‘Hürriyet’ sözlükte, insanın bağlardan, tutsaklıktan kurtulması ve bağımsızlığa kavuşmasıdır. Zıttı ise tutsaklık ve köleliktir.
Tasavvufçulara göre hürriyet, kulun, yaratıklara kölelikten özgür olması, kimsenin ona hakim olmamasıdır.
Kur’an-ı Kerim’deki “Kendilerinin ihtiyaçları bile olsa, kardeşlerini kendilerine tercih ederler.” [1] ayetinde mümin kimsenin mal tutsaklığından kurtulması ve kardeşlerini kendinden daha çok düşünmesi, üstün bir ahlâki özellik olarak tanımlanmaktadır.
Kuşeyri der ki: ‘O Müslümanlar, içinden çıktıkları dünya malından, gönüllerini tamamen soyutladıkları için başkalarını kendilerine yeğlemişlerdir.’
Bu âyette belirtilen ‘isâr’ kelimesi, insanın başkalarını kendi nefsine tercih etmesi için kullanılır. Bu da ancak kardeşliği ve âhiret sevabını dünya malından üstün tutmakla olur. Bu ise hırs, tamah ve gözü doymazlıktan özgür olmakla mümkündür. Hürriyetin başı budur. İnsan, dünyanın altını ile değersiz taşı gözünde bir olacak şekilde dünya sevgisinden uzak durursa tam özgürlüğe kavuşmuş olur.
O halde tam hürriyetin belirtisi, eşya arasında değer farkı gözetiminin kalpten çıkması, dünya varlıkları arasında bir fark görmemektir. Harise’nin ‘Kendimi dünyadan çektim, gözümde dünyanın taşı ile altını bir oldu.’ sözü bunu ifade etmektedir.
Hürriyet, Allah (c.c.)’a tam kulluk ile tamamlanır. Allah (c.c.)’a sâdık kul olursan, başkalarının buyruğundan kurtulursun. Fakat kim şu dünyada aklı başında iken kendisinden teklifin kalkacağını sanar ve bir an için dahi emir ve yasak sınırı dışına çıkarsa o, dinden çıkmış olur.
İslâm tasavvufçularının anlatmak istediği hürriyet, kalbin herhangi bir yaratığın tutsağı olmaması; ibadeti ne dünya ve ne de âhiret menfaati için değil, sırf Allah (c.c.)’a kulluk için yapmaktır. Böylece insan, yalnız Allah (c.c.)’ın kulu olur. Onu ne dünya sevgisi, ne nefsin arzuları, ne âhiret kaygısı, ne bir dileğin olması ve ne de bir niyetin yerine gelmemesi gibi arzular boyunduruk altına alamaz. O ne dünyaya ait ve ne de ahirete ait hiçbir arzunun kulu değil, yalnız Allah (c.c.)’ın kuludur. İşte bütün arzuların tutsaklığından kurtulmak demek olan ‘Hürriyet’ yalnız Allah (c.c.)’a kulluk ile gerçekleşir.
Hüseyin İbn Mansur (Hallac): ‘Kim hürriyete kavuşmak isterse, kulluğa sıkı bir şekilde devam etsin.’ demiştir.
İbrahim bin Ethem, ‘hür ve kerem sahibi olan bir kişi, dünyadan ölümle çıkarılmadan önce kendisi dünyadan çıkar.’ Yani ölümünden önce nefsinin arzularından, sevgisinden uzak durarak dünyanın tutsağı olmaktan kurtulur.
Allah (c.c.)’a kulluğun doruğunda Allah (c.c.)’tan başka her şeyden hür olmak gerekir. Allah (c.c.)’a tam kulluk, insanı Allah (c.c.) dışında her şeyden bağımsızlığa götürür. Onun için tasavvufta ‘Ubudiyet’ (yani kulluk), ‘Hürriyet’ ile birlikte düşünülür. Allah (c.c.)’a gerçek anlamda kul olan, O’ndan başka her şeyden özgür olur. O halde Allah (c.c.)’a kulluk makamına ermek, gerçek özgürlüğe kavuşmak demektir. [2]
İslâm kelamcıları insanın seçme ve eylem hürriyeti konusunda belli başlı dört görüş çevresinde toplanmıştır.
Birinci görüş, Matüridiye mezhebi görüşüdür. Ehl-i sünnet ve’l-Cemaat’in bir kolu olan Matüridiye mezhebi kelamcılarına göre, insan tam bir irade hürriyetine sahiptir. Fakat eylemin yaratıcısı Allah’tır. Yapacağı iş ve eylemeler Allah (c.c.) tarafından belirlenmiş değildir; insan yapacağı eylemi kendisi seçer. Buna karşılık eylemin yaratıcısı değildir. Matüridiye mezhebi Allah (c.c.)’ın yaratcılığı ile insanın sorumluluğunu açıklamak için ‘kesb’ kavramına başvurmaktadır. Kesb, yapılmasına kesin karar verilmiş kasıttır. Kesşn bir kararlılıkla eyleme yönelince Allah, bu eylemi yaratır. Yani Allah Teala, insanın hür iradesiyle seçtiği eylemi bu iradeye bağlı olarak yaratır. Sorumluluk da eylemin olmasının, yaratılmasının bir sonucu değil, insanın onu seçmesinin ve eylemi için gücünü kullanmasının bir sonucudur.
İkinci görüş, Eş’ariye mezhebinin görüşüdür. Ehl-i sünnet ve’l-Cemaat’in diğer bir kolu olan Eş’arilere göre, insanda bir irade gücü ve seçme gücü vardır. Fakat bu gücün yaptığı işler üzerinde bir etkisi yoktur. İşleri belirleyen ve yaratan Allah’tır. Öyle ise insan niçin sorumludur? Kesb kavramını Eş’ariler, insanın belirlenmiş olan işe yönelmesidir ve bu yöneliş o işle ilgili sorumluluk yükler.
Üçüncü görüş, Cebriye mezhebinin görüşüdür. Cebriye’ye göre insan hür bir varlık değildir. İnsan için ne seçme ve ne de eylem hürriyetinden söz edilebilir. Her varlık gibi insan da Allah (c.c.)’ın mutlak iradesine bağlıdır; hayatını O’nun kendisi için belirlediği kadere göre sürdürür. Bu görüş, insanı cansız bir cisim durumuna indirgemiş ve sorumluluğu ortadan kaldırmıştır. Cebriye, cüz’i iradeyi yok saydığından Ehl-i Sünnet’e uymamaktadır.
Dördüncü görüş, Mu’tezile mezhebi görüşüdür. Buna göre insan, irade sahibi hür bir varlıktır. Hür iradesiyle seçer, Allah (c.c.)’ın kendisine verdiği yapabilme gücü ile eylemini yapar. İnsanın seçimini Allah belirlemediği gibi eylemini de O yaratmaz. İnsan kendi eyleminin yapıcısı ve yaratıcısıdır. İnsanın sorumluluğu da buradan gelmektedir. İnsan hür iradesiyle Allah’ın buyruklarına uyar veya uymaz. Uyması durumunda mükafatını, uymaması halinde de cezasını görür.
Dolayısıyla mükafat da ceza da insanın sorumluluğunun, seçme ve eylem özgürlüğünün bir sonucudur. Mu’tezile bu noktada, Allah (c.c.)’ın İrade-i külliyesini tanımadığından Ehl-i Sünnetten ayrılmaktadır.
İslâm hukuku, insanın toplumsal hayata ilişkin bütün hürriyetlerini tanımış ve garanti altına almıştır. İnsanın temel hakları olarak değerlendirilen bu hürriyetler siyasi haklar ve genel haklar olmak üzere iki başlık altında toplanır. Genel haklar da eşitlik ve hürriyetler başlıkları altında toplanır. Bu haklarla, bu haklardan doğan hürriyetler, insanın tüm kamusal hürriyetleri ile ferdi hürriyetleri içine alır.
BU YAZI AŞAĞIDAKİ WEB SİTESİNDEN ALINMIŞTIR.
http://www.islamahlaki.com/
--
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder