâm toplum ve ülkesinin, batılı fikirleri taklide başladıkları modern dönemi bunun dışında tutmak gerekir. Bu dönemde de siyaset hiçbir zaman dinden soyutlanmamıştır.
Geleneksel olarak İslâm siyaset öğretileri, her zaman Peygamber (s.a.v.) modeline başvurup toplum yönetimini Kur’an-ı Kerim’den çıkarılan dini öğretilerle ilişkilendirmiştir. Bu, Müslümanların neden halifelik diye bir kurum kurduklarının nedenidir. Halifelik ilk halife Hz. Ebubekir (r.a.) ile başlamış, sırasıyla Hz.Ömer (r.a.), Hz.Osman (r.a.), Hz.Ali (r.a.) ile devam etmiştir. ‘Raşit halifeler’ denilen bu önemli kişiler, İslâm toplumunda Hz.Peygamber’in vekilleriydiler. Ancak onlar, Allah (c.c.)’tan vahiy alan peygamberler olarak değil, İslâm toplumunun yöneticileri olarak bu görevleri yaptılar.
Hülefa-i Raşidin’den sonra Emeviler ve Abbasiler dönemlerinde halifelik, temel ilkelerin aksine, babadan oğula geçen siyasi bir kurum halini almıştır. Fakat kurumun dini karakteri yine korunmaya devam etmiştir. O kadar ki, hükümdar hep İslâm hukuku hükümlerine göre hükmeden kişi olarak görülmektedir. İslâm tarihinin sonraki devirlerinde halifelik ile sultanlık birleştirilmiş; biri, Peygamber (s.a.v.)’in yönetim fonksiyonunun yasal vekaletine, diğeri ise toplum üzerindeki askerî ve fiilî siyasi güce sahip olmuştur. Dolayısıyla, İslâm tarihi boyunca 20. yüzyılda batılı düşüncelerin etkisiyle çeşitli cumhuriyet biçimleri ve laik devletler sahnede görülünceye kadar halifelik, sultanlık veya emirlik biçiminde farklı birçok yönetim şekli ve siyasi kurum ortaya çıkmıştır.
İslâmi bakış açısından önemli olan, siyasi kurumların dini bir niteliğe sahip olmalarıdır. Zira yasallığın kaynağı, sonuç olarak tek Hükümdar olan Allah (c.c.) ve O’nun Peygamberi olması sebebiyle dolaylı olarak Hz. Muhammed (s.a.v.)’dir. Kur’an ve Hadis’te bu konuyla ilgili başka ilkeler de sayılmıştır. Örneğin, İslâm toplumunun önderleri, yaşlı ve bilginleriyle istişare yapma, yani ‘şûra’ ilkesi ve baskıcılık ve zorbalıktan uzak durup, Allah (c.c.)’ın adalet ve merhamete ilişkin buyruklarını unutmama ilkeleri bu türdendir. Raşit halifeler, bu ilkelerin nasıl uygulanacağının örneklerini sergilemişlerdir.
İşte özetle sayılan bütün bu hususlar, İslam’ın ‘Muamelât’ esasını oluştururlar.
--
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder